KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Altan Çetin: Türkistanlılığın nazari alt yapısı var mıdır?

Altan Çetin: Türkistanlılığın nazari alt yapısı var mıdır?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
317 0

Bir medeniyet iddiası şüphesiz fert, aile ve toplum çerçevesinde tasavvurların söz konusu olmasını gerektirir. Türkistanlılık dediğimiz medeniyetçi milliyetçi çerçeve için de bu zaviye ve gereklilik söz konusudur. İşte burada ifadesi gerekir ki Türkistanlıların bu iddiasının zemini ve temelleri yine Türkistan’dır. Tam burada ahlak, adalet ve siyaset gibi toplum, devlet ve şehir tabakaları için tasavvurlarımız tarihte var mı idi? Bugün ve gelecek için hâlâ söz söyler halde midirler yani moda tabirle evrensel bir nitelikleri var mıdır? sorusu akla geliyor. Hülasa Türk kültürü içinde şekillenen idrak ve tasavvurların insanlığın ortak idrakine söz söyleme ve müşterek oluşturma iktidarı var mıdır? Sanırım asıl önenmesi gereken iktidar kifayet ve liyakat bağlamında bu olsa gerektir. Türkler gelecek adına bunun bilincine sahip olmadıkça medeniyetçi milliyetçilik mefhumu zeminsiz bir iddia olarak kalacaktır.
Siyaset ve devlet bir milletin ahlakıdır. Töre ahlaktır, bilgeliktir. İnanç bilmekle eylemek arasındaki dengeyi bulabildiğimiz yerde bilgeliğin yolunu açar. Nevzat Kösoğlu “Bütün insanî ve sosyal değerler imanla kazanılır. Değer bilgisini kişide sindiren, onu, bilgi olmaktan eylem ilkesi haline yükselten güç, imandır. Ancak inanmış insanın tutum ve davranışları inandığı ölçülere uygun olur. İnanan insan, bütün eylemlerini, ilişkilerini ve çevresini, inancının ona kazandırdığı ölçülerle düzenler”, tespitleri ile iman-amel dengesinin önemi ve kaynağına işaret etmişti. Müslüman düşünürler ahlakı kutsanası bir çerçeve olmanın ötesinde ameli felsefe ile düşünülmesi gereken bir mesele olarak ele aldılar. Filozoflar ahlakı esasen nazari ve ameli olmak üzere iki ana alanda değerlendirmişlerdir. İbn Sina’da üç erdemin yani iffet, şecaat ve hikmetin ve bunların çeşitleri ya da bunlardan türemiş uzantıları olan diğer faziletlerin toplanmasıyla kişi nihai olarak adalet erdemine ulaşır, tespitlerini daha önce bir yazımızda (İbn Sinacı Karanfil İle Bilgelik Bilincine Doğru) ele almış idik. Buna ilave olarak nazari felsefe yanında ameli felsefe olarak adlandırılan yahut hikmet olarak kabul edilen ameli felsefe ana hatları ile üç konu ile ilgilenir: Ahlak, tebdirü’l-menzil ve siyasetü’l-mudûn. Birincisinde ferdin kemali, ikincisinde ailenin/toplumun kemali ve sonuncusunda ise şehirler ve ülkelerin adalet ve bilgelik ile idaresi ele alınır. Hülasa, Müslümanlar hayatı fertten devlete ve dünyaya kadar bütünlük içinde bir takım fenomen tezahürlerinin ortaklığı içinde anlamışlar, dünya görüşlerini bu çerçevede oluşturmuşlardı. İffet ve şeccat sahibi olan hikmeti ve bunları kapsayan şahsiyette adaleti var etmeye muktedir olacaksa kendini, aileyi ve ülkeyi adalet ile erdem töresince var etmesi, kut’a müstahak olabilmesi söz konusu olabilecektir. Bugün siyasetin ve iktidarın saplandığı dar mecrayı ve kısır döngüleri, küreselcilik diye bir çıkar dayatmasını kapımıza getiren çağa karşı bir bilincimiz ve sözümüz var mı?
İşte Türklerin İslam olmalarından sonra yetiştirdikleri düşünce aydınlıklarından olan Farabî (ö. 950) bu konuda; Ahlak, huy, davranış ve iradî fiillerin gayesinin mutluluk, hakikî mutluluğu kazandıranın da iyilik ve erdemler olduğunu ortaya koyan ilimdir. Siyaset ise bu iyilik ve erdemlerin şehirler ve milletler içerisinde gerçekleştirilmesini sağlayacak yönetimin biçimini ve fiillerini ele alır., tespitleri ile ferdiyet ve siyaset üzerinden toplum/millet-devlet-şehir çerçevesinde bir medeniyetin ama odağını ortaya koyar. Türklerin medeniyet iddiası temelinde bilgelik ve adalet merkezinde iyinin teşekkülünü esas alır. Kutadgu Bilig de bu çerçeveyi daha da net görmemizi ve moda tabirle evrensel bir iddiayı taşıyan bir kültürün zihniyetini ortaya koyar: Bütün iyilikler bilginin faydasıdır; bilgi ile göğe dahi yol bulunur, sözleri bahsettiğimiz esası görmek bakımından önemlidir. Lakin Farabî’nin bahsettiği çerçeve sadece bilmek ve nazari bir takım kutsamalar, kutsallar ile mi sınırlıdır? İşte tam burada devreye onun ameli zaviyesi girer: “Amelî felsefede gaye, sadece bilmekle değil, hem bilme hem de eyleme ile nefsin yetkinleşmesini sağlamaktır. Dolayısıyla ilkinde bir inanç, ikincisinde ise eylem doğurmak amaçtır. İlkinde gaye gerçeklik iken, ikincisinde gaye iyidir (hayr)”, derken Farabî bilmenin yanın eylemeyi koyar. İman-amel ikilisi nazari felsefe inanç yetkinleşmesi iken ameli felsefe eylem yetkinliği yani hayatın ve medeniyetin kültür içeriğinin kuvveden fiile geçmesi durumunu söz konusu kılar. Dolayısıyla Türkistan’da toplum bu bakış açısıyla oluşurken devlet bu çerçevede kurulur ve şehir-ülkeler de bu manada bir bütünlük içinde düşünülür. Belli değerlere sahip oluş onları herkese dayatma ihtirası değil bunların hâsılası olan adalet ve iyiliği moda tabirle küreselleştirme idraki bizim medeniyetimizdeki ifade ile Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin özü de budur, bu olmalıdır. Prof. Dr. Osman Turan’da bu isimli kitabında İslam öncesi ve sonrasını birleştirerek buna işaret etmiş idi. Hülasa Türkistanlılık değer dayatması değil değersizleşen her şeye dil ve din gibi özler üzerinden kendi aslını esasını hatırlatarak bir umran var etme dileğidir.

Türkistanlılık etnik menşeli bir güzelleme olmanın ötesinde bir milletin gelecek ve medeniyet tasavvuru olarak görülebilir. Bu yaklaşım, görüleceği üzere, kendi nazari ve ameli içeriğini yine kendi kaynaklarından almaktadır. Bu alt yapılar gelecek merkezli bir düşünme ve eylem yapısı çerçevesinde, Türklerin insanlığa teklifi olarak söz konusu edilebilir. Siyasi, ekonomik ve ideolojik düzenler hangi çerçevede oluşacaksa işte bu zeminde Türklerin ne yapacağına/yapabileceğine ferdi, aileyi, toplum ve devleti nasıl şekillendirip oluşturacakları da bu manada önemlidir. Bu filozoflar akademik birer fantezi, ideolojik bir kutsama makamı ve geçmişin avunulan düşünürleri olmaktan çıkıp hayat düşünürü ve filozofları haline getirildiklerinde Türkler için müstakbel yeniden umut taşımaya başlayacaktır. Türkistanlılık ise kutuplaşmış dünyada insanlık için bir umut olarak tezahür edebilecektir. Zira retorik bir avuntu olmanın ötesinde pratik değer taşıyan bir köken, süreç ve gaye bilinci taşıyan bu kavram bir medeniyet iddiasının mütevazi bir tezahürü olarak geleceğe umut ve dua olarak sunulmaya devam edilmektedir.
Prof Dr Altan Çetin

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir