İsrail’de bugün yaşanan insanlık dramının arkasında din görünümlü “vaat edilmiş gelecek” algısını görmek inancın kendi doğası adına büyük bir haksızlık olmanın yanında esasen din merkezli hareket eden bir toplumun; Yahudilerin Hz. Musa ve Musevilikle ilişkisi bakımından Siyonist yorumun bu durumla ne kadar örtüştüğünü düşündürüyor. Bir zaman tüneli açılsa Hz. Musa gelse ve Gazze’de bir Müslüman çocuğa, kadına ve insanlara baksa bir de Siyonist taifeye yönelse hangisine ümmetim der acaba? Kutsalın muhtevasında yer alan Peygamber ve kitap gerçeğini kabul ve bakımından Müslüman bir birey için Hz. Davut, Hz. Süleyman ve Hz. Musa’yı peygamber kabul eden ve kutsal kitaplarını hak kitap sayan Gazzeli ortalama bir Müslüman mı Filistin’de vaat edilmiş inanca müntesiptir yoksa burada ideolojik ve ekonomik saplantılarını inanç diye dayatan bir vekâlet yapısı mı? Şöyle spekülatif bir laf etsek ve desek ki vaat edilmiş toprakların müminleri bu peygamberlere de ümmet olan Müslümanlardır! Bu asla Yahudi karşıtlığı yahut Musevi olan inanmışları ötekileştirme değildir. Lakin inancın özündeki hakikati gösteren şeyleri temsil eden o şeyin kendisi olmaz mı? Zira Siyonist taife Kur’an’da yer alan şu ayetlere muhatap değil midir? Gazze’de katledilen şehitlerin iman ettiği Kuran’da geçen “İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar hem Dâvûd hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler. Bunun sebebi, onların Allah’a isyan etmeleri ve haddi aşıp durmalarıydı.” (Maide 78) “Hani bir de: “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanacak değiliz!” demiştiniz de, gözünüz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı.” (Bakara 55) “Hiç şüphesiz biz Mûsâ’ya kitabı verdik ve ondan sonra birbiri ardınca peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık mûcizeler lûtfettik ve onu Rûhu’l-Kudüs ile destekledik. Ama size ne zaman bir peygamber gelip de nefislerinizin hoşlanmayacağı, hevâ ve hevesinize hizmet etmeyecek hükümler getirdiyse, hemen büyüklük taslayarak, kimini yalanlayıp kimini de öldürüyordunuz, öyle değil mi?” (Bakara 87) yerinden bakarsak vaat edilmiş topraklar varsa ki İslâm’ın vaadi Medine vesikası ile merkezlenen bir modelde herkesle hukuklaşmak üzerine kuruludur, o vakit bu topraklarda yaşanan şeyi inanç üzerinden temellendirme demagoji ve manuplasyon olmaz mı?
“Farz değildir kamulara Tur’da münacât eylemek/ Ben nerdeysem dost ondadır her bir yeri Tûr eyleyim/ Ne Tûr’um var ne durağım hiç yerde yoktur kararım/ Hakk’a münâcaat etmeye belli yerim olmaz benim” (Yunus Emre)
Bugün İsrail’de buzağıyı yeniden Tanrı edinen bir Siyonist yapı söz konusu değil midir? “Tevrat’ı vermek üzere Mûsâ ile kırk gece sözleşmiştik. Siz de o ayrılıp Tūr’a gittikten sonra buzağıyı ilâh edinip zâlim olmuştunuz.” (Bakara 51) “O vakit Mûsâ kavmine: “Ey kavmim! Buzağıya tapmakla kendinize zulmettiniz. Hemen yaratanınıza yönelip tevbe edin ve nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız, Yaratanınız yanında sizin için daha hayırlıdır” demişti. Bunun üzerine siz tevbe etmiş, Allah da tevbenizi kabul buyurmuştu. Çünkü O, tevbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır.” (Bakara 54) Zulüm burada kol geziyorsa kendine zalim olmuş bir topluluk insanlık değerlerini çiğniyorsa buna şaşırmamak gerekir. Zira Tur dağındaki hikmetin takipçisi bugün Gazzeli Müslümanlar mıdır? Başlarına bombalar yağan bu insanları öte dünyada Hz. Musa karşıladığında onlara ne diyecektir? İnanmış ve vicdan taşıyan Yahudiler/Musevileri asla incitmek istemeyiz lakin siyonist mantık ile hareket eden; kendini seçilmiş gören, kötülüğü sıradanlaştıran buzağı tapıcı ekip ne yazık ki Filistin’de vaat edilmiş bir adaleti herkes için istemekle mükellef, zorunlu Müslümanları ki Hz. Musa’yı peygamberleri sayıyorlar, öldürmek, kırmak, aç bırakmak neye kime hizmet etmektir. Kur’an’da yer alan “Tâlût ordusuyla birlikte hareket edince askerlerine hitâben şöyle dedi: “Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Ondan içen benden değildir. Ondan hiç tatmayan ise elbette bendendir. Ancak sadece eliyle bir avuç alanlara izin var.” “Fakat pek azı dışında hepsi ondan içti. Tâlût ve beraberindeki mü’minler ırmağı geçince geride kalanlar: Bugün bizim Câlût ve ordusuyla savaşacak gücümüz kalmadı” dediler. Allah’ın huzuruna çıkacaklarını kesin olarak bilenler ise: “Az sayıdaki nice topluluk, çok sayıdaki nice kalabalığı Allah’ın izniyle yenmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir” dediler.” (Bakara 249) “Savaşmak üzere Câlût ve ordusuyla karşı karşıya geldikleri zaman da şöyle yalvardılar: Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlamlaştır ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et!” (Bakara 250) denilen o az sayıda insanlık vicdanı taşıyan Yahudi Selahaddin Eyyubi vicdanının ve Osmanlı’ya kadar süren Hz. Ömer ile başlayan emanname kültürünün buradaki asıl vaat edilmiş şey olduğunun elbette farkındalar. Lakin Müslümanlarda bunu yeniden ihya edecek liyakat ve hikmet var mıdır? Hz. Muhammed’e gelene imanları onları Hz. Ömer gibi davranmaya itecek midir? Yoksa intikamcı bir mantık başka bir şiddet dalgasını mı başlatacaktır? Bu şii-sünni denilen itişmeye buradan bakmak gerekmez mı? Allah’ın şu ikazı “Mûsâ’dan sonra İsrâiloğulları’ndan önde gelenlerin neler yaptığına bir baksana! Hani peygamberlerine: “Başımıza bir hükümdar tâyin et de onun emrinde Allah yolunda savaşalım” diye müracaatta bulunmuşlardı. O da: “Şayet size savaş farz kılınır da ya korkup savaşmazsanız, ne olacak?” diye sorunca, onlar: “Yurdumuzdan sürülmüş, çoluk-çocuğumuzdan edilmişken nasıl olur da Allah yolunda savaşmayız!” dediler. Fakat kendilerine savaş farz kılınınca, pek azı dışında, hepsi sözlerinden döndüler. Allah, o zâlimleri çok iyi bilmektedir.” (Bakara 246) bugün İsrailloğulları’nın pek çoğunun umurunda değildir. Sözlerinden dönen bu güruha Hz. Musa ümmetim diyecek midir?
“Sekiz uçmak âşıklara köşk ü saraydır bilene/ Mûsi’leyn hayran olup Tur dağında kalan benim/ Mûsî peygamber ile binbir kelime kıldım/ Îsi peygamber ile göklere çıkan benim.” (Yunus Emre)
Peki, Müslümanları bağlayan ve Hz. Musa’ya da ümmet eden iman neydi hatırlayalım: “Rasûlüm! Biz, Nûh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyediyoruz. Nitekim İbrâhim’e, İsmâil’e, İshâk’a, Yâkub’a onun soyundan gelen peygamberlere, İsa’ya, Eyyûb’e, Yûnus’a Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik.” (Nisa 163) ”Rasûlüm! De ki: “Biz Allah’a, bize indirilene, keza İbrâhim, İsmâil, İshâk, Yâkub ve torunlarına indirilene, yine Rableri tarafından Mûsâ’ya, İsa’ya ve bütün peygamberlere verilene iman ettik. Biz peygamberler arasında asla bir ayrım yapmayız. Biz, yalnız Allah’a teslim olmuşuzdur.” (Ali İmran 84) İşte Filistin’de öldürülen Din; Musevilik adına katledilen insanlar bu iman üzere iken şehit oluyorlar. Aynı şey Hıristiyanlık hamiyeti ile Müslüman katledilen Bosna, Karabağ gibi yerlerde de cari idi. Burada Muhammedî yol bizi herkes için barış ve medeniyet istenecek bir yere götürmüyorsa imanımıza, içimize de bakmalıyız. Rahmetli Aliya daha önce işaret ettiğimiz fikirlerinde Müslümanların tam bu yüzden herkese adalet, hukuk ve düzen borçlu olduklarını İslâm’ın vaat edilmiş topraklarında hayatın bu demek olduğunu bize anlatmış idi. Hülasa Gazze’de öldürülen Muhammedî’dir amma Musa ümmetidir de cümleye malum ola!
Hak İçin Olsun