KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Suriye’de kim kazanıyor kim kaybediyor

Suriye’de kim kazanıyor kim kaybediyor

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
281 0

Savaşın sekizinci yılının sonunda küresel güçler Suriye’de istedikleri amaçlardan ilki olan demografik yapıyı altüst etme başarısını kendilerince sağlamış oldular. Sayılarını net olarak bilmediğimiz ve çoğunluğunun muhalefet eden halktan oluşturduğu ölümler, yaralanmalar; 15 milyona yakın göçmen ve küresel güçlerin savaşın yayılmasına izin vermediği bölgeler dışında tarumar olmuş bir ülke… Savaşın bugünkü maliyetleri dışında yaşanan mevcut travmaların yanında gelecek nesillere miras kalacak travmaları da olacak. Savaşın girdiği hiçbir bölge bundan vareste değil.

Savaş küresel güçlerin ve dünya silah mafyasının istediği gibi uzun sürdü. Hala son nokta koyulmuş değil, tıpkı sekiz yıl süren İran ve Irak savaşında olduğu gibi bölge halkları, aralarına kan sokularak ve nefret söylemi geliştirilerek birbirinden daha derin uçurumlarla uzaklaştırılıyor.

Londra havaalanında yanımdaki 40’lı yaşlarda olan kadın, sohbetimiz sırasında nereli olduğumu söylediğimde etnik kimliğimi de sordu ve öğrendiğinde suratı asıldı. “Biz kardeşiz” cümleme “Hayır kesinlikle değiliz” diye cevap verdi. Kendisinin İranlı Marsist bir Kürt olduğunu söyledi ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde çocukları katlettiği tezviratında bulundu. PYD-YPG’nin sahada Arap ve Türkmenler bir yana kendi değerlerini korumaya çalışan geleneksel Kürt ailelerine neler yaptığını bilmeyen yok fakat bu onun için bir örgütlü mücadele hakkı.

Bu kadın önümdeki iki Fars kökenli İranlı kadınla Farsça bir sohbete girişti. Kulak misafiri oldum. Türkiye düşmanlığının bu kadar derecede halk tabanına kadar inmiş olmasına üzüldüm. Bölge halklarının psikolojik olarak birbirinden bu derece koparılması ancak işlenmiş bir cehalet ortamında gerçekleşiyor. Bölgede kimse birbirini artık gerçek değerleri, kültürü ve insani varlığıyla tanımıyor. 16. Yüzyıla kadar bölgede medeniyet ve kültür dili olarak Türkçe, edebiyat dili olarak Farsça ve ilim dili olarak Arapça konuşuluyordu. Bu diller arasında yoğun kelime alışverişiyle burada Osmanlı Türkçesini, Hint alt kıtasında ise Urducayı doğurdu.

Artık bu sınırlar, ortak kültürel geçmiş ve tarih tamamen kenara bırakılarak etnisite temelinde ırkçılık noktasına gelmiş bir ayrışmaya dönüştürüldü. Israrla ve altını çizerek farklı ülke ve ırkları tanıyan birisi olarak diyorum ki bölge halkları en fazla birbirlerine benzerler. Geniş anlamda bütün coğrafyamızda Türk, Fars, Arap, Hint, Malay izleri yoğun bir şekilde vardır. Ve diğer bütün kültürler az ya da çok bu kültür odaklarıyla etkileşim yaşamış ve ortak İslam kültür dairesi çerçevesinde birbirlerine benzeşerek yakın zamana kadar gelmişlerdir. Son yüzyılda yaşanan ayrışma etnik bir temelde ayrılığın ötesine ve derin düşmanlık tohumlarının atılmasına doğru yönlendiriliyor.

Suriye Arap milliyetçiliği, Hristiyan Araplar eliyle 19. yüzyılda yükseltilmişti. Fakat Araplar onları gerçek Arap kabul etmedikleri gibi onlara müstah’rep yani sonradan Araplaşmış diyordu. Suriyeliler kendi komşuları içerisinde yine kendileri gibi olan Ürdünlülere ve Türklere benzerler, hatta bölge halklarından bir Ermeni en fazla yine bu bölgenin halklarına benzer. Bir Alman’a bir Fransız’a veya Hollandalıya değil…

Şimdi Suriye’ye dönersek; Suriye hakkında ilk günden bu güne yazdığım yazılarımda vurguladığım gibi Suriye savaşının başlangıcı ve bugüne kadar şekillenmesi küresel güçlerin rızası, mutabakatı üzerine kuruludur. Bu tezimi Barış Pınarı Harekâtı net olarak ispatlamıştır. Konu Türkiye’nin durdurulması olduğunda ABD yapamayınca Türkiye’yi ikna etme, durdurma ve yönlendirme görevi Rusya’ya verilmiştir. ABD Türkiye’yi 120 saat durdurarak ajanlarını ve desteklediği ayrışmış terörist grupları daha güneye doğru çekerek korumaya almıştır. Rusya ise ikinci aşamada Türkiye’nin PYD’nin doğduğu Kamışlı ile Münbiç bölgesine girmemesi ve 30 kilometrelik hattın yalnızca 10 kilometrelik kısmında Türkiye’nin bulunmasını Soçi Anlaşması ile sağlamıştır. Böylece PYD-YPG’nin korunması görevini ve kritik bölgelerde himayesini Rusya üstlenmiş oldu. Üç yıl önce “Bölgenin tek işgalci gücü olarak Türkiye” gösterilene kadar bu sürecin devam edeceğini ifade etmiştim. Bugün Almanya Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer “Türkiye’nin Suriye’nin bir kısım topraklarını ilhak ettiği” ifadesini kullanarak ağızlarındaki baklayı çıkarmış oldu.

Türkiye, ayrılıkçılık ve bölünme söz konusu olduğunda asla izin vermeyeceğini ve ne pahasına olursa olsun müdahale edeceğini gösterdi. Böylece askeri, ekonomik ve tarihi bir altyapısı olan bir güç olarak denklemde saf dışı edilemeyeceğini ispatlamış oldu.

Rusya savaşın ilk gününde söylediği tezlerinin tamamının arkasında durarak Esed rejimine Suriye’nin bütünlüğü söylemi üzerinden diplomatik ve askeri desteği sağlamış oldu.

İran son gelişmeden ABD ile birlikte en fazla rahatsız olan ülke. Tekraren söylemek gerekirse Irak’ta, Suriye’de ve savaş yaşanan diğer bölgelerde net olarak görüldüğü gibi küresel güçlerin katıldığı her savaş en fazla kaybın yaşandığı savaşlar oldu. İran, Irak ve Afganistan’da bunu çok net gördük.

Çözüm nerede, bölgenin kendisinde ve her gün tekrarladığımız gibi kendine yeterli ve üretim odaklı ekonomisini kurmak zorunda olan Türkiye’de ve bölge halkları kendi problemlerini kendi aralarında çözmelerinde. Aksi halde yaygın bir sözden ilhamla şunu ifade edeyim: zafer çığlıklarının başka dillerde, ağıtların ise bizim dillerimizde olacağını tekrar tekrar yaşayacağız.
Prof Dr Yücel Oğurlu

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir