Şekil 1 Kıbrıs Adası: KKTC,GKRY, BM ara bölgesi, Britanya üs bölgeleri
KIBRIS’TAKİ GENEL DURUM
Pile Köyü Kıbrıs Adası’nda; Kuzeyinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, doğusunda Britanya’nın egemen Dikelya Üs Bölgesi, güneyinde ise Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne ait toprakların bulunduğu, BM ara bölgesinde yer alan Türk ve Rumların birarada yaşadığı kendine özgü-defacto, ortak yönetime sahip bir yerleşim bölgesidir.
Kıbrıs adasında bölgesel egemenlik tartışmalarında gözönüne alınması gereken pek çok uluslararası teşkilat ve ülke sözkonusudur. Kıbrıs Cumhuriyetini kuran 1959 Zürich-Londra kurucu anlaşmalarında beş uluslararası süje vardır: Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan, Britanya ve ülkenin iki eşit kurucu topluluğu, Türk ve Rum halkı. Britanya ayrıca Adada, varlığını ve statüsünü 59-60 Anlaşmalarının diğer taraflarının-Türkiye ve Yunanistan’ın- onayına borçlu olduğu iki egemen üs bölgesine sahiptir. Rum yönetiminin baskı ve katliamları sonrası Birleşmiş Milletler de devreye girmiş Barış Gücüyle ara bölgede yer almıştır. Kıbrıs Türk toplumunun kazanılmış geçerli haklarına dayanarak Adanın kuzeyinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 1983 yılında kurulmuştur. 2004 yılında Rum Kesimi hukuka aykırı şekilde tüm adayı temsilen Avrupa Birliğine üye kabul edilmiştir. Böylece Ada’da dalgalanan bayraklara 12 yıldızlı Avrupa Birliği bayrağı da eklenerek, Kıbrısla ilgili tartışmalar çok daha çetrefilli hale gelmiştir.
BM KIBRIS BARIŞI KORUMA GÜCÜ (UNFICYP)
1959-60 Zürich-Londra Anlaşmaları uyarınca Türkiye, tüm Adanın deniz-hava-kara egemenlik haklarıyla, statüsü üzerinde garantörlük haklarına sahiptir. Kıbrıs Türk toplumu da anılan egemenlik haklarına Rum toplumuyla birlikte eşit oranda sahiptir.
Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler Barış Gücü yönetimindeki yeşil hat sınırlarında ve ara bölgeyi oluşturan 362 km2 lik alanda taraf ülkelerin onayı olmaksızın değişiklik yapılamaz, yeni iskan bölgeleri oluşturulamaz. Şöyleki;
Kıbrıs Barış Harekatının ardından, Yunanistan, Türkiye ve Britanya 25 Temmuz 1974’te Cenevre’de toplandılar. Bu toplantıda alınan ortak bildiri kararına göre:
Türk silahlı kuvvetlerinin -anlaşmalardan kaynaklanan haklarını kullanarak- müdahalede bulunduğu alanların sınırında, Yunanistan, Türkiye ve Britanya temsilcileri tarafından UNFICYP (Birleşmiş Milletler Kıbrıs Barış Gücü) ile istişare edilerek belirlenecek büyüklükte bir güvenlik bölgesi oluşturulacaktı. Bu bölgeye, giriş yasağını denetleyecek olan UNFICYP’den başka hiçbir güç girmeyecekti. Güvenlik bölgesinin büyüklüğü ve niteliği belirleninceye kadar, iki kuvvet arasındaki mevcut alan herhangi bir kuvvet tarafından ihlal edilmeyecekti. BM Güvenlik Konseyi daha sonra 355 sayılı Kararla bu deklarasyonu kabul etti.
Görüldüğü üzere BM Barış Gücü kontrolündeki bu oldukça büyük alanın içinde, tek taraflı olarak imar ve iskan uygulamaları yapılamaz. Ara bölge içinde ve sınırlarında Rumlar lehine değişiklik yapılabilmesi 25 Temmuz 1974 Cenevre Konferansı’nın taraf ülkesi Türkiye’nin onayına tabidir. Ayrıca aynı onayın 59-60 Anlaşmalarının kurucu unsuru olan Türk Toplumunun temsilcisi KKTC’den de alınması gerekir.
Oysa BM Barış Gücü yeşil hat olarak tanımlanan ara bölgedeki sorumluluklarını ve tarafsız davranma yükümlülüğünü yerine getirmemiştir. Esasen Kıbrıs’taki barış gücünün kuruluşundan itibaren taraflı hukuksuz bir yapılanma bugüne kadar etkilerini sürdürmüştür.
BM Barış Gücüne dayanak teşkil eden Güvenlik Konseyi’nin 1964 tarih 186 sayılı kararının, Kıbrıs Sorunu bakımından çok temel ve önemli bir rolü bulunmaktadır. Çünkü Karar sonrasında, ortada 1959-60 Antlaşmaları’yla kurulan bir devlet varmış ve Kıbrıslı Rumlar da bu devletin sanki yasal hükümetiymiş gibi davranmaya başlamıştır. BM Barış Güçlerinin bir ülkeye yerleştirilebilmesi için, o ülke devletinden izin alınması genel bir kuraldır. Bu iznin verilmemesi durumunda, o ülkeye barış güçlerinin gönderilmemesi gerekir. 186 sayılı kararın dördüncü maddesinde, Kıbrıs’ta BM Barış Gücü’nün kurulmasını tavsiye ederken, bunu Kıbrıs Hükümeti’nin rızasının alınması koşuluna bağlamıştır. Bu noktaya kadar her şey, BM’nin o yıllardaki uygulamasına ve uluslararası hukuka uygun görünmektedir. Fakat daha sonra BM, iki kurucu eşit toplum temeli üzerine oturtulan ve toplumlardan birinin rızası olmaksızın devlet mekanizmasında karar alınamayan Kıbrıs Devleti ve Hükümeti içerisinde, Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın, bakanlarının, Temsilciler Meclisi milletvekillerinin ve hatta kamu hizmeti görevlilerinin –Rumların baskı ve terör politikaları nedeniyle- bulunmamalarını göz ardı ederek, Sadece Kıbrıs Rumlarından oluşan hükümeti, “yasal hükümet” olarak kabul etmiş ve onların rızasıyla Ada’ya BM güçlerinin kurulmasına karar verilmiştir.( Erkan Çakmakçı, BM Barışı Koruma Harekatları ve BM Kıbrıs Barışı Koruma Gücü (UNFICYP) yüksek lisans tezi) Böylece BM Barış Gücü en baştan Kıbrıs Türklerinin sonrasında Kıbrıs Türk Federe Devleti ve KKTC’nin ülke devleti sıfatıyla, onayı alınmaksızın göreve başlatılmıştır.
UNFICYP (UN Peace Keeping Force in Cyprus) adı altında Kıbrıs’ta, 04 Mart 1964 tarihli tartışmalı 186 sayılı Güvenlik Konseyi kararıyla yeni bir BM Barışı Koruma Harekatı’na başlanmıştır. İngiltere’nin büyük oranda katılımı ile, Türkler ve Rumlar arasında tampon bölge oluşturmak için başlangıçta geniş çaplı 6500 kişilik bir kuvvet oluşturulmuştur.
Zaman içinde kuvvete, gruplar arasında tartışmaları sona erdirme, durumu değerlendirme ve BM Sivil Polis Gücü’nün yardımlarıyla bölgesel düzeni sağlama görevleri verilmiştir ve halen bölünmüş bölgede Rumlar ve Türkler arasında görevine devam etmektedir. Güvenlik Konseyi, Genel Sekreter’e bölgeye bir arabulucu atama ve taraflara politik çözüm aramaları için yetki vermiştir. 1964 ve 1967 olayları ardından sağlanan ateşkes süreci; adada Kıbrıs Hükümeti’ne karşı darbe, Yunanistan’a adayı katma girişimi ve Kıbrıslı Türklere karşı insan hakları ihlalleri 1974 yılında Türkiye’nin müdahalesi ile çıkmaza girmiş, taraflar arasında yapılan görüşmeler ve çabalara rağmen bir gelişme sağlanamamıştır. 1983 yılında Kıbrıslı Türklerin kurucu egemen unsur olarak kazanılmış hakları çerçevesinde bağımsızlıklarını ilanı, Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü göstermekte ve UNFICYP görevine bölgede Yunan ve Türk Kuvvetleri arasında 180 km.’lik askersiz hale getirilmiş bir bölgede devriye, gözlem ve kontrol görevine devam etmektedir. 1964 ve 1974 yılları arasında UNIFICYP iki toplum arasında bir tampon bölge kuvvetinden ziyade Polis Gücü olarak hareket etmişken, 1974 sonrası 353 sayılı Güvenlik Konseyi kararı ile 39 ve 40ncı maddelere dayandırılan güvenlikli bölgeler oluşturularak faaliyetlere devam edilmektedir.(Aytekin Candemir, BM Barışı Koruma Harekatlarının Hukuki Esaslarının Değerlendirilmesi Syf 111-112 )
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BARIŞ GÜCÜNE KATILAN ASKERLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
Barış Gücünü kabul eden devlet, kuvvetin kompozisyon ve işleyişine müdahale sonucu doğuran uygulamalardan kaçınmalıdır. UNFICYP Harekatı’nda yapılan Kuvvet Statüsü Sözleşmesi’nde, bazı küçük sınırlamalarla bütün Kıbrıs’ta harekat serbestisi kabul edilmiştir. Buna karşın uygulamada çeşitli bahanelerle Kıbrıs Rum Ulusal Muhafızları, kuvvetin hareketlerini kısıtlamışlardır. Bu müdahaleler, UNFICYP personelinin durdurulmasından üst ve araçlarının aranmasından dahi kaçınılacağı şeklinde karar alınmasını gerektirmiştir
Uygulamalarda UNEF I (First United Nations Emergency Force) Harekatı’ndan itibaren kuvvet mensupları bulundukları ülkede işledikleri bütün suçlar bakımından, kendi devletlerinin ceza yargı yetkisine ve yasalarına tabi kılınarak, ülke devletine karşı tam bir yargı dokunulmazlığı statüsü sağlamışlardır. Ev sahibi devlet ülkesinde suç işleyen kuvvet mensubu hakkında vatandaşı olduğu katılımcı (kuvvete birlik veren) devlet yasalarının uygulanması kabul edilmesine karşın, bu kuralı düzenleyen kuvvet statüsü sözleşmesinin, ev sahibi ülke ile Birleşmiş Milletler arasında imzalandığı görülmektedir. Ancak kuvvete birlik veren ülkeler ile Birleşmiş Milletler arasında yapılmakta olan katılma antlaşmalarında, sözleşme hükümlerince atıf yapılmakta, böylece ceza yargı dokunulmazlığına ilişkin hükümlerden katılımcı devletler de etkilenmektedir. Bu şekilde ev sahibi devlet ülkesinde işlenen suçlar açısından yargı yetkisinin yalnızca katılımcı devlete tanınmasında, bu devletin kovuşturma açmaması halinde bu durum, ülke devletine yargılama yapma hakkı vermez. Bu halde katılımcı devlet, Birleşmiş Milletler ile yaptığı katılma antlaşmasına aykırı hareket etmiş olacağından, Birleşmiş Milletler’in bu devletten tazminat isteme hakkı doğacaktır. Birleşmiş Milletler ayrıca ceza kovuşturmasına tabi tutulmayan birlik mensubunun veya bütün birliğin geri alınmasını antlaşmaya aykırı davranan katılımcı devletten isteyebilir. (Sahir Erman, Askeri Ceza Hukuku, syf 67)
Katılımcı ülkeler, münhasır ceza yargı yetkisini kötüye kullanmamalıdır. Bu yetki, o ülkeye ait birlik mensuplarının kişisel yararları için değil, bir bütün olarak kuvvetin etkin şekilde çalışabilmesi amacıyla verilmiştir. Bu nedenle, egemen bir devletin hukukunu ihlal eden birlik mensubunun yargılanması gerekir. Bu yargılamanın derhal başlatılması gerekmekte olup, birliğin görevini bitirmesini müteakip ülkeye dönüşüne kadar yapılacak ertelemelerin, olumsuz sonuçlar doğuracağı açıktır. Söz konusu ceza yargı dokunulmazlığının, ev sahibi devletin hukuk kurallarını çiğneme hakkı vermeyeceğini de belirtmek gerekir. Gerek Birleşmiş Milletler’in gerek katılımcı devletlerin, kuvvet mensuplarının ev sahibi devletin vatandaşlarına yönelik suçlar işlememelerini, yerel düzenlemelere saygılı olmalarını sağlayacak önlemleri almaları gerekir. Kuvvet mensubuna sağlanan ev sahibi devletin ceza yargısından mutlak bağışıklık, bu devlet yetkililerinin suç işleyen mensubu tutuklamasına ve tutmasına karşı korumaz. Müttefik ziyaretçi kuvvet mensupları içinde söz konusu kural geçerlidir. Ev sahibi devlet yetkilileri ilk soruşturmayı yapabilir ve kuvvet mensuplarını yasalara aykırı hareketlerden dolayı, kuvvet yetkililerine derhal teslim edilmelerini sağlamak üzere, gözetim altına alabilir(Orhan Nalcıoğlu, Birleşmiş Milletler Barışı Koruma Harekatının Hukuksal Esasları, syf 167-169)
Ülke devletinin kuvvetin harekat serbestisini sınırlayan bu tür uygulamalara UNEF II Harekatı’nda rastlanılmıştır. İsrail Hükümeti; UNEF II’ nin, Gana, Endonezya, Senegal ve Polonyalı birliklerinin, bu devletler ile İsrail arasında diplomatik ilişkilerin mevcut olmadığını gerekçe göstererek, kontrolü altındaki topraklara girmesine izin vermemiştir. Adı geçen katılımcı ülkelere ait birlikler, ancak Mısır topraklarında veya Birleşmiş Milletler kontrolü altındaki tampon bölgelerde görev yapmışlardır.
Kıbrıs Rum tarafı, 1996 yılında Larnaka – Dikelya – Aya Napa yolu yapımı sırasında, Kıbrıs Türk tarafının onay vermemesine rağmen, yolun Pile bölgesi sınırları içindeki bölümünü, Türk tapulu arazilerden geçirmiş ve müteakiben bahsekonu Türk arazilerini sistemli bir şekilde istimlak etmiştir. Anılan yolun bir bölümü BM Barış Gücü’nün kontrolündeki ara bölgeden geçmiş, BM Barış Gücü bu yol yapılırken hiçbir engellemede bulunmamıştır. 2004 yılında Kıbrıs Rum tarafınca yapılan Pile – Voroklini yolu da ara bölgeden geçmiş yine BM Barış Gücü taraflı davranarak engellemede bulunmamıştır.
Rum tarafı sadece yol yapımıyla ihlallerde bulunmamış, Bugünkü tartışmalara konu Pile bölgesinde, tek taraflı olarak iskan uygulamaları yapmış, 2012 yılında Pile’de yapılan üniversite kampüsünü her yıl genişletmiş, 2020 yılında ara bölgede, Derinya sınır kapısının güneyinde açık hava sineması ile Pile güneyindeki boş topraklara uygun koşullu kredilerle yeni konutlar inşa etmiş, buraya Pile dışından Rum gençlerini yerleştirmiş, Pile’nin bulunduğu ara bölgeyi fiilen kendi toprakları gibi kullanarak, sınırlarıyla birleştirmiştir (Şekil 2,3,4). Tüm bu ihlaller olurken BM Barış Gücü hiçbir müdahalede bulunmamıştır. Türklerin ortak egemenlik haklarına sahip olduğu Pile bölgesi Rumların ihlali ve BM Barış Gücünün pasif eylemiyle fiilen eylemli olarak Rum kesimi topraklarına katılmıştır Pile’deki bu durum GKRY açısından haksız toprak kazanımı ve 1974 sonrasında ateşkes statüsünün, sınır ihlalleriyle bozulması anlamına gelmektedir. Ara bölge içinde Rum tarafı kullanımına hukuksuz şekilde bırakılan bu geniş alanlar göz önüne alındığında, KKTC’nin Pile Yolu için 25 yıl önce BM’ye yaptığı başvurunun ne kadar haklı olduğu ortaya çıkmaktadır. KKTC ara bölgeyi Rumlar gibi topraklarına katmak için değil, Türk toplumunun bir parçası olan Pile’li Türklerin temel ihsan hakları çerçevesinde ihtiyaçlarının karşılanması için insani koridor kurmak amacıyla böyle bir talepte bulunmuştur.
Şekil 2 Ara bölgedeki Pile Köyü
Şekil 3 Kırmızı hat: ara bölge. Yoğun yapılaşma, sonradan yapılan üniversite ve konut alanları
Şekil 4 GKRY ile fiilen birleşen Pile ve KKTC’den Pile’ye ulaşımın sağlandığı Britanya üs bölgesinden geçen halen kullanılan yol. Aynı yolun uzantısı doğrudan GKRY topraklarına ara bölgenin içinden geçmektedir. BM Barış gücünün yanlı uygulaması bu yol güzergahında açıkça görülmektedir.
Pile KKTC arasındaki mevcut yegane yol Britanya üs bölgesinin içinden geçmekte olup, Britanya 59-60 Anlaşmalarına aykırı şekilde anılan üs bölgesinin bir kısmını Rumların sivil yerleşimine bırakmıştır. Bugün itibariyle Pile’li Türkler KKTC’ye geçmek için, Britanya üs bölgesinde, çoğunluğu Rum kökenlilerden oluşan gümrük görevlilerinin baskısıyla karşılaşarak, Rum yerleşimcilerin bulunduğu güzergahtan geçmek zorunda kalmaktadır. Anılan durum bu insani koridorun gerekliliğini bir kere daha ortaya koymaktadır.
SONUÇ
• Pile’deki mevcut durum GKRY açısından haksız toprak kazanımı ve 1974 sonrasında ateşkes statüsünün, sınır ihlalleriyle bozulması anlamına gelmektedir.
• BM Kıbrıs Barış Gücü, Kıbrıs’ta iki egemen halk ve bu halkları temsil eden iki yönetim olmasına rağmen sadece Rum Yönetimiyle yapılan anlaşmayla, uluslararası hukuka aykırı şekilde Adada görev yapmaktadır.
• Kıbrıs Rum tarafı, Barış Gücünün kontrolündeki alana tecavüz etmekte, Barış Gücünü engellemektedir. Rumların hukuksuz müdahaleleri nedeniyle, BM, UNFICYP personelinin durdurulmasından üst ve araçlarının aranmasından dahi kaçınılacağı şeklinde Rum Yönetimi için karar almak zorunda kalmıştır. Rum Yönetiminin bugüne kadarki Birleşmiş Milletler ile yaptığı Barış Gücünün kabulüne dair antlaşmalara aykırı hareket etmesi nedeniyle, BM Rum tarafından tazminat talep etmeye yetkilidir.
• Benzer şekilde Barış Gücüne katılımcı devletler, Birleşmiş Milletler ile yaptığı katılma antlaşmalarına, eşit adil davranma ve ara bölgedeki statüyü koruma yükümlülüğüne aykırı hareket ederek can kaybına ve KKTC’nin egemenlik haklarına zarar vermeye neden olduklarından, Birleşmiş Milletler’in bu katılımcı devletlerden tazminat isteme hakkı doğmuştur. Bu yönde her iki tazminatın istenmesi için KKTC ve garantör Türkiye Cumhuriyeti ile 1960 öncesi kurulan Kıbrıs Türk Ticaret Odası gibi Avrupa Birliği’nce tüzel kişiliği hukuken kabul edilen sivil toplum kuruluşları BM’den talepte bulunabilir.
• KKTC tıpkı İsrail Hükümetinin UNEF II’ Barış Gücünün; Gana, Endonezya, Senegal ve Polonyalı birliklerinin, bu devletler ile İsrail arasında diplomatik ilişkilerin mevcut olmadığını gerekçe göstererek, kontrolü altındaki topraklara girmesine izin vermemesi ve bunun BM tarafından kabul edilmesi örneğinde olduğu gibi,
BM Kıbrıs Barış Gücüne katılan devletlerle arasında diplomatik ilişkilerin bulunmamasını gerekçe göstererek ortak egemenlik sahası olan ara bölgede görev yapmalarına izin vermediğini deklare edebilir. Öte yandan Barış Gücü’nün BM misyonu olarak görevini gereği gibi yerine getirmeyerek, yer yer Rum kolluk gücü gibi davranması Garantör devlet sıfatıyla Türkiye ve adanın egemen unsurlarından KKTC’ye BM nezdinde Barış Gücü’nün varlığıyla ilgili taleplerde bulunma hakkı vermektedir. Türkiye’nin güçlendirilmiş garantörlük hakkı, Kıbrıs’ta, ‘BM Barış Gücünü kabul eden devlet‘ benzeri bir statüye sahip olması sonucunu doğurur.
• Pile yolu inşaası sırasında fiziki güç kullanarak KKTC görevlilerine ve ekipmanlarına zarar veren Barış Gücü askerleri suç işlediğinden, KKTC kolluk güçleri, yukarda açıklandığı üzere, anılan askerlerin kendi ülkelerinde yargılanmalarını teminen, ülkelerine teslim edilmek üzere gözaltı ve ilk sorgulamayı yapmaya yetkilidir. Anılan husus BM Barış Gücü tarafından bundan sonraki yol yapımı aşamalarında göz önüne alınmalıdır.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİN KIBRIS BARIŞ GÜCÜYLE İLGİLİ KARARLARI