KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Rusya
  4. »
  5. “Avrasyacılık” mı? “Panslavizm” mi?

“Avrasyacılık” mı? “Panslavizm” mi?

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 8 dk okuma süresi
403 0

“Avrasyacılık” mı? “Panslavizm” mi?
mse
SSCB’nin dağılmasının en önemli sonuçlarından biri de, Rusya’nın bir anda karşı karşıya kaldığı “kimlik sorunu” olmuştur. Düne kadar tüm dünyaya komünizmi tek ideoloji ve “cennet” olarak dayatmaya çalışan, bu bağlamda kendi Ortodoks geçmişlerini bile reddetme ve yasaklama noktasına gelen Ruslar, Karl Marks’ın kendisine bile fayda sağlamadığı bu ideolojinin yıkıcı sonucunda dünyanın en büyük jeopolitik depremlerinden birini yaşamış ve bölünmüştür.
Bu parçalanma ile birlikte Ruslar bir kez daha “ben kimim” sorusuna cevap aramaya başlamıştır. Arka plandaki iki imparatorluk geçmişi ve bunun yol açtığı “hayal” (bazı kesimlere göre ise “hayalet”) ile önlerindeki “gerçeklik” arasında sıkışan Ruslar, daha doğrusu Rus stratejik aklı buna fazlasıyla pragmatik sayılabilecek ve her yöne mavi boncuklar dağıtan bir “çoklu kimlik” çözümü bulmuşlardır. Bunlar: “Her şeye rağmen Batıcılık”, “Asyacılık”, “Avrasyacılık” ve “Panslavizm” olarak sıralanmaktadır.

“Her şeye rağmen Batıcılık” anlayışının kendilerini ikinci bir dağılma sürecine soktuğunu gören Rus derin devleti, çok hızlı bir manevra ile istihbaratçı Vlademir Putin’i iktidara getirmiş, içeride güçlü bir merkezi yapının yeniden tesisi noktasında oldukça radikal sayılabilecek yöntem ve araçlara başvurmuştur.

Başlangıçta, Batı tehdidine karşı Asyalı güçler (“Primakov Üçgeni” ya da “Primakov Üçlemesi” olarak da adlandırılan, “Rusya-Hindistan-Çin” üçlüsü arasında) ile birlikte ortak mücadeleyi esas alan ve bu bağlamda Asyacılık ideolojisine dış politikasında ağırlık veren Rusya’nın, güç kazanmaya başladıkça kendi gücünü ve çıkarlarını merkeze alan diğer iki görüşe yöneldiği gözlemlenmektedir.

Nitekim günümüzde Rusya, “Avrasyacılık” adı altında eski Sovyet alanına dönerken, temel ideolojisinin “Panslavizm” olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Yeni Rusya’nın hedefi (en azından şu an için) eski SSCB’yi inşa etmek değil, Çarlık Rusyası’nı yeniden ihya etmek olarak karşımıza çıkıyor. Çarlık Rusyası’nın nüfuz alanında hâkimiyet kuramayan Rusya’nın eski Sovyet alanına Kırım üzerinden Ukrayna’ya yönelmesi, Balkanlardaki krizlerde artan rolü, Moldova’ya yönelik artan iştahı ve bu noktada Ortodoksluğu esas alan Hıristiyan nüfusun ve Slavların hami rolünü üstlenmesi bu tespiti haklı kılıyor.

Rusya Bir Kez Daha

“Güneye Doğru” Diyor…

Çarlık Rusyası’nın inşasının yolu ise dün Osmanlı’dan geçerken, bugün onun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden geçmektedir. Rusya’nın Kırım-Ukrayna sonrası bir anda Suriye üzerinden istikameti Türkiye’ye çevirmesinin altında da bu husus yatmaktadır. Karadeniz’e hâkim olduğunu zanneden Rusya, gözünü bir kez daha Akdeniz’in sıcak sularına dikmiştir.

Oysa Rusya Kırım’ı işgal etmek suretiyle sadece Pandora’nın kutusunu açmış ve Karadeniz’deki en önemli müttefikini kaybetmiştir. Bu kaybın tüm Karadeniz Havzası’nda Rusya açısından bir takım maliyetlerinin olması ise kaçınılmaz görülmektedir. Rusya, bunu zaman içerisinde daha net hissetmeye başlayacaktır. Bunu ben değil, jeopolitik ve tarih böyle söylüyor.

Rusya Niçin Türkiye’yi Hedef Aldı?

Moskova yönetimi, Türkiye’yi oyunda saf dışı bırakarak şu hedeflere varmak istiyor: 1) Güneye inmek. Bu bağlamda Türkiye’yi Balkanlar-Karadeniz-Kafkasya hattında etkisizleştirerek bu bölgelerdeki nüfuzunu pekiştirmek; 2) Afganistan. Tarihsel anlamda Güney Türkistan’ın önemli merkezlerinden biri olan Türkiye’yi bölgeden uzaklaştırmak suretiyle, Batı Türkistan’daki varlığını pekiştirmek ve bu bölgeyi yeniden kontrolü altına almak. Türkiye’nin bölgedeki varlığının tüm Türkistan’ın güvenliği açısından arz ettiği önemin en fazla farkında olan ülkelerden birinin Rusya olduğunu hiç bir zaman için akıllardan çıkartmamak gerekiyor. 3) ABD. ABD’nin bölge üzerindeki etkisini kırmak 4) Türkistan. Tüm bunların sonucunda Türkistan’ı yalnızlaştırmak, çaresiz kılmak ve esir almak.

Çarlık Rusyası dönemindeki uygulamalara bakıldığında buna benzer bir stratejiyi izlediği rahatlıkla görülecektir. Bu stratejide İran da üzerine düşen rolü layıkıyla yerine getirmiş ve Osmanlı ile Türkistan’ın içinde bulunduğu durumdan istifade etmek suretiyle Kafkasya’yı ve Türkistan’ı Rusya’yla paylaşmıştır. Bugün de ne yazık ki benzer bir durum kendisini göstermektedir. Arzu edenler son Azerbaycan-Ermenistan savaşında İran’ın izlediği politikaya bakabilir. İran, bir Pakistan olamamıştır ne yazık ki…

Ermeni ve “Kürt Sorunu” Kartları…

Rusya’nın Türkiye’ye yönelik elindeki en önemli kart, başlangıç aşaması itibarıyla Slav-Ortodoks unsurlar olmuştur. Bunu, sonrası itibarıyla Ermeniler ve Kürtler takip etmiştir. Ermeni meselesi, sadece Türkiye’nin bir meselesi olmamış, tüm bölgeye yönelik politikasında kullanılmıştır, özellikle de Azerbaycan boyutuyla. Dolayısıyla Ermeni sorunu, bir Türk Dünyası meselesidir.

Rusya, bugün de tarihsel hafızasına başvurmakta ve bölge ile birlikte Türkiye’nin de kronikleşmiş sorunlarını gündeme taşımaktadır. Bu sorunların başında ise hiç kuşkusuz Ermeni Sorunu gelmektedir. Rusya’nın Ermenistan’a yaptığı askeri yığınak ve akabinde Yukarı Karabağ’da başlayan savaş, zamanlaması itibarıyla fazlasıyla dikkat çekicidir. Suriye’den çekilmeye başlayan Rusya, bu sefer Türkiye’nin doğusunda, Kafkaslarda yeni oyun peşindedir.

Bunun dışında Suriye’de PYD/YPG, Türkiye’de PKK ile “Kürt Sorunu”nu kaşımasının altında da bu husus yatmaktadır. Rusya’nın temel hedefinin Türkiye ve bölgedeki Türk/Türkmen varlığı olduğu açıktır. Türkiye’yi oyunun dışına itmek isteyen Rusya, Osmanlı ve Türkistan coğrafyasında istediği gibi at koşturma peşindedir.

Bu son savaşta göz ardı edilmemesi gereken bir detay ise, 400’den fazla PKK’lının Ermeniler safında Azerbaycan Türklerine karşı Karabağ’da savaşmasıdır. Hiç bir Kürdün Müslüman kardeşine karşı Ermeniler ile birlikte savaşmayacağına tarih şahittir. Bu hadise bile PKK’nın gerçek yüzünü ortaya koyması açısından oldukça önemlidir.

Dolayısıyla oyun çok büyük ve bunu bozmanın yolu ise gerçek anlamda bir “Türk-İslam Birliği”nden geçmektedir. Bu noktada, Karabağ’da yaşanan son çatışmalarda Türkiye ile birlikte Türkmenistan, Pakistan ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Azerbaycan’a verdiği destek oldukça önemlidir. Evet, Türk-İslam coğrafyası uyanmaktadır. Bu uyanışı Allah’ın izniyle hiç kimse engelleyemeyecektir!
Prof.Dr.Mehmet Seyfettin EROL

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir