KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Alexander Cooley: ABD sonrası Türkistan’ı ne bekliyor?

Alexander Cooley: ABD sonrası Türkistan’ı ne bekliyor?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 22 dk okuma süresi
247 0

Taliban’ın Afganistan’daki şok edici zaferi, ABD Başkanı Joe Biden’a karşı bir öfke dalgasına neden oldu. Biden yönetimi eleştiri oklarının hedefi oldu. Yöneltilen eleştiriler arasında, askeri birliklerin geri çekilme sürecinin yanlış yönetilmesi yer alırken Biden yönetimi, Washington’ın uluslararası itibarını zedelemekle ve Orta Asya’da Rusya ve Çin’in coşkuyla dolduracağı bölgesel bir boşluk bırakmakla suçlandı. Konuya ilişkin bir analiz haberinde, ‘ABD’nin en büyük düşmanlarının, ABD tarafından desteklenen Afgan hükümetinin çöküşünden sonra memnuniyetlerini haykırdıkları’ değerlendirmesi yapıldı.

Fakat bu eleştirileri yapanlar, artık Orta Asya’nın 20 yıl önce Taliban Hareketi’nin uluslararası tecritte hüküm sürdüğü o kaotik bölge olmadığını gözden kaçırıyorlar. Hatta Orta Asya’nın şuan ABD’nin yokluğunun üstesinden gelebilecek bölgesel bir sistemi dahi var. ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan’ı işgal etmesi, Orta Asya ülkelerinin siyasi dinamiklerinde köklü değişimlere neden oldu. Afganistan’ın komşuları, ABD’nin ve liberal dünya düzeninin çoğu zaman çelişkili olan talepleriyle başa çıkmayı öğrenirken, aynı zamanda Çin ve Rusya’nın ABD’nin bölgedeki askeri varlığına verdiği tepkileri de destekledi.

Sonuç olarak Orta Asya, bugün, yeni örgütler, üsler ve ağlar aracılığıyla ABD ve müttefikleri ile ortaklık kuran ve rekabet eden birçok ülkenin etkilendiği çok kutuplu bir bölgedir.

Bölgede artık siyasi bir boşluklardan ziyade, Orta Asyalı aktörlerin bölgelerini kendilerinin yönetmeleri gerektiğine giderek daha fazla inandıkları sistemler var. Bu yeni düzen içinde, ABD’li politikacıların daha mütevazı ve hedef odaklı bir gündem oluşturmak için kullanabilecekleri araçlar halen mevcut.

ABD artık Çin ve Rusya ile doğrudan rekabet içinde değil. Yakın bir gelecekte önemli sayıda ABD askerinin yeniden bölgeye dönme şansı da çok düşük. Ancak yine de Washington, özellikle ekonomik kalkınma, yolsuzlukla mücadele ve halk sağlığı yardımları açısından, artık vazgeçilmez olmasa da önemli bir oyuncu olmaya devam edeceğinden emin olarak, bir takım alternatif katılım biçimleri sunabilir.

Zafer günleri

ABD, 11 Eylül saldırılarından hemen sonra, Afganistan’daki askeri operasyonunu desteklemek için Orta Asya’da askeri üsler, hava yolları ve lojistik alanda bazı anlaşmalar imzaladı. Buna karşın başta Özbekistan ve Kırgızistan’daki büyük tesisler olmak üzere imzalanan anlaşmalar, ABD desteğinin, söz konusu ülkelerin iç politikaları üzerindeki etkilerine dair endişeleri artırdı.

Örneğin, Özbekistan’ın otoriter cumhurbaşkanı İslam Kerimov, ABD ile yeni ortaklığını, ülke içinde İslamcı militanlara karşı yürüttüğü baskıları meşrulaştırmak için bir fırsat olarak gördü.

ABD Kırgızistan’da ise nepotizm uygulamaları nedeniyle bölgenin tek reformcusu olarak kazandığı itibarı zedelenen Kırgızistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı Askar Akayev’e benzer bir meşruiyet kazandırdı.

ABD’nin desteği, aynı zamanda bazı küçük ülkelere yapılan düzenli bir dış yardım akışına dönüştü. Bu desteğin amacı ise tümü ABD liderliğindeki savaş çabalarına yardımcı olmanın ve askeri üslerin kullanımına izin verilmesinin ücretini somutlaştırmak için tasarlanan yerel terörle mücadele programlarını, uyuşturucu ile mücadele çabalarını ve sınır güvenliğini güçlendirmekti.

Diğer taraftan Orta Asya ülkelerinin ABD ve ABD’nin NATO’daki müttefikleri ile kurdukları ortaklıklar, tam tersi bir etki yarattı ve rakip güçlerin potansiyel nüfuzunu kullanarak ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkilerde bir denge unsuru haline geldikleri ‘çok boyutlu dış politikalarla’ kendi izlerini bırakmalarını sağladı. Bu da Orta Asya ülkelerine sağlanan dış desteğin sürmesini sağladı.

Dolayısıyla Çin ve Rusya, ABD’nin Büyük Orta Asya’ya ani girişini, kendi nedenleri çerçevesinde çabucak kabullendiler. Burada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 11 Eylül saldırılarından sonra Başkan George W. Bush’u arayan ve Afganistan’daki operasyona destek sunan ilk dünya lideri olduğu hatırlatılmalı. Putin, 2001 yılının Kasım ayında Teksas’ta Bush ile yaptığı görüşmede, ABD’nin yeni askeri varlığını ek jeopolitik etki elde etmek için kullanması gibi bir endişesi olmadığını vurguladı. Rus lider o dönem, ABD ile ortaklığın, Moskova’nın önemli bir küresel oyuncu ve bölgesel bir muhatap olarak kabul görülmesi için bir fırsat olduğunu düşündü. Ayrıca Çin de pragmatik bir şekilde ABD’nin askeri varlığını memnuniyetle karşıladı ve bunu Sincan Özerk Bölgesi’ndeki Uygur gruplarını El Kaide’nin uzantıları olarak yeniden sınıflandırmak için kullandı. Böylece Uygur grupları terörle mücadelede meşru hedefler haline getirdi. ABD’li yetkililer de buna uydu. Pekin’in ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Doğu Türkistan İslami Hareketi’ni terör örgütleri listesine alması ve Çinli istihbaratçıların Guantanamo Körfezi’nde Uygur mahkumları sorgulamalarına izin verilmesi talebini kabul ettiler.

Sadece birkaç ay sonra ABD’nin Afganistan’daki askeri müdahalesinin, Orta Asya’yı yeniden şekillendirdiği ortaya çıktı. Washington göz açıp kapayıncaya kadar Taliban’ı yendi, bölgedeki askeri varlığını genişletti ve yeni güvenlik ortaklıkları kurdu. Ardından Orta Asya ülkeleri, İslamcı militanları ezerek, siyasi ve ekonomik reformlar uygulayarak ve insan haklarını açıkça savunan, yolsuzluğa karşı çıkan sivil toplum örgütlerinin kendi topraklarında faaliyet göstermelerine izin vererek Afganistan’daki uluslararası koalisyonu desteklediler. Öyle ki artık ABD açısından daha parlak bir gelecek söz konusuydu.

Rüya bitti

Ne var ki ABD’nin Orta Asya’daki rolüne ilişkin bu iyimser tutum uzun sürmedi. ABD müdahalesi, Washington’ın Avrasya kıtasındaki nüfuzunun zirve noktasıydı. Taliban Hareketi’nin yenilgisinden hemen ardından ABD’li yetkililer, bölgede artan askeri varlığının yarattığı çelişkilerle yüzleşmeye başladılar. Orta Asya ülkeleriyle güvenlik ortaklıklarını sürdürme ihtiyacı, temel siyasi hakları geliştirme ve yönetim şekillerini iyileştirme arzusuyla çakıştı. ABD’nin bölgedeki kalıcı askeri varlığı, Çin ve Rusya’yı, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve Rusya liderliğindeki Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO) gibi rakip örgütler, standartlar ve uygulamalar geliştirmeye itti.

ABD’li yetkililer, güvenlik iş birliğinin Orta Asya’da kendilerine ev sahipliği yapan ülkelerde reformları teşvik edeceğini umsalar da tam tersi oldu. Dönemin Özbekistan Cumhurbaşkanı Kerimov, görev süresini uzatarak ve muhaliflerine daha fazla baskı yaparak demir yumruk yönetimini daha da otoriterleştirdi. Kısa süre içinde de Özbekistan istihbarat servislerinin, terör zanlılarının kaçırılması ve sorgulanması gibi bir takım ‘olağanüstü olayda’ ABD’nin resmi kurumlarıyla iş birliği yaptığı ortaya çıktı. Bu durum, Washington ile güvenlik iş birliğinin baskıyı dizginlemek yerine teşvik mi ettiğine dair soruları gündeme getirdi.

“Orta Asya artık 20 yıl önceki o boşluklarla dolu bölge değil”

2003 yılında Gürcistan, 2004 yılında Ukrayna ve 2005 yılında Kırgızistan’da gerçekleşen ve hileli seçimlere karşı düzenlenen protestoların ardından yozlaşmış hükümetlerin düştüğü ‘renkli devrimler’ gibi patlak veren yeni bölgesel gerilimler de ABD ve Orta Asya arasındaki ilişkilere zarar verdi. Özbekistan’da benzer bir senaryonun tekrarlanmasından korkan güvenlik güçleri, 2005 yılının Mayıs ayında ülkenin doğusundaki Andican ilinde yüzlerce protestocuyu katletti. Bunun sonucunda Taşkent ve Washington arasındaki ilişkiler, ABD’li yetkililerin protestoculara yönelik müdahaleyi kınaması ve uluslararası soruşturma çağrısı yapmasıyla hızla kötüleşti. Özbekistan hükümeti, ABD’nin kınaması ve çağrısına karşılık olarak ülkedeki ABD askeri üssünün faaliyetlerini kısıtladı ve Batılı sivil toplum kuruluşlarını sınır dışı etti. ABD daha fazla doğrudan destek sağlamayı reddederken, Özbekistan Temmuz ayı sonlarında ABD üssü anlaşmasının fesih maddesini devreye soktu. Bunun üzerine ABD askerleri birkaç ay içinde ülkeyi terk etti. Taşkent, 2016 yılında Rusya liderliğindeki CSTO’ya katılarak Washington’dan kopuşunu daha da güçlendirdi.

Komşu ülke Kırgızistan’da da ABD’li yetkililer, Afganistan’a gidip gelen neredeyse tüm ABD askeri personeli için bir hazırlık tesisi olan Manas’taki Amerikan üssüne ilişkin sorular da dahil olmak üzere çok sayıda siyasi sorunla uğraşmak zorunda kaldılar. Akayev’in görevine son veren 2005 devriminden sonra göreve gelen Cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev, devlet kontrolündeki varlıkların satışından kazanç elde ederek ve kara para aklamayı teşvik ederek, daha baskıcı ve yozlaşmış bir yönetimin önünü açtı. Bakiyev ve yoldaşları, Manas Askeri Üssü’nü özel kârlar elde edebilecekleri büyük bir fırsat olarak görseler de ABD’li yetkililer, Bakiyev yönetimini Afganistan’da önemli bir ortak olarak açıkça desteklemek zorunda kaldılar.

Çin ve Rusya, ABD’nin Orta Asya’daki nüfuzunu azaltmak amacıyla bölgede kendi kuruluşlarını devreye sokmak için Washington ve bölgesel hükümetler arasındaki gerilimleri kullandı. Rusya, bu çerçevede CSTO’nun faaliyetlerini genişletti. Manas’taki ABD üssü yakınlarında yeni bir askeri üs kuran Rusya, Tacikistan ile 5 binden fazla askerin Tacik topraklarında konuşlandırılmasına ilişkin bir anlaşma imzaladı. Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan ve Özbekistan tarafından 2001 yılında kurulan ŞİÖ ise giderek abd karşıtı bir kuruluş haline geldi. CSTO, iki yılda bir askeri tatbikatlar düzenlemek ve Taşkent’te kendi terörle mücadele merkezini kurmak da dahil olmak üzere bazı bölgesel projeleri hayata geçirdi.

“Washington, Afganistan ve Orta Asya’nın geleceğinde önemli bir yere sahip olmaya devam edebilir”

ABD-Rusya ilişkileri kötüleşirken Kremlin, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Bakiyev’e Manas’taki ABD üssünü kapatması umuduyla 2 milyar dolarlık acil finansman ve yatırım paketi sağlayarak cesurca rüşvet vermeye çalıştı. Bakiyev, 2009 yılında dönemin Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev ile düzenlediği ortak basın toplantısında, Manas’taki ABD askeri üssünü kapatmayı planladığını açıkladığında ABD’li yetkililer üssü kurtarmak için derhal harekete geçtiler. Sonunda kirayı neredeyse dört katına, yıllık 63 milyon dolara çıkarmayı ve üssün askeri rolünün önemini azaltmak için adını ‘Manas Lojistik Merkezi’ olarak değiştirmeyi kabul ettiler. Fakat Moskova, Bakiyev’in çift taraflı oyununu sindirmedi ve ertesi yıl devrimle Bakiyev yönetiminin düşüşünü memnuniyetle karşıladı.

Tüm bunlarla birlikte ABD’nin Afganistan’ı Orta ve Güney Asya ile bağlayarak bölgesel ekonomik kalkınmayı teşvik etme çabalarına büyük bir tepki gösteriliyordu. Çünkü bu büyük hırslar, Çin ve Rusya tarafından desteklenen, daha gerçekçi ve daha iyi finanse edilen karşı projelere hız kazandırmaktan başka bir işe yaramadı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2013 yılında ‘Kuşak-Yol Girişimi’ duyurusunu Kazakistan’daki Nazarbayev Üniversitesi’nde yapması tesadüf değildi. Çin, Kuşak-Yol Girişimi çerçevesinde Orta Asya’yı Çin’in batısına bağlamak için tasarlanan yeni boru hatlarına, karayollarına ve demiryollarına milyarlarca dolar yatırım yapmaya devam ediyor. Rusya da boş durmayarak Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) adı verilen bir bölgesel ekonomik girişimi başlattı. Moskova ayrıca Orta Asya’dan gelen Rusya’daki milyonlarca göçmen işçinin durumunu, bölgedeki hükümetlere baskı yapmak için kullandı.

2010’ların ortalarına gelindiğinde, savaş ve uluslararası müdahale Orta Asya’daki siyasi sistemi alt üst etmişti. Hükümetler ve halklar, ABD’nin dış politikasına karşı derin şüpheler duymaya başladı. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın Afganistan’daki ABD güçlerinin büyük çoğunluğunu geri çekme kararı, Çin ve Rusya’nın Orta Asya’daki yoğun faaliyetleriyle büyük bir tezat oluşturuyordu. Manas Askeri Üssü’ndeki son ABD askerlerinin de 2014 yılında Kırgızistan’dan çekilmesi, ülkeyi Moskova’nın himayesine bıraktı. Ayrıca, Orta Asya ülkelerinin jeopolitik yönelimi, ŞİÖ’nün ‘radikalizm, terörizm ve ayrılıkçılık’ ile mücadeleye yönelik liberal olmayan ilkeleriyle uyumlu hale geldi ve müdahil olmama ilkesi, diğer her şeyin üzerinde yer aldı.

Şimdi otokrasi zamanı

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle, ABD’ye ait askeri üslere ev sahipliği yapan Orta Asya ülkeleri 20 yıl öncesine göre daha güçlü olsalar da daha demokratik oldukları söylenemez. Afganistan’da Taliban’ın iktidarı ele geçirmesi, Tacikistan ve Özbekistan’da yetkililerin Afgan mültecilere karşı sınırlarını güçlendirmeleri ve ordularını potansiyel sınır anlaşmazlıkları beklentisiyle harekete geçirmeleri gibi otoriter eğilimleri güçlendirdi. Aynı zamanda Orta Asya devletleri ve yeni destekçileri, 20 yıl öncesine kıyasla Taliban ile ilişkileri konusunda daha çıkarcı bir eğilim gösteriyorlar. Bölge ülkeleri liderlerinin artık Afganistan’ın güvenlik ve ekonomik zorluklarını ele almaya gerçekten kararlı oldukları görülüyor.

Çin ve Rusya, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesini, Washington’ın küresel liderliğine inen bir darbe olarak görüyorlar ve her ikisi de son kriz sırasında güvenlik faaliyetlerini artırdılar. Moskova’nın Temmuz ayından bu yana düzenlediği üçüncü bölgesel operasyonda Rus güçleri, Ağustos ayı başlarında Tacikistan-Afganistan sınırı yakınında Tacik ve Özbek güçlerle ortak tatbikatlar gerçekleştirdi. Çin kuvvetleri de sadece birkaç gün sonra Tacikistan’da terörle mücadele tatbikatları düzenledi.

Pekin ve Moskova şuan Afganistan ile ilgili politikalarını koordine ediyorlar. Her ikisi de, uluslararası arenada tanınma arayışında olması nedeniyle dışarıdan bir müdahaleyi memnuniyetle karşılayan Taliban Hareketi ile müzakerelerde bulundular. Temmuz ayı başlarında yüzlerce Afgan askerinin Tacikistan’a kaçmasının ardından, Taliban Hareketi’nden bir heyet, Rus yetkililere uluslararası sınırlara saygı göstereceklerine ve Afganistan’daki yabancı yetkililerle diplomatik misyonların güvenliğini sağlayacaklarına dair güvence vermek amacıyla Moskova’yı ziyaret etti. Taliban heyetinin Moskova ziyaretinden birkaç gün sonra, Putin’in Afganistan Özel Temsilcisi Zamir Kabulov, Kabil’i Taliban ile müzakere masasına oturmaya çağırdı.

“ABD’li politikacıların daha mütevazı ve hedef odaklı bir gündem oluşturmak için kullanabilecekleri araçlar halen mevcut”

Bunun üzerine Taliban Hareketi, Pekin’in Sincan Özerk Bölgesi’nin sınır bölgelerine ve Uygur gruplara yönelik baskısını destekleme karşılığında Çin’in yatırım ve yeniden yapılanma çabalarını memnuniyetle karşıladığını duyurdu.

Çin ve Rusya, artık, bölgesel gündemleri için bazı garantiler elde etmek amacıyla Taliban Hareketi’nin uluslararası olarak tanınması ve Birleşmiş Milletler’in (BM) terör örgütleri listesinden çıkarılması ihtimalini de koz olarak kullanabilir. Afganistan, Şi ve Putin’e stratejik ortaklıklarını genişletebilecekleri, örtüşen ekonomik ve güvenlik inisiyatiflerinden oluşan ortak bir program uygulayabilecekleri başka bir alan daha sağladı.

Yeni bir çağın başlangıcı mı?

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve meşru bir Afgan devleti kurmada başarısız olması, ABD’nin güç kaybettiği ve büyük güçler arasında rekabet yaşandığı anlatısını besleyecek gelişmelerdir. Çin, İran ve Rusya dahil olmak üzere Kabil’de büyükelçilikleri bulunan ülkeler, ABD’nin başlıca rakipleri arasında yer alıyorlar. Ama şimdi, güvenlik garantileri sağlama, ekonomik ağlar geliştirme ve sürdürülebilir bir siyasi geçiş için lobi yapma gibi bir takım güçlüklerle başa çıkmak zorundalar. ABD, finansman için uzun soluklu bir arayışı önlemek için gereken dolar akışının yanı sıra Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) daha çok ihtiyaç duyulan dış finansmanı kontrol etme gibi önemli uluslararası nüfuz özelliklerini kullanmaya devam edecektir. Mesela ABD’li yetkililer, uluslararası bağışçılara, insani yardımlar ve yeniden yapılanma finansmanı karşılığında kapsamlı bir siyasi geçiş ve temel insan haklarının korunmasını şart koşmaları için baskı yapabilir.

Dahası Afganistan’da ABD kuvvetlerinin ve ABD yanlısı bir hükümetin yokluğu, diplomatik ortaklıkların ve yeni bölgesel gündemlerin ortaya çıkmasına da kapı aralayacaktır. ABD’li yetkililer, bu bağlamda Pakistan ile gelecekteki ikili müzakerelerde masadaki bazı meselelere Afganistan’ın güvenliğini meselesini de ekleyebilir, Washington ile Orta Asya ülkeleri arasındaki C5+1 diyalogunun gündemini genişletmek için kullanabilir. ABD’li politikacılar da, CSTO ve ŞİÖ’ye yalnızca ‘tartışma noktaları’ olarak davranmayı bırakabilir ve güvenlik ve insani yardım konularında onlarla düzenli olarak istişareler yapmaya başlayabilir.

Washington, ABD askerinin tamamen çekilmesi ihtimaline rağmen Afganistan ve Orta Asya’nın geleceğinde önemli bir yere sahip olmaya devam edebilir. Kendi yönetimleriyle uğraşmanın siyasi hassasiyetlerinden kurtulan ABD’li politikacılar nihayet bölgeyle daha adil bir şekilde ilgilenmeye başlayabilir, yabancı fonları zimmetine geçiren üst düzey Afgan yetkililere odaklanarak yolsuzlukla mücadele gündemini harekete geçirebilirler. Belki ABD’nin Orta Asya’ya askeri müdahale dönemi sona ermiş olabilir, ancak bu, nüfuzunun da ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor.

Prof. Dr. Alexander Cooley

Columbia Üniversitesi Harriman Enstitüsü Direktörü ve Barnard Koleji Claire Tow Antropoloji ve Siyaset Bilimi Öğretim Görevlisi
Şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir