Yahudiler ve Araplar aynı soydan. Dilleri de aynı kökten. Sami dil ailesi veya Semitik diller, Afro-Asyatik dil ailesinin bir alt grubudur ve Orta Doğu’da yaygın olan antik dillerin çoğunu kapsar. Aramice, Arapça ve İbranice en fazla konuşulan Sami dillerdir. Ayrıca Fenikece ve Akadca da Sami dil ailesindendir. Türklerin ne Yahudilerle ne Araplarla akrabalığı yok! Ancak Hazar Türklerinin Museviliği kabul etmesi nedeniyle günümüz dünya Yahudi nüfusu içerisinde hatırı sayılır bir Hazar Türkü mevcut. Türkler İslam’ı kabul ettikleri tarihten itibaren Araplarla kaynaştılar, kız alıp verdiler. Bu açıdan bakıldığında Yahudilerle ve Araplarla geçişken bir gen transferi olduğu söylenebilir. Nitekim ABD’deki Stanford Üniversitesi’nin araştırması, Anadolu’da yaşayan insanların dünyanın farklı bölgelerine ait 12 farklı gen taşıdığını ortaya koydu. Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi Genetik Bölümü’nün 2003 yılında başlayan araştırmasına göre Türklerin taşıdığı genler ise şöyle: Türk, Berberi, Yunan, Alman, Slav, Arap, Yahudi, Balkan. (Bkz. http://www.gazetevatan.com/anadolu-nun-genleri-dunya-haritasi-gibi-255854-dunya/ )
Arapların milliyetçiliği hem ırk hem de din temelli. Ancak ırk temelli milliyetçilikleri su götürür çünkü işin içinde Yahudilerle akrabalıkları var. Bu nedenle Fransızların kültür milliyetçiliğinde olduğu gibi Arapça konuşan topluluklar üzerinden bir Arap milliyetçiliği propagandası daha popüler. 1. Dünya Savaşında İngilizlerin kışkırtmasıyla Osmanlıya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin isyana davet ettiği Arap kabile reislerine yazdığı mektupta kendisini tanıtırken peygamberin torunu olduğunu vurguluyor ve ‘Dedem Muhammed’ ifadesini kullanıyordu. Şerif Hüseyin’in İngiliz marifetiyle Ürdün tahtına oturtulan oğlu Kral Abdullah, hatıralarını topladığı “Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik?” kitabında, İslam’ın Araplara indiğini, Türklerin kim olduğunu falan yazar. Savaş bittiğinde askerlerine yaptığı konuşma, Arapların hangi saiklerle ümmetçilikten milliyetçiliğe geçtiklerini göstermesi açısından ilginçtir. Der ki Kral Abdullah; “Yaşasın Arap ordusu! Yaşasın muzaffer çöl kuvvetleri! Allah’ın inayeti, Resulünün (s.a.v) yardımları ve dostumuz Büyük Britanya’nın güzel desteğiyle Arap dünyası milli hedeflerine ulaşsın! Dostumuz Britanya’nın bize verdiği sözleri tuttuğu gibi, biz de ona verdiğimiz sözleri tutalım ve dünya çapındaki zor görevinde ona yardım yolunda her türlü gayret ve özeni gösterelim.”
Hatta Osmanlı Hilafetini İslam dünyasında kötülemek için İngiliz müsteşriklerinin yol göstermesiyle ‘Hilafetin Kureyşliliği’ meselesinin gündeme taşımışlardı. Hilafetin Osmanlı Hanedanından Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi şahsiyesine geçmesiyle birlikte, Mısır Kralı ve Suudi hanedanı, Osmanoğulları’ndan Hilafet nişanesi almak için çok uğraştılar, hem de Osmanoğulları’nın hem de Ankara hükümetinin feraseti sayesinde her teşebbüslerinde avuçlarını yaladılar! Bugün Topkapı sarayında muhafaza edilen kutsal emanetler, Hilafetin halen Türkiye’de olduğunun ispatıdır. Ne körfez ülkelerinin şeyhleri ne Suudiler ne de diğer ülkelerde ki Arap milliyetçileri Türkleri sevmez, Türkleri işgalci görür. İngiliz kraliyetinin, İtalyan faşistlerinin Fransız emperyalistlerinin Arap coğrafyasını talan etmesine, halklarını köleleştirmesine seslerini çıkarmazlar. Biz halâ yıllar öncesinin hatıralarıyla avunmayı tercih ederiz. İlhan Bardakçı’nın anlattığı, 9 Aralık 1917 Pazar günü Kudüs’ten çekilen Osmanlı ordusunun artçı bıraktığı, Mescid-i Aksa’da nöbet tutan son Osmanlı askeri, 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan’ın hikâyesiyle teselli buluruz.
Arapların Osmanlı düşmanlığının en belirgin örneği, Mekke’de Osmanlı yönetimi tarafından 1781 tarihinde yapılan, 2002 yılında Suudi Arabistan idaresince yıkılan Ecyad kalesi. Ellerinden gelse Türklerden kalan ne varsa kazıyıp atacaklar. Son okuduğum bir haber beni çileden çıkarmaya yetti. Haber; Tarih araştırmacısı Dr. Mehmet Tütüncü’nün, Kudüs’teki Mescid-i Aksa Camii’nde bulunan ve 920 yılı aşkın süredir gizli tutulan Selçuklu kitabesinin varlığını gündeme taşımasıyla ilgili. “Mescid-i Aksa’nın batı duvarında yer alan ‘Mihrab-ı Zekeriya’ adlı bölmede gizlenen 4 satırlık Türk kitabesinin 2006-2007’deki restorasyon sırasında çekilen fotoğraflarına ulaşan Tütüncü, “Kutsal mekandaki Türk kitabesi 4 satırdan oluşuyor. Kitabe 920 yılı aşkın süredir üzeri kaplı halde gizli tutulmuş. Kudüs İslami Müzesi Müdürü Khader Salameh, 2006-2007 yılında tamirat yapılırken sökülen mermerlerin arkasında kitabenin farkına varıp fotoğraflarını çekiyor. Bu fotoğraflara ulaşmayı başardık. Ancak Müze Müdürü Salameh, ortaya çıkan kitabeyi açıkta bırakmak yerine, kitabe yeniden karanlığa gömülüyor.
Dışişleri ve Kültür Bakanlığı girişimlerde bulunarak Selçuklu dönemine ait tarihi esere sahip çıkmalı. Selçuklular’ın Kudüs’teki idaresinden elimizde kalan tek kültür mirası bu kitabe. Kitabede Sultan Melikşah ve kardeşi Suriye Meliki Tutuş’un ismi geçiyor” dedi. Dr. Tütüncü, eline geçen fotoğrafların kitabenin tek delili olduğunu belirterek, şunları söyledi: “2006-2007 yılında Zekeriya Mihrabı’nın tamiratı yapılıyor. Kudüs İslami Müzesi Müdürü Khader Salameh, 2007’deki incelemelerde restorasyonda sökülen mermerlerin arkasındaki duvarda bazı kazılmış yazılar bulunduğunu fark ederek fotoğraf çekiyor. Fotoğraf çekiminden sonra her nedense kitabenin önündeki mermerler tekrar yerine yerleştirilerek, Türk kitabesi gizleniyor. Asıl vahim olanı, Salameh’in, 920 yıllık geçmişe sahip olduğu tahmin edilen kitabenin açıkta bırakılarak sergilenmesi teklifini kabul etmemesi.” (Bkz. http://www.uzxalqharakati.com/tr/arsivler/4467 )
Kudüs İslam Müzesi, Kudüs’ün Eski Kent bölümündeki Tapınak Dağı’nda, El Aksa Camii’nin bitişiğinde bulunuyor. 1923’te Yüksek Müslüman Konseyi tarafından kurulan müzenin tasarım projesi, çağdaş Arap kadın mimarlardan,
1947 doğumlu Shadia Yousef Abd Al-Fattah Toukan’a ait. Müze arşivi ve kütüphane koleksiyonunun yöneticisi, sergi düzenleyicisi ise Khader Salameh. İşte; Kudüs’teki Selçuklu varlığını belgeleyen kitabelerin tekrar tarihin karanlığına gömülmesini sağlayan, sergilenmesine müsaade etmeyen Khader Salameh, zaman zaman Türkiye’deki etkinliklere de davet ediliyor, sunumlar yapılıyor. Khader Salameh’in Selçuklu kitabelerini sergilememek istememesinin arka planında sözünü ettiğim Arap milliyetçiliği ve Türk düşmanlığı var.
Kudüs’e tur düzenleyen Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhurbaşkanının verdiği ödülle Kudüs Şairliği payesiyle tanınan, geçtiğimiz günlerde Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarının evinde ziyaret ettikleri Nuri Pakdil ve TİKA yöneticileri bu konuyu gündeme getirmeliler. Geçtiğimiz günlerde Mavi Marmara olayından bu yana, Türkiye’den İsrail’e bakan seviyesinde ilk ziyareti gerçekleştiren, Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın Tel Aviv ziyareti Yedioth Aharonot gazetesine “Türkiye: İsrail’den 600 bin turist istiyoruz” manşeti ile yansımıştı. Gazete Avcı’nın sözlerini dünyaya şöyle duyurdu: “Türk devleti İsrailli turistleri dört gözle bekliyor. Misafirperverlik bizim geleneğimizdir. Geçtiğimiz yıl Türkiye’ye 260 bin İsrailli geldi, önümüzdeki yıl 600 bin turist görmek istiyoruz.” (Bkz. http://www.salom.com.tr/haber-102065-turizm_bakani_Israilli_turistleri_ozledik.html ) Umulur ki Türk yetkililerin İsrail’e gerçekleştirecekleri ziyaretlerde İsrailli yetkililerle temaslarında, Filistinli Müslüman Arapların tarihin karanlığına gömmek istedikleri bu Selçuklu Kitabesinin gün yüzüne çıkarılmasını ve sergilenmesini gündeme taşırlar. Yoksa Kudüs bizim demenin hiçbir mantığı yok! Kimse Kusura bakmasın! Yahudilerin Mescid-i Aksa’nın altında tünel kazmasıyla, Selçuklu Sultanı Melikşah’a ait kitabenin saklanması, gizlenmesi, gömülmesi aynı hastalıklı ruhun yansımasıdır. Ee boşuna amca çocuğu değiller!
Ömür Çelikdönmez
Twitter:@oc32oc39
omurcelikdonmez@hotmail.com