ABD VE RUSYA’NIN TÜRKİYE’Yİ KUŞATMA SİYASETİ:I
Batılı ülkeler ne zaman Ortadoğu ile ilgili bir gelişmeden bahsetse içim cız eder! Eyvah derim. Eyvah! Yine kan akacak, yine masum canlar toprağa düşecek, nice gözyaşı ve nice dramlar yaşanacak. Eyvah derim. Medeniyetimin kılcal damarları benden koparılack ve kalpler Türkiye’ye hasret kalacak!
1916’da İngiltere ile Fransa arasında yapılan Sykes-Picot antlaşması Osmanlı’ya karşı bölge Araplarını Osmanlı aleyhine kışkırtmak, sözde bağımsız Arap devletleri kurmak amacı gütmüştü. Gerçekleştirilen antlaşmadan günümüze ne kan ne de gözyaşı durmadı. Aksine daha da şiddetlendi. 1945 sonrası ABD’nin Dünya hâkimiyet anlayışının da devreye girmesiyle İsrail, ABD ve İngiltere bir olup bölgeyi hallaç pamuğuna çevirdi
Az bilinen adıyla ‘Yakın Doğu’ (Middle East ya da Near East) yüz yıldan fazladır bölge ve ülkemizin, dünyanın gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Bundan sonra daha da meşgul edecek gibi görünüyor.
Uzun bir dönem Türkiye’nin gündemini meşgul etmiyor gibi görünen Ortadoğu, Kafkaslar, Türkistan, Balkanlar, hatta Afrika’nın uzun bir dönem Türkiye’nin gündeminden bilinçli olarak uzaklaştırılmış olmasının son dönemde acı faturalarının çıktığını görerek kahroluyoruz!
XIX. Yüzyılla birlikte Ortadoğu’da kökleşen Batının enerji, su ve Hint yollarıyla Akdeniz’e hâkim olma politikalarının halen devam ediyor olması Batı açısından bir kazanç olarak görülse de Selçuklu, Safevi, Memluk ve Osmanlı siyasi, kültürel tecrübeleriyle bölgeye hâkim olmuş bir kültür hinterlandına sahip bizleri derinden yaralamakta ve hatta İslam medeniyetini yok edecek doneleri de içinde barındırmaktadır.
Geçmişte yapılan hatalar ve pasif politikalar Türkiye’nin bu günlerde karşısına çıkmaktadır. Ancak her şeye rağmen Türkiye’nin bölgede Batı, ABD ve Rusya’dan oluşan bloğa karşı tek dirayetli aktör olmasının altını çizmek ve bu çerçevede politikalar üretmek gerekir.
Türkiye’nin Ortadoğu’dan Afrika, Kafkaslar, Türkistan ve Balkanlara kadar Batı bloğuna karşı tek başına var olduğunu; var olması gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Zira Arap-İslam ve Türk-İslam dünyasında Türkiye haricinde kalan ülkelere bakıldığında kahir ekserisinin karşı bloklar tarafından kurulan, hatta devlet bahşedilen ülkeler olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir.
1902’de Amerikalı amiral Alfred Thayer Mahen tarafından isimlendirilen Ortadoğu kavramı kaypak, müphem ve bukalemun bir kavram. Devlete, düşünceye ve ülkelerin beklentilerine göre değişim gösteriyor. İngiltere, ABD, AB ve Rusya’ya göre farklı çıkar alanları anlamına gelen bir kavram Ortadoğu.
Cemil Meriç Ortadoğu’nun paylaşılmasını şöyle anlatır. “Devlet-i Aliye çöktükten sonra, râyet-i İslâm’ın(İslam Sancağı) dalgalandığı dünya parsellere ayrıldı. Avrupa, kıtaları ve ülkeleri kendi çıkarlarına göre yeniden adlandırdı. Bir nevi vaftiz merasimiydi bu.”[1]
Ortadoğu üzerine yazılan Kavramlarda geçen ifadeler her ne olursa olsun, lügatler ne derse desin 100 yıldan fazla bir zamandır değişmeyen bir gerçek var. O da İslam dünyası başta olmak üzere sömürülen topraklarla sömüren devletlerin mantaliteleri aynı merkez için birleşiyor: Ortadoğu! Petrol, doğalgaz, uranyum, bor, toryum… enerji kaynaklarını elinde bulunduran devletlerin bağımsız ekonomik ve siyasi politikalar geliştirmelerine izin vermemek şeklinde tezahür eden 90 sonrası Atlantik Ötesi ve AB devletlerine son dönemde Rusya’da eklenmiş görünüyor.
NACİ YENGİN
———————————–
[1] Cemil Meriç, Kırk Ambar, s.286 vd.