KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. ABD’nin ‘güvenli bölge’ önerisi PYD’yi korumak için

ABD’nin ‘güvenli bölge’ önerisi PYD’yi korumak için

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 13 dk okuma süresi
280 0

Prof. Dr. Yerdelen:- “ABD’nin önerdiği güvenli bölgenin yalnızca Fırat’ın batısında kalan Afrin ve Münbiç gibi bölgeleri mi, yoksa Fırat’ın doğusunda yer alan PYD/YPG kontrolündeki toprakları mı kapsayacak belli değil. Bölge teröristlerden arındırılmış sı
İSTANBUL (AA) – Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Betül Karagöz Yerdelen, ABD’nin önerdiği “güvenli bölge”nin sınırlarının belli olmadığını ifade ederek, “PYD/YPG’nin bölgede zayıflamasını istemeyen Washington, hem Türkiye’yi kaybetmemek için hem de PYD/YPG terör örgütünü korumak için son kertede ‘güvenli bölge’ önerisini yeniden gündeme taşımıştır.” dedi.
Yerdelen, ABD’nin, Zeytin Dalı Harekatı’ndan sonra gündeme getirdiği “güvenli bölge” önerisini AA muhabirine değerlendirdi.
Türkiye’nin kararlılığının ABD’nin bu öneride bulunmasına neden olduğunu belirten Yerdelen, ABD’nin PYD/YPG/SDG unsurlarını, Suriye’nin doğu/kuzeydoğu kesiminde iki yıldır kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kullandığını söyledi.
Washington’un asıl amacının İran’ın bölgedeki etkinliğini sonlandırmak olduğuna dikkati çeken Yerdelen, şu değerlendirmelerde bulundu:
”Buradaki amacı, İran’ın nüfuzunda olduğunu düşündüğü Irak merkezi hükümeti ile Suriye’deki Rusya ve İran/Hizbullah destekli Suriye Ordusu arasındaki doğrudan kara bağlantısını kesmek ve böylece hem İran’ın bölgedeki etkinliğini sınırlamak hem de Rusya’nın Suriye özelinde giderek artmakta olan gücünü sınırlandırmak ya da en azından dengelemektir. Zira Rusya ve İran’ın desteğiyle muhalif unsurları önemli oranda etkisizleştiren Suriye yönetimi, muhaliflerin arkasında duran ABD’nin ülke içerisindeki etkinliğini ciddi anlamda azaltmıştır. Bu noktada, ABD’nin elinde ülkenin kuzey kesiminde bulunan PYD/YPG unsurları ve onun kontrolündeki SDG kalmıştır. Washington’un Irak-Suriye bağlantısını kesme stratejisi ekseninde verdiği askeri destek bağlamında Rakka ve Deyr’üz Zor şehirlerini DAEŞ’ten geri alan PYD/YPG/SDG unsurları böylece Tanf dışında Suriye ile Irak arasındaki bağlantıyı önemli oranda sekteye uğratmıştır.”
– ”ABD, güvenli bölge ile terör grubunu korumaya çalışıyor”
Prof. Dr. Betül Karagöz Yerdelen, Türkiye’nin sınıra müdahalesi ile birlikte PYD/YPG’nin etkinliğinin azalacağını düşünen ABD’nin Türkiye ile uzlaşı yolu aramaya başladığını savundu.
PYD/YPG’nin bölgede zayıflamasını istemeyen Washington’un hem Türkiye’yi kaybetmemek hem de PYD/YPG terör örgütünü korumak için güvenli bölge önerisinde bulunduğunu aktaran Yerdelen, şunları kaydetti:
“ABD bu nedenlerle operasyona sıcak yaklaşmamakta ve gerek bu örgütü korumak gerekse Türkiye’nin güvenlik kaygılarını karşılayarak kendisi adına çok önemli bir rolü olan NATO müttefikini kaybetmemek için son kertede ‘güvenli bölge’ önerisini yeniden gündeme taşımıştır.
Türkiye’nin uzun süre ABD, Rusya ve BM’ye önerdiği ‘güvenli bölge’ tesis edilmesi konusu, o dönemde DEAŞ’tan ve Suriye’deki iç savaştan kaçan sivillerin Türkiye sınırları dışında kurulacak kamplarda iskan edilmesini ve sığınmacı akınının yaratacağı insani ve güvenlik sorunlarının uluslararası bir inisiyatif ile çözülmesini amaçlamaktaydı.”
Yerdelen, Türkiye’nin Suriye savaşı başladığından beri ısrarla önerdiği “güvenli bölge” önerisinin ABD tarafından sürekli reddedildiğini hatırlattı.
ABD’nin Zeytin Dalı Harekatı’nın başlamasından sonra önerdiği “güvenli bölge” kavramının son derece muğlak olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yerdelen, şunları aktardı:
“Böyle bir güvenli bölgenin yalnızca Fırat’ın batısında kalan Afrin ve Münbiç gibi bölgeleri mi, yoksa Fırat’ın doğusunda yer alan PYD/YPG kontrolündeki toprakları da kapsayıp kapsamayacağı tam olarak belli olmadığı gibi anlaşıldığı kadarıyla söz konusu bölge teröristlerden arındırılmış sınırlı bir alan olacaktır ki bu alanın ötesinde yine terörist bir yapılanmanın bulunmaya devam etmesi muhtemeldir. Bu nedenle söz konusu planın kabul edilip uygulanması Türkiye’ye yönelik terör tehdidini tamamen ortadan kaldırmayacaktır.
Bu bağlamda ABD, eğer teklifinde samimiyse, bu durumun yalnızca Fırat’ın batısıyla sınırlı kalmaması gerekmekte olup, bu tür önerilerde teröristlerin ve terör örgütlerinin, Türkiye’nin güney ve güneydoğu sınırlarına yönelik tehditlerinin tamamen ortadan kaldırılması amaçlanmalıdır. Mevcut şekliyle bu önerinin kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi Türkiye’ye komşu iki, hatta İran dahil üç ülkenin bu kapsamda egemenlik alanlarında huzur ve güvenliği temin edecek istikrarlı yönetimlere kavuşması önem ve öncelik verilecek dış politika yaklaşımları olmalıdır ki, zaten Türk dış politikası da bu yönde bir irade beyanında bulunmaktadır.”
– ”Beyaz Saray Türkiye’yi; Pentagon, PYD’yi kaybetmek istemiyor”
Giresun Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selim Kurt, ABD’nin çelişkili ve taktiksel açıklamalarının Beyaz Saray ve Pentagon politikaları doğrultusunda geliştiğini söyledi.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın “Birden fazla ABD var, kafamız karışıyor, hangisine göre bir şeyler yapacağız.” şeklindeki sözlerini hatırlatan Kurt, “Esasen bakıldığında, tarihsel süreçte bu tür uygulamalar Amerikan dış politikasında sıklıkla görülmektedir. Bu durum, yönetimde bir çatlak gibi gözükse de daha çok Amerika’nın devlet aygıtı tarafından oluşturulan ve uygulamaya konulan gerçek politikası ile politikanın uygulanmasından çıkarları zarar gören aktörlerin (hele de bu Türkiye örneğindeki gibi bir NATO müttefikiyse) teskin edilmesine yönelik ikili bir strateji takip etmesinden kaynaklanmaktadır.” dedi.
Yrd. Doç. Dr. Kurt, ABD’nin Suriye politikasının temelinde yatan en önemli noktanın, Rusya’nın ve İran’ın sahadaki etkisini sınırlamak/dengelemek olduğunu kaydetti.
Beyaz Saray ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’ye daha yakın durmaya, Pentagon’un ise PYD/YPG ile iş birliği halinde olduğuna değinen Kurt, bu ikircikli açıklamaları önemsemeden genel anlamda ABD’nin çıkarlarına odaklanılması gerektiğini düşündüğünü aktardı.
Selim Kurt, şöyle devam etti:
“ABD’nin bölgede en temel politikası, Rusya ve İran’ın etkinliğini kontrol etmek, sınırlamak. İran’ın, bir bütün olarak Irak ve Suriye’de artmakta olan etkisini sınırlandırmak için Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın kuzeyinde, İran’ı çevreleyecek bir üs yapılanması kurarak, anılan ülkenin İsrail ve bölgedeki bir diğer Amerikan ortağı olan Suudi Arabistan’a yönelik tehdidinin azaltılmasıdır. Bu amaçla sahada ABD’nin kullandığı en etkili araç, şu anda hiç şüphesiz PYD/YPG’dir. Bu nedenle sahadaki politikanın temel planlayıcısı ve uygulayıcısı olarak anılan örgütün, askeri ve operasyonel kapasitesinin gelişiminde de önemli bir payı bulunan Pentagon, PYD/YPG ile çalışma konusunda son derece istekliyken, bölgedeki önemli bir NATO müttefiki olan Türkiye’yi kaybetmek istemeyen Beyaz Saray ile Dışişleri Bakanlığı ise genel olarak Türkiye’ye daha yakın gözükmektedir. Bu çerçevede sadece taktiksel düzeydeki söz konusu ayrılığın, bölgedeki Amerikan çıkarları mevcut haliyle sürdükçe gelecekte de devam edeceği söylenebilir.
Bu bizim taktiksel bulduğumuz ve süreceğini düşündüğümüz çelişkili açıklamaları, son günlerde Amerikan toplumunun derin yapısal sorunları ile ilişkilendirenler sayıca artmıştır. Bununla birlikte Amerikan devlet yapısı, çok iyi kurumsallaşmış oldukça sağlam bir temel üstünde denge sağlamaktadır. Amerikan devlet yönetimini, birbirinden ayrışmış farklılıkların yönlendirdiğini düşünmek fazla iyi niyetlilik olacaktır. Amerikan hükümet yetkililerinin ve devlet kurumlarının birbirinden ayrı çelişkili gibi görünen açıklamaları, çok açık olarak bilinçli bir eğilimi, yani taktiksel yaklaşımı ifade etmektedir. Zaten ABD yetkilileri, bu tür taktiksel uygulamalara her zaman kolayca başvurmaktadırlar.”
– “Eksikliğin giderildiğinin en güncel örnekleri”
Giresun Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu da “TSK’nin yeterince hazırlık yapmadığı, gücünün zayıfladığı ve savaş pilotu açığı olduğu” yönündeki iddiaları değerlendirdi.
TSK’nin 15 Temmuz darbe girişiminde yaşanan kayıplara rağmen sahada eksiği olmadığını vurgulayan Tüysüzoğlu, şu bilgileri paylaştı:
”Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterinde değişik tipte yaklaşık 450 uçak bulunmakta olup, bunlardan 300 kadarı F16 ve F4 savaş uçaklarıdır. Bu durumda uluslararası standartlara göre muharip uçaklar için 450, tüm uçaklar içinse 675 pilot istihdam edilmesi gerekmektedir. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan 300 FETÖ’cü pilotun ihraç edilmesi nedeniyle uluslararası standartlarda koltuk sayısı-savaş pilotu sayısı oranı 1/1,5 olarak kabul edilmesine karşın bu oran 1/0,8 seviyesine kadar gerilemiştir. Hava Kuvvetleri’nden ayrılan pilotların gönüllü dönüş kararının yanı sıra FETÖ baskısı nedeniyle mesleğini bırakan personelden eksik mecburi hizmet süresi bulunanların da göreve döndürülmesi ile 2017 yılı ortalarında koltuk sayısı-savaş pilotu oranı 1/1,7’ye yükselmiştir. Ancak yine de genel savaş hali durumu için gerekli olan oranın 1/2,5’tan az olmaması gerekmektedir.
Yeni alınan ve yetiştirilen pilotlarla birlikte 2019’a kadar Hava Kuvvetleri’nin koltuk sayısı-savaş pilotu dengesinde 1/3’e ulaşması, böylece her bir savaş uçağı için en az üç deneyimli pilotun kadroda tutulması hedeflenmektedir. Diğer taraftan bu eksiklik sahada çok da hissedilmemiştir. Dünyanın en tehlikeli aktif terör örgütlerinden biri olan PKK’ya karşı devam etmekte olan mücadelenin yanı sıra darbe girişiminin hemen ardından 24 Ağustos 2016’da başlatılan Fırat Kalkanı Harekatı’nda söz konusu eksikliğin sahaya yansımadığı görülmüş olup, halen devam etmekte olan Zeytin Dalı Harekatı’nda aynı anda 72 uçakla birlikte gerçekleştirilen hava harekatı da bu alandaki eksikliğin giderildiğinin en güncel örneklerinden biridir.”

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir