Dün, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geniş çaplı bir basın toplantısı düzenledi.
Soruların içeriği, sunuluş biçimi ve gazetecilerin konuşmaları bir kez daha gösterdi ki, Rusya hâlâ bir “eyalet ülkesi” görünümünde. Sorunlara yaklaşım tarzı ve düşünce biçimi, açık bir şekilde geri kalmışlığı ve “iyi bir çar” arayışını ortaya koyuyordu. Putin her zamanki gibi emperyalist hedeflerini öne çıkardı ancak bu sefer, yaşam standartlarını zor bela koruyan bir Rusya’dan bahsederek.
Putin’in basın toplantısında üzerinde durulması gereken birkaç önemli konu vardı ancak en dikkat çekeni PKK terör örgütüyle ilgili ifadeleriydi. Putin şu sözleri sarf etti:
“Avrupalı liderler bana, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Kürt devletinin kurulması gerektiğini, ancak Kürtlerin aldatıldığını söylediler. Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da 30 milyon Kürt yaşıyor. Kürtlerin savaşçı bir millet olduğunu düşünüyorum.” Ancak PKK için “terör örgütü” ifadesini kullanmadı.
Bu açıklamayla Putin, hem Türkiye’ye şantaj niteliğinde bir mesaj veriyor hem de yerle bir olmuş itibarının intikamını Batı’dan almaya çalışıyor. Batı’ya güvenen herkese şu mesajı vermek istiyor: “Bakın, Batı 100 yıldır Kürtleri aldatıyor ve Türkiye ile Kürtler üzerinden pazarlık yapıyor. Müttefikini satan sadece Rusya değil, Batı da güvenilmez.”
Ancak diğer tüm diktatörler gibi, Putin de bu çelişkili jeopolitik konumun kendi aleyhine işlediğini anlamıyor. Türkiye, bölgede stratejik planlarını adım adım hayata geçiriyor. Putin’in Kürtleri “savaşçı bir halk” olarak nitelendirmesinin sebebi de bu zaten. Bu durum açık.
Ancak Türkiye siyasetçileri de artık bir gerçeği görmeliler: Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşımından bağımsız olarak, Rusya hiçbir zaman Türkiye’nin dostu ya da müttefiki olmayacaktır.
Türk Halklarının Rolü ve Öncelikler
Öte yandan, eğer Putin Kürt halkını düşündüğünü söylüyorsa, Türkiye de Rusya’daki Kuzey Kafkasya ve İdil-Ural (Volga bölgesi) Türk halklarının yaşam koşullarını ve Rusya’nın üzerlerindeki etkisini dikkate almalıdır.
Bugün Rusya topraklarında yaşayan Türk halklarının geçmişte yaşadıkları ve gelecekte Türk Dünyası devletlerinin güçlenmesinde oynayacakları roller, Türkiye’nin başlıca öncelikleri arasında yer almalıdır. Milli cumhuriyetleri güçlendirmek, İdil-Ural tarihi devletini yeniden canlandırmak ve Tatar-Başkurt Cumhuriyeti gibi konuları gündeme taşımak, Türkiye’nin uzun vadeli stratejik hedefleri arasında yer almalıdır.
Son dönemde hem Rusya’da hem de dünyada yaşanan gelişmeler, bu tür politik hamlelerin giderek daha güncel ve önemli bir hale geldiğini göstermektedir. Türk devletleri ve henüz bağımsız devlet statüsü kazanmamış, ancak yeterli maddi ve insani kaynağa, tarihî, kültürel ve devlet geleneğine sahip olan Türk halklarının yaşadığı bölgelerde bir birlik oluşturması ya da en azından barış içinde bir arada yaşaması, artık tarihî bir zorunluluk haline gelmiştir.
Hiç şüphesiz, Batı ve Uzak Doğu, Rusya’nın “yumuşak karnının” Türk halkları olduğunu gayet iyi bilmektedir ve bundan yararlanmak için fırsat kolladıkları bir sır değildir.
Her hâlükârda, şu anda esaret altında bulunan bazı Türk halklarının milli özgürlüklerini kazanması, Türk Dünyası’nın yeniden şekillenmesini sağlayarak, Türkiye’yi bir süper güç haline getirecek en önemli faktörlerden biri olacaktır.