KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Altan Çetin: Cihan hâkimiyeti mefkûresi Kudüs yahut Türk vatanı Kudüs’te vakıflar

Altan Çetin: Cihan hâkimiyeti mefkûresi Kudüs yahut Türk vatanı Kudüs’te vakıflar

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
126 0

Mavi Gök Yağız Yer

Kudüs, İslam’ın üç önemli şehrinden biri ve Allah kelâmınca etrafı mübarek kılınmış bir beldedir. Türkler açısından ise Kudüs sadece İslamî olmak bakımından değil Tolunoğullardan itibaren Selçuklular, Memlûkler ve nihayet Osmanlılar ile ebed-müddet devletlerinde hanedanlar değişmesiyle 1917 sonuna kadar bazı fasılalar hariç sancak ve bayraklarını dalgalandırdıkları bir vatan toprağıdır. Burası öyle önemli idi ki İhşidi hükümdarı Muhammed b. Tuğc burada defnedilmeyi istemiştir. Yine Selçuklu devrinde Artuk Bey 1089 yılında burada bir cami yaptırmış ve muhtemelen 1091’de burada vefat etmiştir. Urfalı Mateos’a göre Artuk Bey Selçuklu alâmeti olarak Kıyame/Kamame Kilisesi’nin tavanın üç ok atmış ve Selçuklu hakimiyet izini burada bırakmıştır. Aynı müellife göre kendisi Kudüs’te Süleyman Mabedi yolunda medfundur. Baybars’ten Kayıtbay’a Memlûk sultanları Kudüs’e önem vermiş ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere tamirat ve imar faaliyeti sürekli devam etmiştir. Kudüs; Mekke, Medine, Kaşgar, Bosna ve benzerleri gibi, cihan hâkimiyeti mefkûremizin parçalarından biridir. İngilizler şehre girdiğinde Osmanlı toprağı olan bu mekânın Türk vatanının parçası olarak yaklaşık bin yıllık bir süreci de sona ermiştir. Kudüs’te Türk izlerini takip açısından geride kalan eserler ve bunları yaşatan medeniyetin esas unsurlarından olan vakıflar önemli bir yer tutar. Özellikle eğitime dair vakıflar bu noktada öne çıkmaktadır.

Türkler, Karahanlılar devrinde Tamgaç İbrahim Han’ın 1066 tarihli medresesinden beri eğitim işlerinde vakıflar tahsis ediyorlardı. Selçuklular zamanında Nizamülmük’ün vakıf tabanlı medrese modeli Karahanlı dönemi sonrasında Selçuklu etkisinin yaşandığı Anadolu, Suriye ve Mısır gibi bölgelerde devam etti. Suriye bölgesi Selçuklu etkisinin Mısır’a geçişinde bir köprü olarak vazife görmüştü denilse yanlış olmayacaktır. Burada bu geçişi sağlayan yapı olarak Zengîler ve Eyyubîleri ortaya koymak ve Nureddin Mahmud Zengî’nin vakıf tabanlı medrese geleneğini sürdürdüğünü ifade etmek gerekmektedir. Zengiler döneminde eğitimin vakıflar üzerinden giderlerinin karşılanması usulü Selçuklularda da olduğu gibi devam etmiştir. Nûreddin Mahmud aynı zamanda Nizâmülmülk’ten sonra çok sayıda medreseyi hizmete açan devlet adamıdır. Dımaşk, Humus, Hama, Ba‘lebek, Halep ve Urfa medreselerinin zengin vakıfları vardı. Medreselerin giderleri her medrese için tayin edilen vakıflardan karşılanmıştır. Vakıflar, Dımaşk’ın başkent edinilmesinden sonra Kādılküdatlık görevini üstlenen Kemâleddin eş-Şehrezûrî’ye bağlanmışken (İbnü’l-Esîr, 1978, c. 10; s. 66) Nûreddin Mahmud, yaşamının son yıllarında bazı vakıfları bizzat kendisi idare etmiştir.(Bahattin Kök, Nureddin Mahmud Zengî, D.İ.A., c.33, İstanbul, 2007, s. 261; Abdulkadir Turan, “Nûreddin Mahmud Zengî Devri’nde (541-569/1146-1174) İlmiye Sınıfı”, Journal of Islamicjerusalem Studies, 2018, 18(3), s. 41.)) Kudüs de bu cümleden medreselerin inşa edildiği bu geleneğin devam ettiği yerlerden biri olarak görülmektedir. Bir araştırmada 1174 ile 1516 tarihleri arasında Kudüs’te 74 medrese kurulduğu ifade edilmektedir. (Hatim Mahamid, “Waqf and madrasas in late medieval Syria”, Education Research Journals, Vol. 8/1, 2013, s. 602-603.) Suriye’de inşa edilen ilk medresenin Bağdat’taki Nizamiyye medresesini örnek alan Halep’teki ez-Zeccaciyye olması şaşırtıcı değildir. Eğitimini Bağdat’ta Nizamiyye’de tamamlayan Şerefeddin Abdurrahman bin el-Hasan el-Ajami (ö. 561/1165), Halep valisi Bedreddin (Bedirüddevle) Süleyman’a tavsiyesi üzerine 1123 yılında Bağdat’taki ünlü medresenin modeline göre Zeccaciyye medresesini yaptırmıştır. (Mahamid, “Waqf and madrasas in late medieval Syria”, s. 605-606) Bu geleneğin bir uzantısı olan Memlûkler devrinde de aynı anane devam etmiştir. Vakıflar, İslâm dünyasında çeşitli köy ve şehirlerin kurulması veya yeniden teşkilâtlandırılmasında büyük rol oynamıştır. Memlükler devrinde Kudüs’ün istikrarlı ve siyasî çekişmelerden uzak ortamı yönetimin medreseler ve vakıflar yoluyla ulemâya verdiği büyük destekle birleşince burada doğup büyüyenler yanında pek çok ünlü âlim eğitim görmek, müderrislik yapmak veya yerleşmek amacıyla Kudüs’e gelmiştir. (Cengiz Tomar, “Kudüs-Memlükler Dönemi”, D.İ.A., c.26, Ankara, 2002, s. 334.)

Memlûk sultanları Mısır’da vakıfları her alanda, özellikle de Kahire’nin eski şehrini dönüştürecek şehircilik projelerinde kullanmıştır. Mekke, Medine, Kudüs, el-Halîl gibi kutsal şehirlerin bakımı, eğitim, din ve belediye hizmetleri, silâh fabrikası gibi bazı askerî kurumlar vakıflarla finanse ediliyordu. İslâm dünyasının her yerinde yüzlercesi kurulan hayratın tam sayısını tahmin etmek mümkün değildir. Bununla birlikte kaynak ve araştırmalarda bazı rakamlar zikredilmektedir. Memlûkler devrinde medreselerin vakıflara (evkaf ve ahbas) dayanarak kurulduğu, düzenlendiği ve bu gelirlere binaen faaliyetini yürüttüğü gerçektir. En-Nâsır Muhammed b. Kalavun devrinde vakıf arazileri 130 bin feddana ulaşmış idi. Vakıf olarak evler, çarşılar, araziler vakfediliyordu. (Said. A. Aşûr, el-Muctema’ el-Mısrî fî ‘Asr Selâtîn el-Memâlîk, Kahire: Daru’n-Nahda el-Arabiyye, 1987, s. 147-148) El-Makrîzî’ye göre 1436’da Kahire’de vakıf medrese ve camilerin sayısı 158’dir. Memlük Devleti yıkıldığı sırada sadece bu şehirdeki camilerin sayısı 130 iken XIX. yüzyılın sonunda cami ve medreselerin yekûnu 264’e ulaşmıştır. (Bahaddin Yediyıldız, Vakıf, DİA, c. 42, İstanbul, 2012, 479-486.) Uleymî’nin kayıtlarında ise Kudüs’te 39 medresenin vakfı tespit edilmektedir ki Osmanlı devrine dair yapılan çalışmalar bu vakıflardan bazılarının çalışmaya devam ettiğini göstermektedir. Türkler medeniyetçi bir millet olarak hayatın her alanın umran oluşturma ile hayrı birleştiren bir yapı kurmuşlardır. Maddi dünya medeni bir çerçevede şekillenirken madde, hayatın emrine hayır yoluyla girerken iki dünya dengesi gözeten hayat görüşü aynı zamanda kendisini kurumlaştırmış oluyordu.

Medeniyetçi bir toplum olan Türkler muhtelif dinlerin ve milletlerin Kudüs’te asayiş ile yaşamalarını sağlarken burada farklı dönemlerde aynı mefkûrenin çocukları olarak vakıflar örneğinde görüleceği üzere manidar izler bırakmışlardır. Kudüs bir İslam yurdu ve Türk vatanı olarak hatırlarımızda daha yüz yıl kadar önce al sancağın dalgalandığı bir vatan toprağı idi. Bugün yaşanan insanlık meselelerine taraf olmamız için İslam, Türk ve insan kimliklerimizin tamamı mesuldür ve Gazze’de yitirilen her can her mazlum can gibi bizdendir. Hâl imiş…

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir