İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Mehdi El Mühendisi’nin de aralarında bulunduğu on kişi Bağdat havaalanında ABD tarafından yapılan saldırısı sonucunda hayatını kaybetti.
Süleymani’nin ölümünün İran’ı derinden etkilediği açıktır. Çünkü Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hameney’den sonra, ülkenin ikinci güçlü ismi olarak tanımlıyorlardı. Bunun nedeni İran’ın Ortadoğu’daki siyasi ve askeri politikalarını belirlediği; dahası diplomatik atamalarda dahi karar verici olduğu, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in istifasının gündeme geldiği dönemde net bir şekilde gün yüzüne çıkmıştı.
Beşar Esed’in İran ziyareti sırasında Dış İşleri Bakanı Cavat Zarif’e haber verilmemesi ve basına yansıyan fotoğraf karesinde Süleymani’nin yer alması, Kudüs Gücü Komutanı’nın İran’ın Ortadoğu politikasında Dışişleri Bakanı’ndan daha etkili olduğu şeklinde yorumlanmıştı.
Hiç unutmamak gerekir ki 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesi sürecinde İran devletinin o zaman ki Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad tarafından da; ABD’ye gerek örtülü gerekse de açıktan destek verilmiştir diyerek dile getirmiştir.
ABD, Irak’tan çekilirken İran’a alan açtığı ortadadır. İran ise bu fırsatı değerlendirerek Irak ve Suriye’de Şii milisleri Süleymani ile örgütlemiştir.
2014 yılında terör örgütü DAEŞ’in ortaya çıkması bu milis yapı karşı cephe olarak Irak’ta ve Suriye de faaliyet alanını genişletmiştir. Bu bağlamda İran’ın sınır güvenliğinin tehlikede olduğunu DEAŞ’a karşı Süleymani nin Haşdi Şabi birlikleri Irak güçleri biçiminde resmileşerek yoluna devam etmiştir.
Bu süreçte ABD’de yaşanan başkanlık seçimleri sonrası Donald Trump’ın göreve gelmesi, ABD’nin Ortadoğu ve İran politikasının değişmesine yol açmıştır. Bu değişim, İran’ın kendi politikalarını uygulamasına engel olmamıştır. Hatta nüfuzunu artırmıştır. uygulayıcısı ise Süleymani’ydi.
Son dönemde Körfez’de yaşanan tanker krizi ve sonrasında Irak’ta Haşdi Şabi’nin bir ABD üssüne saldırması ve bu saldırıda bir ABD vatandaşının ölmesi dört kişinin yaralanması, ABD’nin Ketaib-i Hizbullah üslerini vurmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır.
Şii milislerin Bağdat’taki ABD Büyükelçiliğini basması ise Trump yönetiminde bardağı taşıran son damla olmuştur. Nitekim büyükelçiliğine yapılan saldırıya cevap olarak ABD, Süleymani’nin ölümüne sebebiyet veren suikastı düzenlemiştir.
İran’ın Süleymani’ye yapılan saldırıya karşı intikam sözleri bölgede ABD veya müttefiklerine yapılacak saldırılarılarla damga vurması muhtemeldir. Şimdiye kadar İran’ın Suriye topraklarında generalleri öldürülmüş; fakat hiçbiri bu kadar ses getirmemiştir. Dolayısıyla Süleymani’ye yönelik suikast ile ABD’nin İran’ın kırmızı çizgisini geçtiği açıktır.
p sürülebilir. Bu bakımdan İran’ın bir müddet sessiz kalarak olayın şokunun atlatılmasını tercih edeceği düşünülmektedir. Elbette bu süreç içerisinde Tahran, ABD’ye nasıl bir yanıt vereceğini de planlayacaktır. Zira bu hadise, İran açısından sürpriz bir gelişmedir.
Her şeye rağmen İran’ın ABD’ye savaş nedeni olarak sayılabilecek bir eylem yapması pek mümkün görünmemektedir. Çünkü böyle bir eylemin sonuçlarının İran tarafından göze alınması oldukça zayıf bir ihtimaldir. Kısacası İran’ın ABD’yle sıcak savaşa girebilecek kapasitesi bulunmamaktadır.
Bu nedenle de İran’ın Hizbullah, Haşdi Şabi ve Fatimiyyun ile Zeynebiyyun Tugayları gibi vekil aktörlerini kullanacağı öngörülebilir. Bahse konu olan aktörler aracılığıyla İran, bölgedeki Amerikan üslerine, İsrail’e ve hatta başta Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere Körfez ülkelerine saldırabilir. Aynı zamanda ABD’nin Afganistan’daki varlığını tehdit etmek amacıyla Tahran ile Taliban arasındaki temaslarda da bazı adımlar atılabilir.
İran, Deaş’ın ortaya çıkması ve Suriye sürecinden itibaren mesep temelli Şii milislere destek veren bir strateji izliyordu. Bunun bir çıktısı olarak, bölgede belli bir jeopolitik etki alanı oluşturdu. Esas soru İran’ın bu politikadan vazgeçer mi?
Abdullah Buksur