KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Avatar

Avatar

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 6 dk okuma süresi
264 0

Almanya’da ve Türkiye’de seçim döneminde yükselen gerginlik nihayetinde Almanya da hükümet kurulmasıyla normal durumuna dönmüş görünüyor. Bu ilginç durumun gösterdiği şudur ki; kararı etkileyebilecek büyük kitlesel seçmenlerin zihninde Türkiye ve Avrupa farklı dünyalardır ve arada mesafe olması istenmektedir, ancak iş yönetim seviyesine geldiğinde ve gerçek uygulamaya dönüldüğünde Avrupa’nın ve Türkiye birbirlerine ihtiyacı olan yapılardır ve birbirleriyle yakın ilişkiler içinde olmazlarsa bundan Avrupa zarar görmektedir. Bu ikilemin çözülememesinin iki tarafa da zaman, fırsat ve güven kaybettirdiği kaçınılmaz. Sanılanın aksine aynı birliğin üyesi olmak değil aynı vizyonu paylaşmamanın sorunun kaynağı olduğu pek anlaşılamamış durumda. Gelecek seçim zamanı ilişkileri tekrar bozulacak olması ihtimali herkesin kafasında yatırımların akıbetini ciddi biçimde sorgulaya iter ve çekingen davranılmasına yol açar, sonunda bu durum iki tarafın değil küresel ve bölgesel diğer güçlerin işine yarar. Avrupa Türkiye ilişkilerinin kendi başına şekillenebilmesi için Avrupa tarafı için ciddi bir irade gerektiği açık ancak şu an bunu söylemek zor. Seçimlerin belirleyici kitleleri bu karşılıklı bağımlılık ilişkisini içine sindiremezlerse uzun dönemde daha azla yetinmek zorunda kalacaklarına ikna edilmeleri çözüm yolu olabilir ama sosyal politik olaylar bunun tersine işlediğini gösteriyor. Avrupa’nın yöneticilerinin ve insanlarının Türkiye’nin neyi ifade ettiklerinin çok geç olmadan farkına varmaları kendi yararlarınadır.
Türkiye’nin ABD ile olan bağı Avrupa’yla olan yapısal karşılıklı bağımlılıktan farklıdır. ABD’nin Türkiye’yle ilişkisi bölgesel siyasi-politik gücün kontrolü ve bunu destekleyen iktisadi bağlantılarla sınırlıdır. ABD tarafından Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak kendi tarafında olması, karşı tarafta veya kendi başına siyaset üretmemesi istenmiştir ve bölgede istenen düzen için ihtiyaç duyulan küçük ortak olarak görülmüştür. Ne var ki ABD’nin bölgesel beklentilerin değiştiği ve bunun Türkiye tarafından artık karşılanabilme sınırının aşıldığı anlaşılıyor. Bu karşılanması istenenler fiziki niteliklerden çok ahlaki karakterine uyumuyla ilgili. Dünyanın uzak bir yerinden ekonomik çıkarlar için bu bölgede strateji ve taktikleri değiştirmek, savaşlar çıkarmak, insanları öldürmek, yakıp yıkmak sanki bilgisayar oyunu oynamak, oyun karakterlerini zevk için harcanacak avatarlar olarak görmek gibi. ABD özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde bölgedeki oyunlarına uygun olarak Türkiye’yi şekillendirmeye, kendine bağımlı yapmaya çalıştı ve genel stratejinin bir parçası olmasını istedi. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Atatürk’ün bağımsızlık felsefesini benimseyen yönetim kadroları bu isteğe boyun eğmediler. Türkiye’nin Kıbrıs meselesi gibi hayati olaylarda bu dengesiz bağımlığa karşı başkaldırması aslında bölgesel açıdan politik olarak bağımlı ABD için uluslararası ilişkiler açısından kısa süreli bir ambargo döneminden sonra çabucak unutulmuş, 80’lerde daha sıcak ilişkiler kurulması zaruri görülmüştür. Ancak soğuk savaş sonrası dönemin gelmesiyle beraber neleri değiştirdiği anlaşılabilmiştir.
Bugün ABD-Türkiye politik bağımlılığının önceki dönemden oldukça farklılaşmış olduğu Suriye’de gün yüzüne çıkıyor. Suriye’deki faaliyetlerinde ABD, Türkiye’nin ne kadar olumsuzluklarla karşılaştığını anlayabilecek empatiyi kurabilmiş değil, ya da artık aynı vizyonu paylaşmadıkları söylenebilir. Diğer yandan ABD’nin İsrail lehine değiştirmek istediği siyasi coğrafyanın olur bir yanı yoktur ve tarih önünde savunulacak gibi de değildir. Türkiye’nin ortaklık beklentilerini karşılamada artık ABD’den ayrışmaya başladığı ve artık bölgede hayatta kalmak için bir avatar değil gerçek bir oyuncu olmak gerektiğini anladığı nokta muhtemelen buradadır. Arap baharı parodisi bir şekilde unutulmaya başlandı ancak Suriye’de olup bitenler özellikle baş oyuncu ABD için ahlaki sorumluluklar taşıyor. Yöneticilerinin burada yaptıklarını kendi vatandaşlarına ve dünyaya anlatmaları pek mümkün değil. Kudüs elçilik meselesi yakın bir örnek. ABD yönetim sistemi sahadaki pis işlerini terör gruplarına (önceleri gizli şimdi alenen) nasıl yaptırıyorsa, yapmak isteyip yapamadığı işlerin sorumluluğunu dengesiz bir yöneticiye yıkarak sonrasında bunun altından kalmak istiyor da olabilir. Diğer bir deyişle şu anki yönetim kadrosunun geçici olması oldukça muhtemeldir. Bu öngörü şimdiki ABD yönetiminin iktidardan zamansız bir biçimde alınması durumunda doğrulanmış olacaktır. Kuzey Kore’de ve Suriye’de stratejik askeri amaçlarını destekleyen ancak insani ve hukuki olarak utanç duyulacak işlerin yapılması ve iktidar değişikliğiyle bunların sorumluluğunun üstlenilmemesi gibi bir spekülatif bir senaryo mu uygulanıyor acaba?
Doç.Dr . Murteza HASANOĞLU

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir