KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. ABD’nin İran Stratejisi ve Türkiye

ABD’nin İran Stratejisi ve Türkiye

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
243 0

ABD Başkanı Trump, İran konusundan yeni stratejilerini açıkladı. Akabinde İsrail, Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Yemen ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkladığı “yeni İran stratejisini” desteklediklerini açıkladılar. Bu bakımdan ABD’nin aşağıda verilmeye çalışılacak olan stratejisindeki müttefikler ve ortaklar tanımının ana hatları da ortaya çıkmış oldu. Mısır, İran’ın Arapların iç işlerine karışan endişe veren etkisini durdurmak, nükleer ve kitle imha silahlarının arındırılması bağlamında bu stratejiyi benimsediğini açıklaması yeni strateji içeriğinin bölgesel karşılığı açısından manidar bir örnek oluşturdu. Kral Selman’ın da “İran’a karşı gayretleri birleştirelim” çağrısı aynı bağlamda bu stratejiye bir hoşamedi oldu. Peki, bu süreçte tradisyonel müttefiklerle ilişkilerin canlandırılıp, güç dengelerinin onarılacağı ifade edilen bu strateji kapsamında Türkiye’nin uzun süreden beri bir ABD müttefiki olarak konumu ne olacak diye düşünülürken tam da buna tekabül eder şekilde Cumhurbaşkanımızın “O zaman ben bu stratejik ortaklığı masaya yatırırım” açıklaması geldi.

FETÖ Darbe girişimi ve sonrasında iyice gerilen ilişkiler ve ABD’nin yeni stratejisi bağlamında stratejik müttefiki Türkiye ile ilişkileri PYD’ye tırlar dolusu destek, vize yasağı ve FETÖ’yü teslim etmemek benzeri gerilimlerle “şok tedavi uygulamayı mı düşündüğü?” sorusu akla geliveriyor. Öte yandan Türkiye’nin son zamanlarda yeniden canlanan İran ile ilişkileri bağlamında ABD’nin bu çerçevede Türkiye’ye yaklaşımının ne olacağı da merak konusu.

Bu sorular ışığında öncelikle bu stratejinin “ne dediği ve ne olduğu?”nu klişe üç beş başlık ötesinde anlamak gerekiyor. İşte, Amerika’nın yeni İran stratejisinin temel unsurları:

ABD’nin yeni İran stratejisi İran’ın istikrarsızlaştırıcı etkisinin nötralize edilerek ve saldırganlığının engellenmesi, özellikle İran’ın terör ve militanlara verdiği destek konusuna odaklanmaktadır.

Biz eski İran yıkıcılığına karşı müttefiklerimizle ve bölgesel ortaklılarımızla birer istihkâm olarak ilişkilerimizi canlandırarak, bölgedeki güç dengelerini onaracağız.

İran rejimi, özellikle İran İslâm devrim muhafızlarını, yıkıcı eylemleri için mali desteği engelleyerek, Devrim muhafızlarının İran halkının zenginliğini tüketen faaliyetlerine karşı duracağız. İran Devrim muhafızlarının Irak, Suriye ve Yemen’deki faaliyetleri, Suudi büyükelçisi Adil Cübeyr’in 2011’de öldürülmesi gibi terörist faaliyetlerde bulunduğu bu nedenle ABD’nin ortaklarını bu örgüte karşı birlikte çalışmaya zorlayacağı ve böylece uluslararası barış ve güvenliğe katkı sağlanacak, bölgesel istikrar ve İran halkının faydasına davranılmış olacaktır.

İran İslam Devrimi muhafızlarının insan hakları ihlallerinin uluslararası toplumda kınamasına çalışacağız.

ABD ve müttefiklerimize düzenlenecek balistik saldırılara karşı duracağız.

İran’ın nükleer silaha giden tüm yollarını önleyeceğiz.

Bu strateji bağlamında, İran’ın geleneksel siyasetinden kaynaklı olarak ABD Dış İşleri, bazı riskleri öngörmekte ve bunlarla mücadeleyi stratejisi içinde zikretmektedir. Bu yaklaşım içinde dini lider Ali Hamaney’in devrimden sonra İran’ın bu dış politikasındaki rolü vurgulanarak belirli rahatsızlıklar başlıklandırılmaktadır:

Balistik saldırganlığın gelişip yaygınlaşması.

Terör ve aşırıcılığa mali ve materyal destek verilmesi.

Suriye halkına şiddet uygulayan Esad rejiminin desteklenmesi.

İsrail’e karşı yumuşamayan bir düşmanlık.

İran Körfezindeki sürekli olarak özgür denizlik faaliyetine karşı tehdit oluşturulması.

ABD, İsrail ve ABD’nin diğer müttefiklerine siber saldırılarda bulunulması.

İran’da insan hakları ihlalleri, yabancılara keyfi tutuklamalar yapılması.

Bu strateji metninden görüleceği üzere, İran’ın Ortadoğu’da Irak, Suriye ve Yemen gibi sahalardaki, geçmişte Şii Hilali kurmak olarak da dillendirilen faaliyetlerini engellemek ve bunun sağlanması için de İran’ın bu operasyonlardaki ana omurgası olarak görülen Devrim Muhafızlarına ciddi bir mali ve diğer şekillerde yaptırımlarla darbe vurularak İran’ın bölge stratejisinin işlerliğini ortadan kaldırmayı öngördüğü anlaşılıyor. Bunun bir ayağı İran’a terör destekçiliği yaftası ile operasyon, ambargo ve sair yaptırımların meşru ve gerekli gösterilmesi bir taktiksel açılım olarak ortaya konurken, öte yandan bölgedeki müttefiklerle ilişkileri canlandırarak, bölgede Obama ile bozulduğu öngörülen güç dengelerinin tamiri yoluyla diğer bir taktiksel alanın tesisi düşünüldüğü stratejinin ana gövdesinden anlaşılabiliyor. Bu konuda diğer bir meşrulaştırıcı söylem alanı İran’ın nükleer gücünün gündeme getirilerek bu tehlikenin bölge ve küre açısından kritik durumunun söz konusu edilmesi olduğu görülüyor. Trump’ın nükleer açıklamaları, Mısır ve Suudilerin bahsedilen beyanları bu çerçevedeki gelişmeler olarak görülebilir. Diğer yandan körfezde İran’ın denizciliğe verdiği zarar üzerinden, İsrail ve diğer ABD müttefiklerine ki burada en önde Suudilerin olduğundan şüphe yoktur, İran’ın hasmane tavırları gündeme taşınarak bölgesel bir destek ortamı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu bakımdan körfezde yeni ısınmalar olabilir, bu açıdan Katar’daki Amerikan askeri varlığı da bu strateji bağlamında ayrı bir değer kazanacaktır. Stratejinin en ilginç yanlarından biri, Devrim Muhafızlarının İran halkının iç zenginliklerini tükettiğinden ve bu stratejinin İran halkı için de olduğu söylenerek İran içindeki güdümlü muhalefete ve rejim karşıtı güçlere de bir mesaj veriliyor olmasıdır. Hülasa İran dış ve iç dinamiklerle kuşatılarak bölgede ve küredeki “tehdit unsuru” olma özelliği ortadan kaldırılmak isteniyor. Bu stratejinin uygulanacağı taktiksel açılımın neler olabileceği gelecek süreçte yaşanacak gelişmeler bağlamında ortaya çıkacak ve zaman içinde müttefiklerle paylaşılmak suretiyle belki devletlerarası düzeyde de paylaşılabilecektir.

İşte stratejik ortak ABD! İran konusunda son açılımını bu şekilde yaptı. Bu süreçte Suudiler ABD’ye tam destek verirken, Türkiye bu noktada ne tür durumlarla karşılaşacak, İran-Suudi Arabistan dengesi nasıl korunacak, Barzani meselesi ile oluşan Irak-Türkiye-İran müşterek yaklaşımı nasıl sürecek, ABD ile ilişkiler bu bağlamda nasıl bir gelişmeye evirilecek gibi sorular zihinlerde dönmeye başladı. Komşumuz İran ile ilişkileri bölgesel gerekçelerle tamir ederken aynı anda ABD ile stratejinin öngördüğü bir canlanma söz konusu olabilecek midir? Mevcut krizler bağlamından bunun imkânları gittikçe daralmaktadır. Kudüs, Katar ve Kerkük olaylarında görüldüğü üzere Türkiye çok denklemli problemleri çözmeye çalışarak dengeyi sağlayan bir diyalog ülkesi olarak mı kalacak, yoksa ABD’nin nalıncı keseri dış siyasetine mesafeli durarak kendi maslahatına dair diğer alternatifli çalışmalara devam mı edecektir? Bütün bunları gelecek günlerde yaşarken göreceğiz, lakin ABD’nin söylem ve açıklamalarını da izleyerek bu strateji bağlamından Türkiye’ye biçilmek istenen rolü de anlamaya çalışmak geleceği öngörebilmek için önemli gözüküyor. Irak ve Suriye’de devamlı Türkiye’nin aleyhine gelişmelerin yanında görülen ABD’nin bu son açılımında beklentisinin ne olacağı ise “zaytung” zekâsını zorlayan bir incelikle, gelecek günlerimizi işgal edeceğe benziyor. Atlantik’in bu son fırtınasının Avrasya’ya neler getireceği sorular ve tehditler bağlamında, Ankara’da nasıl yankı bulacağı dikkatlerin yoğunlaştığı hususlar olarak öne çıkıyor. Rakka’daki terör örgütü elebaşısı Apo resmi, Astana kararları, ABD’nin aleyhimize evirilen stratejileri bağlamında karışık bir senaryo daha önümüzde duruyor.
Altan Çetin

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir