Ulusların politikalarının geçiş anlarında, her zaman bir “gözden geçirme” veya “yeniden inceleme” (Review) ya da başka bir deyişle “duraklatmaya” (Pause) ihtiyaç vardır.
O dönemde siyasi yönetimin statükoyu korumaya ihtiyacı yoktur. ABD’de bir idareden diğerine geçiş sürecinde bu olağan bir durumdur.
Genellikle yeni yönetim geçiş anına hazırdır ve ister düşmanlarına isterse müttefiklerine gönderdiği anlaşılır sinyal ve işaretlerle bunun yolunu döşer. Ancak bu sefer, Trump yönetiminden Biden yönetimine geçiş bilinen ve istisnai nedenlerle her zamanki gibi olmadı. Seçim sonucu her zamankinden daha geç açıklandı.
Sonuçlar genellikle olduğu gibi pürüzsüz bir şekilde değil şiddet olayları arasında onaylandı.
Giden yönetim gelen yönetimi karşılamaya hazır değildi. Bir bakıma, Trump yönetiminin önceki tüm Amerikan yönetimlerine karşı bir darbe olduğu ölçüde, Biden yönetimi de ister iç isterse dış politika olsun, Trump yönetimine karşı bir darbe sayılıyor.
Her iki durumda da darbe, iç ve dış politikalara ilişkin geniş bir başkanlık kararnameleri paketi aracılığıyla gerçekleşti.
ABD ve dünya ülkeleri arasındaki ilişkilere bakacak oursak, Biden ve grubu bir bilgisayar terimini ödünç aldı; o da bilgisayara virüs bulaştığında veya işlem yapılamadığında kullanıcıların başvurdukları yeniden başlatma veya resetleme (resetting) terimidir. Resetlemek, bilgisayarın çalışması için arızalanmasına, iyi çalışmamasına veya yanlış bir şekilde çalışmasına neden olan sorunu çözüp ana sürücülere dönme işlemidir.
Bu durumda, Trump’ın politikaları doğru olan eğilimden sapma anlamına geldiğinden, temele geri dönüş de bir tür düzeltmedir. Bu anlamı ile reset kavramı, Biden yönetiminde ABD’nin farklı ülkelerle ilişkileri için yoğun bir şekilde kullanılmaya başlandı. Rotasının düzeltilmesi gereken ilişkilerin başında da İran ve diğer Ortadoğu ülkeleri geliyor.
ABD’nin İran’a yönelik politikasını en iyi yukarıda bahsettiğimiz süreç yani resetleme açıklıyor. Washington nükleer anlaşmaya dönmek istiyor ama önceki yönetim göz ardı edilemeyecek koşullar yaratmış bulunuyor.
ABD merkezli Foreign Affairs dergisi 22 Şubat’ta Sanam Vakil’in “Stability in the Middle East Requires More Than a Deal With Iran” (Ortadoğu’da İstikrar İran’la Bir Anlaşmadan Fazlasını Gerektiriyor) başlıklı yazısını yayınladı. Yazıda, Biden yönetiminin İran ile ilgili tanıdık bir dizi sorunu miras aldığı söyleniyor.
İran’ın gelişmiş bir nükleer programa, balistik füze cephanesine ve Yemen’deki Husiler başta olmak üzere bölgedeki Şii grupları desteklemek için bölgesel bir politikaya sahip bulunduğu belirtiliyor.
Eski ABD başkanı Donald Trump’ın İran nükleer anlaşmasından çekildiği ve Tahran üzerindeki yaptırımları artırmaya başladığı Mayıs 2018’den bu yana, İran hükümeti nükleer gelişimini hızlandırdı ve silah üretimi için gereken atılımı bir yıldan birkaç aya indirdi.
Biden, İran da aynı şeyi yaptığı sürece ABD’nin nükleer anlaşmaya geri dönme ve yükümlülüklerine uyma niyetinde olduğunu açıkça belirtti. İran da ABD yaptırımları kaldırdığı sürece yükümlülüklerine geri dönmeye hazır olduğunu belirtti. Ancak süreç, bu pazarlığın gösterdiği kadar basit olmayacak. Nükleer anlaşmanın sürdürülebilir olması için gelecekteki siyasi aksaklıklardan izole edilmesi gerekiyor.
Bu sürekliliğin sağlanması, imzalayanların anlaşmadaki takvimlerin uzunluğunu, geri çekilme cezalarının şartlarının yanı sıra İran’ın balistik füze programı ve istikrarı bozan bölgesel faaliyetler gibi anlaşmanın mevcut kapsamı dışındaki sorunları içeren anlaşmanın zayıf noktalarını ele almasını gerektiriyor. Bölgesel bir plan olmadan, Biden yönetiminin İran ve Ortadoğu ile ilgili gündemi, Washington’daki Cumhuriyetçi rakipleri ve bölgedeki ortaklarının muhalefetine karşı en savunmasız gündem olmaya devam edecek.
Bir hafta önce ve Biden’ın Beyaz Saray’a yerleşmesinden 36 gün sonra, Amerikan savaş uçakları Suriye’deki İran üslerini bombalayıp tahrip etti. Bu hava saldırısının doğrudan amacı Washington’un müttefiki Kürtleri korumak, İran’ın Suriye’deki politikasından duyulan öfkeyi göstermek, ABD-İran ilişkilerini sopa ile havuç arasında yeterli bir denge olacak şekilde yeniden düzenleme veya sıfırlama sürecini hayata geçirmekti.
ABD, ilk önce İran’a havuç uzattı ve bunun için nükleer anlaşmaya tekrar dönmek istediğini açıkladı. Avrupa’daki müttefiklerini, ABD’nin ciddiyeti konusunda Tahran’a güven vermeye teşvik etti. Robert Malley’i İran Özel Temsilcisi atadı. İran’ın ABD’nin kendisine uzattığı havuca verdiği tepki çok şiddetli oldu. Bu tepkinin bir ayağı sözlü açıklamalardı.
İkinci ayağı da İran’ın daha önce anlaşmadan çekilen taraf ABD olduğundan koşulsuz olarak ve çekilmeden önceki duruma dönmeden anlaşmaya geri dönmesi gerektiğine inanan tutumu oluşturdu. Üçüncü ayağına gelince, İran bölgesel saldırılarını genişletti. Amerikan füzelerinin bulunduğu bir Irak hava üssüne füze saldırısı düzenledi.
Saldırı üsse ait tesislerin tahrip olmasına ve bir Amerikalı müteahhidin ölümüne yol açtı.
ABD’nin bu kez kendi yöntemiyle barış çalışmalarını yeniden başlatacak yeni bir politika geliştirdiği Yemen’de Husileri Marib’e saldırmaya yönlendirdi.
İran bununla da yetinmedi ve Yemen’deki Husi üslerinden Suudi Arabistan’a ve Abha Havaalanı gibi sivil olduğu belli bölgelere füze ve insansız hava araçları ile saldırılar düzenledi.
Gelgelelim Tahran’ın fark etmediği bir şey vardı, o da; Washington’un aynı zamanda bölgedeki müttefikleriyle de programlarını yeniden başlatmaya çalıştığı ve nükleer anlaşmaya geri dönmek istediği kadar bölgedeki ittifaklarını da güçlü ve daha büyük bir güven içerecek şekilde korumak istediğidir.
İran’ın saldırgan davranışları ışığında bunlardan hiçbirine saygı gösterilmedi, bu nedenle söz konusu askeri darbe sadece İran’a değil, aynı zamanda müttefiklere de bir mesajdı.
ABD’nin siyasi gözden geçirme süreci henüz sona ermedi. ABD Dışişleri Bakanı Tony Blinken ile Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri arasında gerçekleşen, iki taraf arasındaki stratejik ilişkilerin sürdüğünün vurgulandığı ama insan haklarına da atıfta bulunulan telefon görüşmesiyle Mısır ile ilişkileri yeniden başlatma süreci başlatıldı.
Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini yeniden başlatma süreci için Ortadoğu’daki ABD politikasının kalbi diyebiliriz ve bu süreç de, Biden’ın Kral Selman bin Abdülaziz ile yaptığı ve Washington’un Suudi Arabistan’ı savunmaya devam etme taahhüdünü teyit ettiği telefon görüşmesiyle başladı.
İsrail ile yeniden başlatma süreci, Filistinlilerle yeniden ilişki kurularak, bölgede gerçekleşen barış ve normalleşme süreçleri teşvik edilerek rahat bir şekilde başlatıldı. Ancak İran’ın nükleer kapasitesini hedef alma kartını elinde tutmak isteyen Netanyahu ile iş daha zordu.
Ne var ki İsrail’in bu tutumu, kendisini İran ile ilişkileri yeniden başlatma sürecinde İran’a gösterilecek sopanın bir parçası olarak kullanmak isteyen ABD’nin işine de geliyor.
Her halükarda, hikaye hala başlangıç aşamasında ve uluslararası ilişkiler jürisi henüz Amerikan stratejisine ilişkin kararını açıklamadı.
Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
şarkulavsat