KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Ankara saldırısının kritik soruları

Ankara saldırısının kritik soruları

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 11 dk okuma süresi
319 0

Ankara saldırısının kritik soruları 17 Şubat’ta Ankara’da gerçekleşen araçlı intihar saldırısında çoğu askeri personel 28 kişi hayatını kaybetti, 100’e yakın kişi de yaralandı.

Bu saldırı, üç yönden Ankara’da bu güne kadar yaşanan saldırılar arasında bir ilk olma özelliğini taşıyor. Öncelikle eylem tipi açısından. Ankara’da şimdiye kadar gerçekleştirilen intihar saldırılarında ilk kez hareket halindeki bir araç kullandı.

İkincisi saldırının lokasyonu: Saldırı Türkiye’nin stratejik merkezi sayılabilecek, çok kritik bir noktada, parlamentoya 500 Genelkurmay Başkanlığı’na 300, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na 150 ve generallerin kaldığı lojmanların girişine sadece 100 metre mesafede gerçekleşti. Nitekim, “Devlet mahallesi” adıyla bilinen bölge ilk kez böyle bir eyleme sahne oldu.

Son olarak, saldırı hedefleri açısından da Ankara için bir ilk. Genelkurmay Başkanlığı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanlıklarının karargahlarında çalışan askeri personel ile sivil memurlar ilk kez bir saldırının hedefi oldu. Şimdi bu saldırıdan sonra herkesin sorduğu soru şu: Böyle bir eylem başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye’nin herhangi bir metropolünde tekrar yaşanabilir mi?

Başbakan Ahmet Davutoğlu saldırıdan sonra Genelkurmay Başkanlığı karargahında yaptığı açıklamada net bir şekilde ve sert bir dille saldırının arkasında PKK bağlantılı YPG olduğunu, saldırganın YPG’yle bağlantısına ilişkin ellerinde somut deliller bulunduğunu, ve bu delilleri başta ABD olmak üzere müttefiklerle paylaşacaklarını anlattı.

Daha sonra saldırganın Hasekeli bir Kürt olan 1992 doğumlu Salih Neccar olduğuna dair haberler basına yansıdı.

Başbakan Davutoğlu’nun sert suçlamasından sonra PYD lideri Salih Müslim saldırganı tanımadıklarını ve faille bir bağlantıları olmadığını açıkladı.

PKK’nın önemli isimlerinden Cemil Bayık ise bu saldırıyla doğrudan bir bağlantılarının olmadığını söyleyerek, eylem kararını kendilerinin vermediğini vurguladı. Bayık şöyle dedi: “Bunu kim yaptı bilmiyoruz. Ama Kürdistan’daki katliamlara bir misilleme eylemi olabilir”.

Aslında Ankara’nın ‘Saldırıyı PKK bağlantılı YPG yaptı’ tezine rağmen hem PYD hem de PKK’dan gelen ‘saldırı ile bağlantımız yok’ mesajları ve saldırıyı üstlenmemeleri ilginç. Bu durum, yaptığı saldırıları üstlenmesi ile bilinen PKK’nın genel yaklaşımına da aykırı.

Peki saldırganın kimliği nasıl bu kadar kısa sürede tespit edildi? Davutoğlu’nun saldırının ardından sabah saatlerinde failin kimliğini açıklaması sosyal medyada tartışma konusu oldu. Edinilen bilgiye göre olay yerinde 29 ceset bulundu. 20 kurbanın kimliği asker kökenli olması ve hepsinin parmak izlerinin bulunması nedeniyle hızla tespit edildi. Sekiz vatandaşın kimliklerine de kısa sürede ulaşıldı. Kalan sivillerden dokuzuncu cesedin de Neccar’a ait olduğu anlaşıldı. Neccar’ın kimliği Mardin’de alınan parmak izi karşılaştırması sonucu ortaya çıktı.

Peki saldırıyı gerçekten YPG yapmış olabilir mi?

Ankara’nın “saldırının arkasında YPG var, deliller mevcut’ açıklaması net. Ancak pek çok kişi şu anda Suriye’nin kuzeyinde en büyük kazanan olan, ABD ve Rusya ile iyi ilişkilere sahip, uluslararası kamuoyunda İslam Devleti’yle mücadelesi sayesinde artan bir görünürlük ve itibar kazanan PYD’nin şimdi kendisini böylesine zora sokabilecek bir saldırıyı niçin yapabileceğini sorguluyor.

Aslında biz saldırıyı kısaca şöyle tanımlayabiliriz: PKK ilhamlı ve YPG’nin etkisinde planlanan, ama bu iki örgütün hiyerarşik kademesinden doğrudan gelen bir talimatla işlenmeyen bir saldırı.

İşte bu tanım tam da Ankara’nın bundan sonra canını çok sıkacak yeni bir duruma işarete ediyor. Öncelikle saldırının hedefi ve lokasyonu açısından Güneydoğu’da süren operasyonlara ve Fırtına Obüs’lerinin Afrin bölgesinde YPG hedeflerine yönelik yoğun top atışlarına bir misilleme olduğunu anlamak gerekiyor.

İkinci olarak, Ağustos 2015’deki bir yazımda da belirttiğim gibi PKK İD’in mücadele tekniklerini çok iyi kopyalıyor ve ondan öğreniyor. Kopyaladığı en önemli teknik de şu: Eylem kararı alma, planlama ve icra ile finansman konularında artık yerel hücrelere inisiyatif verilmesi. Yani hem sahadaki yapılanmasında yerelleşmesi hem de karar alma mekanizmalarının de-sentralizasyonu.

Hal böyle olunca karşımıza, doğrudan PKK’nın hiyerarşik kademesinden talimat almayan, kendi başına hareket ederek, eylem planlayıp saldırı yapabilen otonom hücreler karşımıza çıkıyor. Bu hücreler sahadaki gelişmeleri değerlendirip eylem yapabiliyor.

Aslında Bayık’ın açıklamaları da bu tezi destekler nitelikte. Bayık bir yandan saldırıyla bağlantılarının olmadığını ısrarla vurgularken diğer yandan ‘genç’ teması üzerinden, aşağıdan-yukarıya bir anlayışla bu gençlerin sahadaki gelişmelere göre tutum belirleyip eylem kararı alabileceklerine dikkat çekiyor. Daha da önemlisi bundan sonra bu kararlara kendilerinin de saygı göstereceğini vurguluyor. Örgütün İD’le mücadele nedeniyle örgütsel yapısında yöneldiği bu yerelleşme ve de-sentralizasyon aslında örgüt içi disiplini sert olan ve sıkı hiyerarşisiyle bilinen PKK için de yeni bir şey. PKK bölgede yükselen bir trend olan ‘genç isyanı’ ile Güneydoğu’da ve Suriye’deki sıkışmışlığını çatışmaları Ankara’ya ve ülkenin batısına taşıyarak aşma çabasında.

Bu otonom hücreler, hem en az maliyetle, en risksiz ve en etkin şekilde Ankara’yı sıkıştırırken hem de PKK’nın giderek yükselen uluslararası görünürlüğünü ve itibarını bu tarz terör eylemlerini üstlenerek yıpratmamış oluyor. Ne var ki, şiddet tekelinin “franchisingi” olarak tanımlayabileceğimiz bu tutum savaşı daha da kirlileştiriyor.

Ankara ise Suriye konusunda içine düştüğü söylem kapanının yol açtığı yalnızlaşma nedeniyle tezlerini başta ABD olmak üzere, Batılı müttefiklerine ve uluslararası kamuoyuna anlatma konusunda zorlanıyor. Ankara’nın Suriye konusundaki yıpranan itibarı ve azalan ikna gücü dolaylı olarak da PKK’ya da yarıyor.

Türkiye’nin bu saldırıya tepkisinin ne olacağına gelince, Ankara bu saldırıya hem diplomatik alanda hem de sahada tepki verecek.

Diplomatik alanda, ABD ve Batılı müttefikler, saldırganın YPG’yle organik bağı ve saldırının arkasında PKK’nın doğrudan komutasındaki YPG olduğu konusunda ikna edilmeye çalışılacak.

Ne var ki, Ankara’nın Suriye’ye ilişkin meselelerde müttefikleri nezdinde bir inandırıcılık sorunu yaşadığını not etmek gerekiyor. Dolayısıyla, Ankara’nın tezini somut bilgi ve belgelerle savunması çok önemli. Öte yandan, ABD’nin Suriye’deki sıcak gelişmeler nedeniyle bu saldırının ardından tutum değiştirerek, PYD’yle iş birliğine son vermesi çok da mümkün görünmüyor.

Ankara’nın saldırıyla ilgili sahada yapabilecekleri de oldukça sınırlı. Saldırının iki saat sonrasında, Kuzey Irak’ın Haftanin bölgesine, aralarında PKK’nın üst düzey liderlerinin de bulunduğu bildirilen 60-70 kadar kişiden oluşan terörist bir gruba hava harekatı düzenledi. Fakat Ankara’nın saldırının asil faili olarak gördüğü YPG hedeflerine yönelik Suriye içine bir hava harekatı düzenlemesi neredeyse imkansız. Zira Rusya 24 Kasım’dan sonra Suriye’nin kuzeyinde de facto bir uçuşa yasak bölge kurmuş durumda.

Yine saldırı sonrasında Türkiye’den Suriye’nin kuzeyindeki YPG hedeflerine yönelik Fırtına Obüs atışlarının daha da şiddetleneceğini ve Ankara’nın Türkiye-Suriye sınırındaki PYD kontrolündeki bölgeden sınır geçişlerini zorlaştıracağını söylemek de mümkün. Böylelikle Türkiye’nin Rojava’ya uyguladığı dolaylı ambargo daha da sertleştirilecek. Ayrıca Güneydoğu’da süren operasyonlarda daha sert bir tutum alınacağı da görülüyor. Ne var ki, Ankara’nın saldırıya hem diplomatik alanda hem de sahada etkin bir cevap vermesi önünde önemli kısıtlamalar var.

Son olarak, Ankara’nın saldırı sonrasında sinyalini verdiği ‘önce güvenlik’ yaklaşımı ve bunu sağlamak için daha sert bir tutum takınılacağına dair göstergeler, Türkiye’nin halihazırda iyice hassaslaşmış etnik, mezhepsel, siyasi ve sosyo-ekonomik fay hatlarını daha da kaşıyacak. Ankara’nın aslında sorması gereken temel soru şu: Türkiye her türlü terör eyleminin kolaylıkla amacına ulaşabildiği bir ülke haline nasıl geldi? Bu temel sorunun cevabı aslında yine Türkiye’de. Ancak bu cevap, kesin bir gerçeği Ankara’ya dayatıyor: Saldırı sonrası askeri tahkimata önem vermek kadar Türkiye’deki toplumsal kutuplaşmayı azaltacak, iç barışı tesis edecek ve çatışmaları soğutacak kalplere yönelik duygusal ve beyinlere yönelik zihinsel tahkimata da önem vermek gerekiyor.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir