Ahmet Elkubbanci 1958. yıl Necef doğumludur. Irak’ın ünlü din bilgelerinden biri olarak bilinmektedir. Dini eğitimini Necef’te, Beyrut’ta ve Kum’da almıştır. Tanınmış şii alimlelrinden Muhammet Bagirsadr ve Muhammethüseyn Fazlullah’tan da ders almıştır. Atası ve beş kardeşi Saddam tarafından öldürülmüştür. Elkubbanci bu yüzden Irak’tan kaçarak İrana yerleşir. Bu zaman İran-Irak arasında savaş vardır ve Elkubbanci İran ordusunda Irak’a karşı savaşta yaralanır.
İran’da uzun süre yaşamadan önce tam geleneksel bir şii gibi düşünüyordu. İran yaşamı süresince Elkubbancinin görüşlelrinde önemli değişim ve dönüşümler meydana çıkar. Önceler Destğeyb ve Taligani gibi gelenekçi İran’lı şii yazarların yapıtlarını Arapça’ya çeviren Elkubbanci sonralar Soruş, Şebüsteri ve Melikyan gibi modern tefsircilerin de kitaplarını Arapça’ya tercüme etmeye başlar. Elkubbanci derinden modern tefsircilerin etkisi altında kalır. Bu etkilenmeyi onun vahiy hakkında telif ettiği çeşitli eserlerinde açıkça görmek mümkündür. Vahiy hakkında telif ettiği “Peygamberlik ve Tanrısal vahiy sorunu” kitabı bu etkilenmenin sonucu olarak meydana çıkar. Bu kitapta vahiyle ilgili beyan ettiği görüşler Soruş’un ve Şebüsteri’nin görüşleri ile örtüşmektedir.
Elkubbanci’nin yeni görüşleri siyaset dünyasından da kenarda kalmadı. Saddam’ın devrilişinden sonra Elkubbanci Irak’a döndü. 2012. yılın evvellerinde İran’a seferi sırasında İran istihbaratı tarafından tutuklandı. Necef’in imam cümesi ve İran tarafından desteklenen “Irak Yüksek Konseyi”nin üyesi olan kardeşi Sadreddin Elkubbanci’nin raporu ve baskısı üzerine onun İran istehbaratı tarafından tutuklanıp sorgulandığı bildirilmiştir. Sadreddin Elkubbanci onu tekfir ederek dinden çıktığını duyurmuşdu. Ahmed Elkubbanci’nin İran’da yakalanması Fars dilli medyada az yansısa da, ancak Arap dilli medyada geniş yer aldı. Irak’ın liberal siyasetçilerinden olan ruhani Eyad Cemaleddin Elkubbanci’nin tutuklanmasına karşı çıktı. Bunun üzerine İran’ın Bağdat’taki büyük elçiliği karşısında itiraz gösterisi düzenlendi. Bu baskılar üzerine Elkubbanci serbest bırakıldı. O, şimdi Irak’ta yaşamaktadır. Elkubbanci’nin yakalanmasından önce İran’da yayımlanan “Din ayının kitabı” adlı dergide yazarı bilinmeyen bir yazı yayımlandı. Bu yazıda Elkubbanci’nin “Kadın, kavramlar ve hukuk” kitabı incelenmişdi. Yazıda “bu kitap Irak’a nufuz eden kültürel baskının sonucu olaraq yeni fikirler içermekdedir” söylenmekte idi.
“Arap ateistlerinin dergisi”nin Ahmet Elkubbanci ile ettiği söyleşi dört bakımdan önemlidir:
1- Ateist olduklarını açıkça beyan eden kişiler ve ya kurumlarla dindarlar ilişki kurmaz, söyleşmezler. Bu açıdan Ahmet Elkubbanci’nin bizimle söyleşmesi bir örnek teşkil edebilir. Gelecekte dindarlar ve atesitler arasında diyloğun sağlanması açısından bu söyleşi çok etkili olabilir.
2- Diğer yandan İran’lı ateistler de dindarlarla söyleşiye girmeyi hiç denememişler. “Arap ateistlerinin dergisi”nin gerçekleşdirdiği bu söyleşi İran’lı ateistler için de bir örnek oluşturabilir.
3- Kum İlmi Havzasının aydınlatıcı sosyal bilimleri önemsemesi Necef, Kerbela ve Samira gibi merkezlerle mukayisede daha ileri düzeydedir. Anlaşılan Elkubbanci İrak’a dönüp ve kendisinin köktenci görüşlerini internette paylaşdıktan sonra İrak’lı ruhanilerin itirazıyla karşılaşmamıştır. Lakin kendisi İrak’ta da tekfiri görüşün egemen oluşundan yakınmaktadır. Ancak o, Irak’ta deyil, İran’da tutuklandı. Bu bakımdan İran ve Irak arasındaki farkı belki Irak’ta seküler, İran’da ise dinci rejiminin egemen olması ile açıklamak olur.
4- İran dini aydınlanma hareketi yalnızca ülkenin içinde değil, İran dışında da yaygındır. Özellikle İran dışında Afganistan ve Tacikistan gibi Fars dilli ülkelerde de böyle bir hareket vardır. İran’daki dini aydınlanmacılık hareketi tercüme yoluyla Arap ülkelerini de etkilemektedir.
Şimdi ise Ahmet Elkubbanci ile yaptığımız söyleşyi sunuyoruz:
– Arap ateist: Siz Necef İlmi Havzasında eğitim alıp orada fıkıh ve üsul öğrendiniz. Bu havzadaki eğitim size ne öğretdi? Oradaki eğitim sistemi hakkında genel görüşleriniz nedir? Bu eğitimin size ne gibi yararı oldu?
– Ahmet Elkubbanci: Havzadaki eğitimim bana çok şeyler öğretti. Özellikle dini alanda daha önceden bilmediklerimi öğrendim. Ancak bu eğitimin bana ve topluma faydası hakkında soru sorsanız, şöyle yanıtlardım ki, ömrümün çoğunu çalan bu eğitimin ne bana, ne de topluma yararı olmuştur. Sadece ömrümü ve enerjimi yitirdim. Lakin şimdi o öğrendiklerimle şimdi bu bilgileri sorgulamak ve batıl olduklarını ispatlamak yetisine sahib oldum. Şimdi bütün bu bilgilerin gereksiz ve tarihe yararı olmadıklarını tutarlı bilgi ve belgelerle ispatlayabiliyorum. Tek ümidim de zaten budur. Yani dini araştırmalarda ussal bir dönüşüm yaratmak isterdim. Sonraki kuşakların bilgilenmesine ve aydınlamasına yararlı olacak akla dayanan bir yöntem geliştirmek isterdim.
– Arap ateist: Sayın Elkubbanci, siz kendi görüşlerinizin topluma ulaştığını düşünüyor musunuz, yoxsa bu görüşlerin hele ilk aşamada olduğu fikrinde misiniz? Görüşlerinizin toplum içinde yayılmasından ne gibi beklentiniz var? Sizce sizin görüşlerinizin izleyicileri durağandır, yoxsa devingen mi? Görüşlerinzin yayılması Irak’la sınıerlı mı, yoksa Irak sınırları dışına da ulaşmıştır?
– Ahmet Elkubbanci: Anlaşılan yeni düşünceler topluma ulaşabiliyor. İster benim, ya da başkalarının yeni dini düşünceleri topluma ulaşabilmektedir. Yeni dini uyanış dalgalanımı vardır. Politik İslam’ın ve diğer ideolojilerin içinin boş olduğu ifşa edilmiştir. Geçenlerde Mısır’da və Tunes’te islamcı partilerin halk tarafından protesto edildiğine tanık olduk. Dini düşünceyi, fıkhı, şeriat eksenli hukuk anlayışını ve hatta Kur’anı bile sorgulayacak düzeyde müslüman bilinci ilerlemektedir. Tüm bu gelişmeler kutsanmış tabuların devrilmesi ile ilgili açıkça örneklerdir. Arap zihni kendi çevresine örümcek ağı örerek kendisini karanlık geçmiş mirasının kölesi olarak görmektedir. Bence bu ağlar sökülmek üzeredir. Yeni dini düşüncelerden etkilenen ve yenilikleri izleyenler devingen bir akım oluşturmuşlar. Geleneksel dinci bir ortamda ne denli zor olsa da, böyle bir hareket bütün imkansızlıklara karşın oluşa gelmiştir. Kavimcilik ve tarihperest Arap toplumunda bu biçim gelişmeler yeni dini görüşleri olumlu yönde etkileyecektir. Irak’ta benim hayatımda ortaya çıkan olaylar buna açık bir örnek olabilir. Bölge devletlerinin İran’ın islamcı anlayışından ve propagandasından korktuklarını biliyorsunuzdur. Ama korkunç İran devleti benim tutuklanmamla ilgili olarak halkın İran elçilikleri önünde geçirdiği itiraz gösterilerinden korkarak beni serbest bırakmak zorunda kaldı. Bağdat’ta ve Basra’da halkın itirazı üzerine İran rejimi beni bırakmak zorunda kaldı. İran rejimi bana karşı ağır ittihamlar ileri sürmüş ve üzerimde bazı denemeler gerçekleştirmek üzereyken bu itirazlar başladı.
– Arap Ateist: İdealarınızın gelecekte gerçekleşmesi doğrultusunda ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda geleceğe iyi niyyetle yaklaşmanızı söylemek mümkün mü?
– Ahmet Elkubbanci: İdealarla ilgili hoş niyyetli olmaktan ziyade ben bu ideaların toplum tarafından özümsenmesi konusunda hoş niyyetliyimdir. Hoş niyyetli oluşumun sebebi halkın bu gibi idealara hissen ve fikren açık olmalarıdır. Bu ideaları yaşamlarında özümsemeye çalışan bir halk gerçekliği var ve önemli olan da budur. Optimist olmaktan başka çaremiz yoktur diye düşünüyorum. Özellikle bu idaların çağ ve onun melzemeleri ile uyumlu olması da çok önemli. Bu, modern yaşam ve gerçeklikle uyum içinde olmayan, ancak din evliyalarının omuzlayıp yıllar boyunca taşıdıkları gereksiz tarihperest ideanın tam tersinedir.
– Arap ateist: Sizi nasıl sınıflandırabiliriz? Siz sünni misiniz, yoksa şii mi? Mutezili misiniz, yoksa Kur’ancı mı? Ya da bir başka gruba mı mensupsunuz?
– Kumanci: Ben insanların insanlığını yok eden tüm çerçevelere karşıyım. Ben tüm mezhepleri yok hükmünde saymaktayım. Bana göre sünnilik ve şiilik aynı ölçüde batıldırlar. Çağımızda bize miras kalan İslam Tanrı katında mevcut olan İslam değildir. Bu İslam çerçevelenmiş bir İslamdır. Bu İslamla hiçbir kişi manevi ve ahlaki kemala ermez, eremez. Bu İslamla taassup, cahillik, hurafe, kavmi ve mezhebi savaşların tohumu ekilebilir. Günümüzde İslam gericiliğin bir etkeni duurumunda ve müslümanların vahşiliğine meydan açmakla yanaşı, onların akıllarının uygarlığa ve yeniliğe açılımını kör etmektedir.
– Arap ateist: Hırıstyanlık ve yahudilik hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle son zamanlar Arap ülkelerinde, hususen Mısırda yaygınlaşan bahailik hakkında görüşünüz nedir?
– Elkubbanci: Daha önce de belirtiğim gibi hırıstyanlık, yahudilik, bahailik ve diğer dinler de İslam gibi toplumsal bir sınıflandırılmadan ibaretler. Tanrı tarafından gönderilmiş din değiller. Ünlü toplumbilimci Dürkhaim’in de belirttiği gibi bu sınıflandırmalar belli bir ideolojiye dayanarak toplumsal ilişkileri pekiştirmek amacı taşımaktadır. Toplum bireylerinde toplumsal kimliğe hizmet eden din de ırk, dil ve vatan gibi kavramlardan öte bir şey değildir. Oysa tanrısal din dedğimiz olgu insanın kalbi ile yaşaması gereken temiz bir imandır. Bu iman kendisini aşk ve Allah’a tevekkül kalıbında, ahlaki değerlere ve insani ideallere bağlılık biçiminde gösterir. İlahi din vicdan dediğimiz şeyin ta kendisidir. Vicdan bütün insanların içinde var olan Tanrının sesidir. Din ve mezhebinden asılı olmayarak her birey kendi yaşamında vicdanın sesini dinlemek yükümlülüğünde olmalıdır. Çünkü Tanrı insanların görünüşüne değil, gönlüne bakar. Nitekim bir hadiste de “Tanrı sizin cisimlerinize ve zahirlerinize bakmaz, yüreklerinize bakar”[1] şeklinde denilmiştir.
– Arap ateist: Örütler (metinler), dini akait ve zahiri anlama üzerine eleştirel yaklaşmışsınız. Kur’an üzerine düşünceleriniz nedir? Kur’an, hadis ve dini kalıtımla ilgili ne düşünüyorsunuz?
– Elkubbanci: Dinsel örütleri (metinleri) anlayabilmemiz için hermenöitik ilmini özümsemek mükellefiyetindeyiz. Hermenöitik verilerinden yaralanmazsak, vahiy bizim için esin kaynağı olamaz ve nebevi mirası anlayamayız. Çünkü günümüzde yaygın olan örütleri zahrine göre anlama şekli bizi eskilerin devinimsiz din algısı içinde mahpus ediyor. Bir haldeki ihtiyaçlar ve düşünceler değiştikçe hakikatler ve kültürler de değişmektedir. Sonuç olarak şeiat hükümleri ve dini fikirler de değişmek zorundadır. Bunu şöyle söyleyebilirim: 1- Tarihsel bağlamını ve dokusunu göz önünde bulundurmadan dini bir örütü (metni) tamamen başka dokusal özelliğe sahip olan bir devirde uygulamak olanaksızdır. 2- Metnin anlaşılması için müfessirlerin ve fakihlerin düşüncelerinin ve ön yargılarının etkisini bilmek gerekir. 3- Dini metni müfessirin eğilimlerine tabi etmemek gerekir. Böyle olduğunda kendi tefsirimiz kendiliğinden akıl dışılığına sürüklenir. 4- Dinsel metinlerde geçen macazlar ve istiareler konusunda doğru anlama deneyimimiz olmalıdır. Bu macazları da çevirdiğimizde lafız olarak değil, anlam olarak tercüme etmeliyiz. Dinsel metinlerde geçen kelimeleri sözlük anlamlarına göre idrak etmemeliyiz. Ya da bu sözlerin gerçekliği yansıttıklarını sanmamalıyız. Bu kelimelerin sözlük anlamlarının ötesindeki ifade ettiği anlamı düşünmeliyiz. Böylece bu anlamalrın da tavsiye içerikli inşa-i ehkam olduğunu anlamış oluruz.
– Arap ateist: Siz kendi görüşlerinizi beyan ederken genelde felsefededen ve felsefi yöntemden daha çok yararlanıyorsunuz. Diğer değerlerle karşılaştırıldığında size göre felsefenin değeri nedir?
– Elkubbanci: Sorunuz felsefi bileşiklikten yoksun gibi görünüyor. Bizim yalnızca bir tek felsefemiz yoktur. Türlü felsefelerimiz vardır. Ayrıca, ona muracaat edeceğimiz bir tek felsefi ölçü de mevcut değildir. Felsefe insanda ussalcılığı güclendirmektedir. Bu, çağımızda dini metinleri anlayabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz bir şeydir. Dini düşüncenin hurafeler ve ahlak dışı inançlarla karıştığı bir devirde felsefe bizi bu bataklıktan kurtabilir diye düşünüyorum. Ama bu felsefi ihtiyaca din evliyaları şiddetle karşı çıkarak felsefeyi haram olarak duyurmuş ve halkı ussalcılıktan uzak tutmuşlar. Bunun için de Tanrı dinini akılla kavramak olmaz diye tutarsız delil de ileri sürmüşler. Onlara göre beşeri us din ve şeriati anlayabilme yetisinden yoksundur. Böyle bir görüş halkın geri kalmasına, cehaletin karanlık bataklığına gömülmesine zemin hazırlamıştır. Bu yaklaşım aklın susturulmasını ve taklidi öne çıkarmıştır. Akıl sustuğunda kendiliğinden taklit öne çıkar. Bütün hurafeleri din adına kabul eden kişinin terörist olması için tüm yollar böyle açılmış olur.
– Arap ateist: Çağımızda bilim aklın da ötesine çıkmış gibi görünüyor. Bilim ve dinsel örütler (metinler) arasındaki çelişkiler konusunda ne düşünüyorsunuz?
– Elkubbanci: Bilim aklın ötesine çıkmamıştır. Akıl kendisi evrilip ilerlemiştir. Her çağın kendi kuramsal ve bilimsel gelişmeleri olur. Eski çağlarda astronomide Batlamyus kuramı geçerliydi. Sonra Kopernik kuramı onun yerine oturdu. Şûra ve biat kuramı eski çağlarda geçerli idi. Ama şimdi onu demokrasi ortadan kaldırmıştır. Çağımızın da gereksinimi şûra ve biat değil, demokrasidir. Modern bilimle dinsel örütler (metinler) arasındaki çelişki çok önemli sorundur. Teolojide modern yöntemlere uyarak bu sorunu çözmek mümkündür. Bilim teorik və din pratik akla dayanmaktadır. İlim ve din karşıtlığı ile ilgili başka nazariyeler de var, ancak şimdi onun yeri değildir.
– Arap ateist: Müslümanlardan çoğu Kur’anın ilmi ve edebi icazına inanmaktalar. Sizde de böyle bir inanç var mı? Sizce Kur’an nasıl mucize olabilir?
– Elkubbanci: Bu konuyla ilgili ben “Kur’an-i icazın gizemi” adlı bir kitap yazmışımdır. Orada bir sürü deliller getirerek müslüman ülemanın icazıyla ilgili savlarını sorgulamaya çalışmışımdır. Bana göre Kur’anda hiçbir ilmi, edebi ve kaybi icaz söz konusu değildir. Şimdi burada daha ayrıntılı bilgi veremem, ama kitabımda bu konu ayrıntılarıyla açıklanmıştır. Ama makul Kur’an-i icaz bana göre iki konuyu içermektedir: 1- Mutezile ve bazı şiilerin kabul ettikleri sarfe nazariyesi. 2- Vicdan-i icaz.
– Arap ateist: Düşünme yönteminizde ve sorunları inceleme şeklinizde kendinize özgü bir sepkinizin olduğu bilinmektedir. Kayıp konusunda sizin görüşünüz nedir?
– Elkubbanci: Kayıp dünyasından maksat bazen metafizk, bazen de zahiri cihanın ötesi olmuştur. Kimi kez metafizik, Tanrının uzmanlık bilimi gibi nitelenmiştir. Kayıp söz konusu olduğunda kimi kez varlıkşünaslık (ontoloji) ve kimi kez de marifetşünaslık (epistemoloji) göz önünde bulundurulmuştur. Örneğin “kayıp olarak bir dünya var mı” diye sorular soruluyor. Ya da “böyle bir dünyanın varlığını ispatlayacak bir veri var mı” gibi sorular da soruluyor. Böyle bir dünyanın varlığını ussal verilerle ispatlayabilir miyiz, yoksa dine mi muracaat etmeliyiz? Kayıp aleminin sınırları nereden başlayıp nerde bitiyor? Bu yüzden bu sorular çok karmaşık suallerdir ve sorunun amacı doğruca belirlenmelidir. Ama sorunuz yanıtsız kalmasın diye bir kaç kelimede cevap vermek isterim. Tanrı, ruh, ya da başka bu gibi bir kavramla tanımlanan madde ötesi varlığa materyalistler inanmaz, bu kavramları da kabul etmezler. Ama bütün dinlerin ve beşeri kültürlerin arifleri madde ötesi böyle bir alemin olduğunu kabul ederler. Onlara göre bilimden insana ve dinsel örütlere (metinlere) kadar her şeyin zahiri ve batını vardır. Biz de böyle inanıyoruz.
– Arap ateist: Siz kimi söylemlerinizde mutlak kayıp ve onun Tanrı ile ilişkisi konusunda bir ayrışım ve fark belirtmişsiniz. Tanrı ve mutlak kavramlarını nasıl açıklıyorsunuz? Sizin felsefi görüşünüz açısından bu ikisi arasındaki ne gibi ilişki vardır?
– Elkubbanci: “Bu ikisi arasında” derken hangi “bu iki”yi diyorsunuz? Genelde Tanrı ile ilişki ussal, düşünsel ve nazari sorun değildir. Tanrı ile ilişki duygusal, hissi ve kalbidir. Kant’ın dediği gibi teorik akıl bu alana giremiyor. İşte bu, müslüman ve müslüman olmayan ariflerin beyan ettiği meseledir. İnsan önce kendi içinde Tanrı ile ilişkilenmek eğilimi hiss eder. Sonra bu yolda ilerlemeye başlar. Şöyle ki bu ilerleme sürecinde belleğinde zerre zerre bir Tanrı tasviri oluşmaya başlar. İman ussal bir konu değildir, insanın Tanrıya olan iç gereksiniminden kaynaklanır.
– Arap ateist: Tanrı hakkında görüşünüz nedir? Onu nasıl buluyorsunuz?
– Elkubbanci: Bu sorunun yanıtı çok uzun olabilir. Lütfen bu gibi derin ve uzun yanıtlı sorular sormayınız. Çünkü Tanrı meselesi çok bileşik ve karmaşık bir konudur. Onu tanıma ve ona iman etme de aynı biçimde çok karmaşık bir konu. Bu, peygamberlerin, ariflerin ve filozofların uğraştığı konu olmuştur. Bence Tanrının kendisi yerine, Tanrıya iman hakkında konuşursak daha tutarlıca söyleşebiliriz. İnsanla ilgili olduğu kadarıyla Tanrıya inanmak Tanrının kendisinden daha önemli olmuştur. Çünkü insan yazgısını belirleyip yaşamını yönlendiren imandır. İman dışında Tanrının yaşamımıza girecği ikinci başkaca bir yol yoktur. İnsan da yalnız imanı dolayısıyla ona yaklaşabiliyor. Tanrıya olan imanı kimse kendi kalbinde hiss etmezse, yaşamında da Tanrı izini görmeyecektir. İnsan kendi zihninde Tanrıya inansa da, onu kendi kalbinde duymazsa, imanın ne olduğunu özümseyemez, hiss edemez. Şunu bilelim ki, iman Tanrıya inanmak değil, Tanrı aşkını yaşamaktır. Tanrı aşkını kalbinde bulamayan kişi hayatında da Tanrıyı bulamayacaktır.
– Arap ateist: Sünnet ehli ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
– Elkubbanci: Ehl-i sünnet derken mezhebi açıdan soruyorsunuz, yoksa sünni mezheplileri mi nazarda tutuyorsunuz? Ahlaki açıdan sünnet ehli, yoksa itikadi açıdan mı? Ya da onların milli ırkları ve ussallık konuları mı söz konusu? Bu, aydınlanması gereken anlaşılmaz ve karışık bir sorudur. Herhalde daha önce söylediğim gibi sünni mezhebi de şiilikten fazla farklanmamaktadır. Her ikisi de beşeri zihnin ürünü ve Tanrı gönderisi değiller. Tarihsel açıdan şiilik ve sünnilik arasında ayrışma var. Sünnet ehli İslamın siyasi ve hükümet biçimini özümsemiştir. Bu yüzden usul-i dinin esaslarından biri olarak dinsel iktidardan yana tutum sergilediler. Buna karşılık şiilik tarihte muhalifet rolunu üstlenmiştir. Bu yüzden şiilerin İslami bilgileri daha duygusaldır. Bu da şiiliğin sünnilikten daha hurafi olmasına meydan açtı. Sünnet ehli de vakti ve sırası geldiğinde şiilerden daha kaddar ve kıyıcı olmuşlar. Çünkü iktidarda bulunma böyle kaddarlık geliştirmiştir. Terörizm en çok sünni ve hurafeler en çok şii kaynaklıdır. Tanrı ise terör ve hurafelerden uzaktır. Şiilik sünnilikten sonra ortaya çıktığından sünni iktidarlara karşı olanlar şiiliğe eğilimlenmiş ve şii sıralarında yer bulmuşlar. Böylece din siperi arkasında şekillenen şiilik adlı siyasi ideoloji iktidarı elinde bulunduran sünniliği dinsizlikle suçluyordu. Bu yüzden sahtekarlık, yalan ve iftira şii mirasta daha fazladır. Güçlü tarafın, yani iktidarı elinde bulunduran sünniliğin yalan ve sahtekarlığa ihtiyacı yoktu, gücünü sürdürebilmesi için kılıca ihtiyacı vardı. Şiilerin Kur’an ve Peygamberi önemsememelerinin de sebebi buydu. Şiilik için Kur’an ve Peygamber önemli olmamıştır. Çünkü Kur’an ve Peygamber söylemi tarihsel açıdan zaten egemendi ve iradesini kılıç gücüyle sürdürüyordu. Sünnet ehli Kur’an ve Peygamber sünnetine muracaat ediyordu. Çünkü kendi meşruiyetlerini bu yolla sağlamış oluyorlardı. Hatta böyle bir hükümetin başında Saddam gibi bir diktatör dursaydı da, Kur’an ve sünnetten durumu açıklayacak yorumlar çıkarabiliyorlardı.
– Arap ateist: Ateitsler hakkında düşünceleriniz nedir? Sizce de Tanrı onlardan ateist oldukları için öc mü alacak?
– Elkubbanci: Bu, Tanrı ile ilgili olan bizim tasavvurunuzla bağlantılı bir konu. Tanrıyı Saddam gibi intikamcı ve diktatör bir varlık gibi sanıyorsak, o zaman evet, Tanrı hepinizden öc alacak, sizi itirafa zorlayacaktır. Çünkü bu tasavvura göre Tanrıya inanmanın şartı aynen Saddam’ın örneğinde olduğu gibi adamların var olmaları ve inkişaf basamaklarında yükselmeleridir. Lakin Tanrıyı kerem ve merhametini göstermek için kainatı yaratmış olduğunu tasavvur edersek, o zaman bu tasavvurun anlamı şudur ki, Tanrı bütün yarattıklarını sevmektedir. Böyle olduğunda doğadaki yasalar gibi varlıkta ahlaki bir yasanın egemen olduğunu kabul edeceğiz. Bu yasa insanın iyi ve kötü amellerini etkiliyor. İnsan iyilik ederse iyilikle, kötülük yaparsa kötülükle karşılaşıyor. Ateist bir kişi iyilik yapar, yararlı ve hayırlı işler eder, başkalarını severse, Tanrının lutfuna mazhar olur. Tanrıya inanıp da kendisini mumin olarak zann eden, ama salih amelde bulunmayan, yani barış düşüncesi üretmeyen kişiler Tanrının lutfuyla karşılaşmazlar, kötülükle karşılaşırlar.
– Ateist Arap: İslamı kendisinin araştırıp anladığı bir kişi ile körüne taklit eden bir müslüman arasında nasıl bir fark vardır?
– Elkubbanci: Geleneksel, sokak ve çarşı islamı körüne inanan birey ister. Lakin bu tür İslamın baskısı altında ezilenler var. Onlar kendilerini bu tür İslam algılayışının dışına çıkardıklarında gerçek İslamla bireysel araştırmaları doğrultusunda karşılaşırlar. Birsel us ve vicdanlarında hakikati arama duygusu onları İslamla tanıştırır. Bu emek sonucunda akılda ve vicdanda kazanılan İslam sadece geniş öğrenme sürecine odaklı değildir, hem de hayır ve barış istikametinde genelin de yararınadır. Böyle bir İslam algılayışına ulaşmak için toplumsal ve geleneksel din anlayışı ile çatışmak gerekiyor.
– Arap ateist: “Arap ateist dergisi” sizi söyleşmeye davet ettiğinde tepkiniz ne oldu?
– Elkubbanci: Özel bir tepkim olmadı. Benim ateist dostlarım az değildir. Ben kendi düşüncem ve imanım çevresine duvar örerek diğer farklı görüşleri duvarın dışında bırakan kişilerden değilim. İnsanları inanç ve düşüncelerine göre sınıflandırıp bir kenara bırakmam. Benim ölçüm insanlık ve ahlaksal değerlerdir. Bence ateistlik de deistlik gibi bir tür yaşam biçimidir. Tanrıyı aklında ve yaşamında bulamayan insanın Tanrıyı inkar etme hakkı vardır. Zaten bu durumda Allahı inkar etmek artık onun görevi olmalıdır. Böyle etmezse, yalancı ve ikiyüzlü adam olur. Ateistlerin içindeki dürüst adamların da dürüstlüklerinin sebebi budur. Şunu demek istiyorum ki, Allahı alemde göremeyen ve böyle bir görmeye de gereksinim duymayan kişi “Allah yoktur” diyor ve kendi açısından da doğru söylüyor, onun söylediği tam olarak ahlakidir. Çünkü onun ahlak sistemi Tanrıya ihtiyaç duymamaktadır. Bir mumin de Allah vardır söylediğinde onun da söylemi ahlakidir. Çünkü onun Tanrıya ihtiyacı vardır ve Allah’ı sürekli varlıkta ve kendi hayatında hazır olarak görmektedir. Tanrı dışarıda var olan nesneler türünden bir varlök değildir. Tanrı insanın içi ile sık ve derin bağlantılıdır.
– Arap ateist: Arap ateistini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle Arap ateisti hakkında ne düşünüyorsunuz?
– Elkubbanci: Bunu mübarek bir olgu olarak görüyorum. Bu, Arap düşünce hayatında yeni ve gerekli bir olgudur. Arap ateitsler toplumun tarihsel aklını sarmalamış olan bu geleneksel dinci örümcek ağının dışına çıkmaya çalışmaktadırlar. Doğuştan omuzlarımız üzerine çöken ve her birimizin aklını karanlığa gömen ürfi ve toplumsal geleneksel din baskılarına Arap ateistler aldırış etmeden düşünme yolunu seçmişler ve bu gerçekten de mübarek bir ortaya çıkıştır. Daha önce de söylediğim gibi günümüzde İslam adıyla pazarlanan dinin Allah’la hiçbir ilgisi yok. Tam tersine bu din Allah yerine yerleştirilerek ona tapınan bir put haline gelmiştir. Kendi aklının özgürlüğüne saygı gösteren herkes bu dinden uzaklaşmak yükümlülüğündedir. İslamın doğuşu sırasında müslümanlar şirkten uzaklaşarak tevhit dinine girdikleri gibi, çağımızda da aynen ilk müslümanlar gibi, bize sunulan puta dönüştürülmüş geleneksel şirk içerikli İslam’dan uzaklaşarak tevhit İslam’ına girilmelidir. Bunun için ilk adım toplumsal tabu ve putu kırmaktır. Bu put kırma işte “la ilah”la başlar. “La ilah”, yani Allah yoktur, yani ateism. Allah’a doğru haraket bu itirazdan ve inkardan sonra başlar. “Allah yoktur” demek, aslında Allah’a doğru yönelmişliğinin mukaddimesidir. Böylece ateism hakiki imana ulaşmanın ilk evresi olarak ortaya çıkar. Ateist Allah’a inanmamakla yolun sonuna ulaştığını sanmamalıdır. Bu bakımdan ilhat imana ermenin zaruri mukaddimesidir. Ama ateist dostlarımla ilgili beni rahatsız eden iki durum var: 1- Ateist dostlarımız toplumun tepkisi üzerine korkup geri çekilmemeli, ikiyüzlü davranmamlıdırlar. Ateist olduklarını toplumsal tepki üzerine saklamamalıdrılar. Böyle ederlerse, ikiyüzlülük adlanan ahlaksızlığın kokumuş bataklığına sürüklenirler. Onlar ateist olduklarını büyük bir cesaretle beyan etmelidirler. Şehit Hüseyin Merve, Faht, Hadi Alevi ve uyanık vicdana sahip olan diğer marksistler gibi.* Arap ateistler böyle etmezlerse, çarşı dini tarafından hazmedilirler. Bence onurlu bir insan için en önemli şey onun özgürlüğü ve bağımsızlığıdır. Bu iki özelliğini yitiren kişi artık hiçbir şeye sahip değildir. Bu ikisi dışında neyi olsa ve ne kazansa da, hiçbir değer ifade etmez. İster mumin olsun ya da mulhit, şii ve sünni, seçkin ve ya avam. Bu iki ahlaki özelliğini kaybederse, onda olumlu bir şey aramaya gerek kalmaz. Ateistler indiki marksistlere benzememelidirler. Çünkü şu anki markisitler onurlu davranmıyorlar. Partilerinin önüne “Hz. Fatıma’nın şehadeti dolayısıyla Hz. Mehdi’ye baş sağlığı veriyoruz” diye yazıyorlar. Bu, açıkça onursuzluk ve ikiyüzlülüktür. 2- Ateist dostlarımla ilgili ikinci endişem de şöyle ki, onların ateistliği sorumluluktan kaçmaları ve ahlaki değerlere yüz çevirmeleri anlamında olmamalıdır.
– Arap ateist: Son zamanlar Arap ateistler sosyal medyada çok aktifleşmişler. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
– Elkubbanci: Daha önce söylediğim gibi bunu mübarek bir gelişme olarak niteliyorum. Ussalcılığa, uygarlığa, ürf ve gelenek boyunduruğundan kurtuluşa ve batıldan arınmaya doğru bir girişim olarak görüyorum.
– Arap ateist: Mısırda yeni yasa tedvin edilmektedir. Bazıları bu yasaların hazırlanmasında ateistlerin de katkıda bulunmalarından yanadır. Yasaların tedvininde atesilerin de temsilcilerinin olmasını savunuyorlar. Ateistlerin insani ve yurttaşlık hakları konusunda ne düşünüyorsunuz? Çünkü ateistler kendileri bile bu konuda çok çekingen ve utangaç davranıyorlar.
– Elkubbanci: Ateistlerin bu isteklerini kabul etmiyorum. Yeter ki, biz hepimiz laiklikten yana tutum segileyelim. Zaten laik bir düzen bütün dinlere, mezheplere, ideolojilere ve inançlara aynı mesafede durmaktadır. Laiklik hiçbir grupunun çıkarlarına karşı olmadığı gibi, hiçbir görüşün de tekelinde olamaz. Ateistler toplumdan ayrıca bir grup değiller. Hepimiz laik düzenin çatısı altında barış içinde ve kaşılıklı saygı ortamında bir araya gelebilirz. Laiklik tüm yurttaşların inanç hakkına saygı ile yanaşır ve onların yaşama hakkını güvence altına alır. Bu konu doğal olarak politik içeriklidir. Lakin kültürel açıdan ateistler donmuş ve durukmuş Arap zihniyetini devindirebilmeleri için “ateist kimlik”leri ile davranmalı, fikir üretmelidirler. Durgun Arap dinsel dünyasını bu şekilde devindirebilirsiniz. Dinsel ön yargıları, yüzyıllar boyunca birikmiş düşünme karşıtlığı tarihsel ve sosyal ortamı değişebilirsiniz. Ama Mısırda dinci İhvan partisine karşı ortaya çıkan devrim aydın ufka doğru bir harekettir. Gelişemeye, insanlığın çiçeklenmesine doğru bir açılıştır. Büyük Fransa İnkılabının amaçlarına hizmet eden gerçek bir devrimdir. Öyle bir devrim ki, ideolojik ve dinci dürtüler onun terkibinde mevcut değildir. Sadece insancıl ve ussal etkenler onun hareket verici kuvvetidir. Ama nasıl sonuçlanacağı henuz belirsiz. Dinci partiye karşı halkın itirazı kendi zatında gelecek açısından ciddi bir ilerlemedir.
– Arap ateist: Sizin evlatlarınızdan veya yakın akrabalarınızdan biri ateist olursa, onunla nasıl davranırsınız?
– Elkubbanci: Onun ateistliği sınıfsal değil, ussal ve vicdani olursa, onunla ilişkilerim normal şekilde devam eder. Nitekim bireylerin de imanı sınıfsal ve manevi olarak iki kısma ayrılmaktadır. Sinıfsal ateistlik heva ve hevesten türemekte, etik sorumluluktan uzak durmaktadır. Sınıfsal iman da öyle. Ama manevi ateistlik insancıl duygunun mahsulü olduğu kadar da fesada gömülmüş sosyal vicdanda Tanrıyı bulamayan bilinçli arayıcı aklın ürünüdür. Ayrıca, bilinçli ateism Allah ve din adına akıtılan kanlara karşı düşünsel baş kaldırıdır. Böyle bir ateistin vicdanı onu Allahı, İslamı ve diğer dinleri inkara seslemiştir. O, maneviyatlı ve sorumlu bir ateisttir.
– Arap ateist: Son sorumuzu da soralım: Ateist okurlara ve ateistlerin dergisine bir tavsiyeniz var mı?
– Elkubbanci: Evet, onlara bir tavsiyem vardır. Terörün, etnik ve mezhepsel çatışmanın yaygın olduğu bu devirde bizim ihtiyaç duyduğumuz şey din değildir, ahlaki değerlerdir. Vicdana dönüş ve humanist değerleri canlandırmak gerekir. Bizim insani kimliğimiz din, mezhep ve milliyet gibi sahte değerlerin esaretindedir. Bu yüzden büyük ahlaki kriz yaşanmaktadır. Bu sahte kimliklerin yalan ve antiinsani olduğu artık ifşa edilmiştir. O zaman gerçek kimliğimizi, yani insani kimliğimizi yüceltmeliyiz. Biz müslüman, şii, sünni, ateist olmadan önce insanız.
Çevirdi: G. G
Kaynak:
http://tribun.com/tajrobejahani/2497-2016-02-29-21-56-06
[1] «إِنَّ اللَّه لا یَنْظُرُ إِلَى أَجْسَادِکُمْ و لا إِلَى صُوَرِکُمْ وَلَکِنْ یَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِکُمْ»
· Hüseyin Merve (1910-1987) Lübnan’lı sol aydın yazar idi. “Arap-İslam felsefesinde materyalist akımlar” adlı kitap yazdı. Bu eser büyük tepkilere yol açtı. Hizbullah terör örgütü tarafından öldürüldü. Faht adı ile ünlenen Yusuf Salman (1901-1946) Irak’lı siyasi faaldı. İrak’ta idam edildi. Hadi Alevi ( 1933- 1998) Irak’lı sol düşünür ve yazardı. Onun “İslam tarihinde işkencenin tarihi” adlı kitabı vardır