KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Altan Çetin: Aşıkpaşa Garipnamesi yahut Alp’ın Dokuz Nesnesi/Töresi

Altan Çetin: Aşıkpaşa Garipnamesi yahut Alp’ın Dokuz Nesnesi/Töresi

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 11 dk okuma süresi
239 0

Selçuklu sonrasında Osmanlı’nın kuruluş sürecinde eserini yazan Aşık Paşa (1272-1332) Garipname adlı eserinde alpliğe dair önemli bilgiler verir. İşbu tokuz nesnedür alp âleti / Bu tokuzsuz olmaz alplık hâleti (Aşık Paşa, Garipname, Haz. Kemal Yavuz, İst., 2000, s. 430-432) diyerek alpliğin dokuz nesnesini/gereğini ortaya koyar. Askeri tarihimiz açısından alp kelimesinin kazandığı itibar dolayısıyla kimdir bu alp, ne özellikler taşır ve neyle savaşır sorusuna Aşık Paşa üzerinden bilgi vererek Aşık Paşazade tasnifinde yer alan Gâziyân-ı Rum denilen Türkiye’deki dört ana sosyal yapıdan birinin içeriği hakkında fikir edinmiş olacağız. Nizam-ı alem uğrunda Selçuklu ve Osmanlı devri telakkisini anlamak bakımından onun verdiği malumat önemlidir. Hülasa Âşık Paşa bize alplık töresini anlatıyor dersek hata etmeyiz

Âşık Paşa’nın hayat serencamı yazdıklarını Selçuklu ve Osmanlı arasında önemli bir yere koyar: “Âşık Paşa, âlim ve zâhid bir şeyh olarak yaşamış ama devrinin siyasi faaliyetlerini yakından takip etmiş ve hatta bazen bu faaliyetlere katılmıştı. Soylu bir aileden geldiği için sosyal çevresi geniş ve etkisi büyüktü. Şeyh olarak anılıyordu. Osman Gazi’nin istiklâlini ilan ettiği törenlerde bulunduğu, Orhan Gazi’nin tahta geçtiği zaman Aşık Paşa’nın onun yanında yer aldığı, savaşlara katıldığı, Ankara ve Kırşehir’in Osmanlı Devleti’ne katılmasında büyük rol oynadığı, hatta bir aralık Kırşehir Bey’i olarak görev yaptığı, devrinin büyükleri arasında zikredildiği iddia edilir. Âşık Paşa’nın çocukluğu, III. Gıyaseddin Keyhüsrev, gençlik yılları da Sultan II. Mesud ile III. Alaaddin Keykubad zamanlarında geçmiştir. Osman Bey döneminde olgunluk yıllarını yaşamıştır. Ömrünün son yedi senesini ise Orhan Bey zamanında geçirmiştir. Bu durumda o, üç Selçuklu ve iki Osmanlı hükümdarı zamanlarında ömür sürmüştür. (Ethem Erkoç, Âşık Paşa ve oğlu Elvan Çelebi, Çorum, 2020, s. 50-51.)“ Alplık ile alakalı aktardıkları da o zamanın bu bahsedilen bütünlüğü içinde telakki olunabilir. Aşık Paşa, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devresinde yazdığı Garibnâme’sinde Alplik ve birlik konusundaki düşünceleriyle siyasi mesajlar vermeyi ilke edinmiştir. Bu sebeple onun alplığa dair verdiği bilgiler sosyo-politik bir çerçevede gaza ve yiğitlik merkezinde oluşan bir zihniyetin arka planının anlatır mahiyettedir.

Âşık Paşa’ya göre öncelikle alp sağlam yürekli olmalıdır: Evveli şol kim ola muhkem yürek Pes yürekdür alplıguñ ilk âleti / Anuñ-ıla olur alplık hâleti. Alp halinin oluşmasının ilk şartı kalbim selameti olarak görülmüştür. Hülasa alplik iddiası için öncelikle muhkem yürek taşımak gereklidir. Haline giremediğimiz şeyin kavlinde olmak kuru bir mukallitlik ötesinde mana ifade eder mi?

Kalp gücünden sonra alp için öngörülen ikinci özellik pazı gücüdür: Pes ikinçi, bâzuda kuvvet gerek. Türkler yaşadıkları hayat şartlarında hep bozkırın sert şartlarında güçlü insanlar oldular. Bu onları askerlik özelliğine de aksetti. Alpın güçlü bir beden taşıması ve kuvvetli olması o devirde beklenen bir özellikti ki askerlik için bu her devrin değişmez kurallarından biridir.

Âşık Paşa hamiyetin aslı olarak gayreti görür. Alp kalbi ve bazusu güçlü, kendi ve milli onurunu koruyacak gayrette biri olmalıydı: Alp ere gayret-durur üçinçi hâl / Gayreti olmaz-ısa alplık muhâl. Alpin bu üçüncü özelliği ruhi ve bedeni tamamiyeti olan kişinin hareket zemini gibidir. Kutsal bildikleri, mukaddesatı üzerine gayretli olmak alplığın esasıdır. Kalbi ve pazısı güçlü olanın halinde gayrette olmalıdır.

Âşık Paşa bundan sonra alplığın savaştaki teçhizatı diyeceğimiz hususları sayar: Alplara dördinçi âlet at-durur. At, Türk’ün kanadıdır diyordu Kaşgarlı Mahmud. Bu durum Osmanlı’nın kuruluş evresinde de aynen devam etmektedir. At ve süvari savaşı Türk askerlik kültürünün esaslarından olması hasebiyle Türkistan’da Türkiye’ye modern zamanlara kadar savaşçının yahut alpın ayrılmaz parçası olmuştur. Kahramanlar adını atından alır geleneğinin alplık bağlamında zikredildiği de burada kaydedilmelidir.

Orta Çağlarda askerlerin giydiği zırhlar çeşitli idi. Lakin her alpın bu manada zırhı olması bunun alpın beşinci aleti olduğu anlatılır: Pes bişinçi âlet alpa ton-durur / Alpa alplık adını ton bildürür Tonı oldı biligin daksun bile / Okını vü yayını alsun ele. Savaşçı harp donanımı içerisinde elbisesi ve zırhıyla bir bütündür. Zira savaş meydanı gündelik hayat dışında bir ortamdır. Bu bakımdan ton denilerek bahsedilen alet alpın gereklerinden birisi olarak görülmekteydi. Dede Korkut hikâyelerinde de gördüğümüz bu savaş teçhizatı Âşık Paşa’nın kayıtlarında da bir süreklilik olarak görülmektedir.

Ok ve yay Türk’ün eli ve koludur. Destanlardan modern zamanlara kadar uzun asırlar ok ve yay Türk savaş kültürünün esasını teşkil etmiştir. Atlı okçular bu bağlamda son derece merkezi bir yerde konumlanmışlardı. Alp için de ok ve yay dönemin muktezasında olarak aletler arasında sayılmaktadır: Alp erenler eline çün yay ala / Alplıgı anuñ cihânda yayıla Alplara altınçı âlet yay olur / Anuñ-ıla çavı ile yayılur. Giyisi ve zırhını alan kişi ok ve yayını ele almalıdır; Toni oldı biligin alsun bile Okını vü yayını alsun ele. Alp denilince akla gelen hususlardan birisi de ok ve yay idi. Katı yay çekmek uzak atmak ere Key hünerdür kime kim Tengri vire Alp kişiye yay yaraşur yagıda Yay ile ol nice dirnek tagıda Alplara pes yay key alet durur Düşmene karşu okı ol atdurur.

Alpın diğer bir aleti ise kılıçtır: Pes kılıçdur âletüñ yidinçisi / Oldur alpuñ altunı vü inçüsi. Bundan sonra ise mızrak alpın diğer bir silahı olarak ortaya konulur: Süñü sekzinçi âletidür alp erüñ / Pes süñüsi olsa gerek alplaruñ. Bunlar Âşık Paşa’ya çağdaş Memlûk furusiyye kültüründe de savaş aletleri olarak gördüğümüz aletlerdir. Orta Çağ Türk-İslam dünyasının muhtevası bakımında karşılaştırmalar da yapıldığında aktarılanların önemli bir yapıyı ifade ettiği görülecektir.

Bahsedilen bu sekiz aletten sonra alp için son olarak: Alplara tokzunçı âlet yâr-durur / Düşmanı yâr kuvvetiyle arıdur, denilerek iyi arkadaş, yoldaş alpın dokuzuncu aleti olarak zikredilir. Yoldaşı eksik olan alplık töresinde tam görülmemektedir. Dayanışma ve birlik ile düşmana karşı durarak yeniden nizam kurma düşüncesi içinde olan bir devirde bu yaklaşımları anlamak önemlidir.

Kimde varsa bu tokuz nesne tamâm / Alp adıyla okır anı hâs u ‘âm diyerek alp adını alacak kişini kalp ve beden sağlamlığı taşıyan ve bahsedilen savaş alet edevatında usta kişi olması olarak ortaya konuyor.

Destanlar çağından Türkistan’a oradan Türkiye’ye akan derin tarih nehri alplığın töresini de Osmanlı kuruluş devrinin şafağına taşımıştır. Tarihi bütünlüğümüz içinde kendimizi görmedikçe, tarihimizi bölerek ve kategorik düşündükçe zaman bizim için terse akmaya devam edecektir. Yüreği alp, bedeni alp, gayreti alp olan cümleye selam olsun! Bu alpların ruhunda yanan ışıklarla birlikte alperen kavramı ortaya çıkar. Âşık Paşa’nın zahir yahut dünya alplığı dediği ve yukarıdaki dokuz özellikle anlattığının yanında bir de din alplığı dediği ve içe doğru derinleşen adeta küçük cihattan büyük cihada yönelen alplığı anlattığı kısım da göz önüne alınınca alperen kavramı tamamlanır. Velilik, riyazet yani şahsın dünyevi isteklerinden, maddeden uzaklaşması, hırs ve tamahtan kurtulabilmesi, tevekkülün, din bilgisinin, din yolunda himmet ve çaba, nihayet bu yolda dost edinmek gibi hususlarla din alplığı dediği husus açıklanarak alperen kavramı gösterilir.

Türkistan’dan Selçuklu’ya oradan Osmanlı’ya gelip geçen cümle alperenlere selam olsun…

Altan Çetin

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir