KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. WE, THE PEOPLE POLITICS OF NATIONAL PECULIARITY IN SOUTHEASTERN EUROPE EDITED BY DIANA MISHKOVA KİTAP İNCELEMESİ

WE, THE PEOPLE POLITICS OF NATIONAL PECULIARITY IN SOUTHEASTERN EUROPE EDITED BY DIANA MISHKOVA KİTAP İNCELEMESİ

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 21 dk okuma süresi
242 0

Diana Miskova Sofia Güneydoğu Avrupa ilerleme merkezi kurucusu ve direktörü, aynı zamanda Modern Tarih Profesörüdür.
Özellikle Balkanlar olarak bilinen Güneydoğu Avrupa’nın tarihi, kültürü, siyasası ve kimliğinin gelişimi konusunda diğer akademisyenlerin çalışmalarını da bir araya getirerek, kitabın editörlüğünü yapmıştır.
Eserde üç bölümde Balkan Kültürü ve yapısı değerlendirilmiştir.
Birinci Bölümde Balkanların Etnisi Vatandaşlık algısı, Kültürel ve Politik kimlik inşasına dair yazılmış makale ile Tarihsel arka planda göz önünde bulundurularak Balkan kimliğinin çerçevesi çizilmiştir.
İkinci Bölümde, Balkan Folklorü ve folklorün uluslaşma üzerinde ki etkisi ile birlikte dil ve kültürün birbiri içine nasıl nüfus ettiği bu etkinin halklar arasında benzerliği nasıl ortaya koyduğunugösteren 3 maddeden oluşmaktadır.
Kitabın Üçüncü Bölümünde, Jovan Javanaviç Zmaj’in Sırp kimliğinin oluşmasında ki şair kimliğinin etkisi ile birlikte Dilin Modern Arnavutluğun uluslaşmasında ki yeri ve Türklerin Arnavutluğun kimlik inşasına etki ve katkısının yer aldığı üç makale yer almaktadır.
Kitap yaklaşık 15 aylık bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıktı. Bu çalışmanın planlanmasında ki amaç ise farklı kültürlerden gelen genç akademisyenlerin çalışmasını bir araya getirmekle beraber; Ulus-Devlet anlayışının Balkan Halkları arasında oluşmasının ve siyasi kurucuların ve yöneticilerin derin bağlamda kimlik oluşum sürecinin üzerinde ki olgusal etkilerini anlamaya yönelikti.
19. yüzyılda Balkanların kimlik oluşumu sürecinde kolektif kimliğin ortaya çıkmasında ve terminolojinin oluşmasında milli hususiyetlerin ne derece etkin olduğunu gözlemlemeye çalışan bu çalışma Balkanların ulus olma süreçlerinde ki tarihsel etkileri Osmanlı kimliği ile birlikte evvela ele almaya gayret etmiştir.
Osmanlı ile birlikte gelişen yada etkileşen Balkan kimliğinin Osmanlıların çekilişinden sonra ulus devlet kimliğine bürünmesinde ki kültürel geçişler tarihsel arka planın etkisini göz ardı etmemiş buda daha çok Makedonya ve Arnavutlukta Bosna’da belirgin bir şekilde kendini göstermiştir.
Öyle ki, Bojidar Jezernik’e göre bugün Balkanlarda ki kahve kültürü ve kahvehane kültürü Osmanlının mirası olarak Balkanlardan hala süre gelmekte olan bir alışkanlıktır.
Kitapta her ne kadar ‘Osmanlıcılığın’ özellikle Tanzimat sonrası Yusuf Akura’nın “Üç Tarzı Siyaset” makalesi ile Balkanlardamilli birliği yaymak adına Kültürel anlamda bir arada toplulukları tutmaya gayret eden bir siyasi yaklaşım olduğuna vurgu yapılsa da Osmanlının millet siyaseti Balkanlara ilk adımlarla yerleştirilmeye çalışılmıştır.
Yinede kitabın ilk makalesinde özellikle göze çarpan Akçura’nın özelinde diğer Osmanlıcılık fikrinin savunulduğu entelektüel çevrenin asıl çözmeye çalıştıkları sorunun reel bir düzlemde incelenmiş olmasıdır. Makalede Osmanlılık fikrinin daha çok entelijansın içinde ki işaret ettiği düşüncenin, Türklük ve İslam olduğu ve birlikte Türk Milliyetçiliğinin ağır bastığı bir akım olduğundan yola çıkarak hedeflenen tüm Osmanlı topraklarında yaşayan milletlerin birbiriyle ortak bir çatı altında buluşma amacı yürüttüğü etkili anlatımla sunulmaktadır.
Gerçekten Akçura ile başladığı kabul gören Türk Milliyetçiliği 19 ve 20. yüzyıl başlarında Osmanlıcılık kimliğinden sıyrıldı ve Akçura’nın, Jön Türkler ve Mutlakıyetçi rejim arasında değişkenleşen milliyetçilik anlayışı dönemi itibariyle Balkanlardaki milliyetçilik anlayışına da etki etti.
Öyle ki Rusya topraklarında yaşayan Türk topluluklarında olduğu gibi Franceois Beargeon balkanlarda da ortak bir dil kullanımı yoktu. Elbette Osmanlı toprağı olarak kabul gören tüm bölgelerde bürokrasi dili Osmanlı Türkçesi iken gayrimüslim halkın kendi dilini ve kültürünü yaşatmasının önünde bir engel yoktu. Yukarıda da belirtildiği ibare tıpkı Asya’da olduğu gibi bu toplumlar arasında da Osmanlıcılığı ayakta tutan işlem diniydi.
Akçura ve Ziya GÖKALP gibi dönemin Türkçü entelektüel fikirleri Osmanlıcılık Ülküsünden Turancılığa Türkçülüğe yaptıkları vurgu ile Balkanlarda İslam’dan ziyade Milliyetçilik hareketlerini ön plana çıkararak milli duyguyu bu halklar arasında yaygınlaştırmış mıydı?
Aslında Akçura “Üç tarzı siyaset” ile Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüğün her birinin avantaj ve dezavantajları özenle inceleniyordur. Bu teze karşı oluşan antitez ise sorun olarak görülen bu yaklaşımlardan hangisinin doğru siyaset olacağı sonucunun yanlış bir bakış açısıyla yaklaşmış olmasıydı. Ali Kemal’in Akçura’ya yönelttiği bu antitezin de tez ile ortak noktası ise Osmanlı, Müslüman ve Türk olan imgelerin tamamen aynı anlamda kullanılmasıydı, bu nedenle buradaki sorunun cevabı oldukça eleştirel bir hal olmaktadır.
Osmanlıcılık eğer Osmanlı toprağında yaşayan herkes için kullanılıyorsa demek ki Balkanlarda Osmanlı toprağı ve tebaası olan gayri Müslimlerin de milliyetçi unsurlara önem vermemiş olması gerekirdi. Eğer Türklük Osmanlı toprağında yaşayan tüm tebaa için geçerli bir tanımsa yaşayan ya da Arnavutların milliyetçi uyanışlar sergilememesi gerekirdi.
Diğer bir taraftan İslam bilindiği üzere tüm Osmanlı tebaasını kapsamıyordu. Bu tez ve antitezinde Türk ve Osmanlıları aynı değerde gördüğü, gayrimüslimler ve Türk olmayanlar için ise bir öneminin olmadığı açıkça ortaya çıkıyordu.
Kısacı Tazminat döneminin etkin politikası olan Osmanlıcılık konusuna odaklanan makale Osmanlıcılık siyasetine rağmen ortaya çıkan Bulgaristan davasını konu alırken İmparatorlukta Türk olmayan tebaanın Osmanlı olma algısını nedenli kabul edip etmeyeceğini incelemiş, bu inceleme doğrultusunda devletin **** ve uygulamalarını da gerçekçi bir bakış açısıyla ele almıştır. Sonuç olarak makale Balkan kimliğinin oluşumunda etkili olan olgunun vatanseverlik kadına tüm Akçura’nın siyasetinin ırkçı bir milliyetçiliğe dönüşmesi olarak kabul eder. Balkan topluluklarında bu çağrışımların kendi milliyetleri *** toplanmasına neden olduğu fikri ile neticelenir.
Balkanlarda ulus inşasının yapım sürecini ilk bölümde ele alan makaleleri bir arada toplayan kitapta ikinci makale ise Kinga Karette Sata’nın 1838-48 yılları arasında Romanya’da Transilvanya’nın ulus yapısı üzerinde entelektüel yapı ve teorisyenlerin etkisini konu almaktadır.
Bu dönemde Transilvanya’daki Rumen halkın özgürleşme adına yürüttüğü tüm liberal mesafeler kapitalizmin ekonomik cazibesi ile birlikte liberal modernizasyonun birbirini güçlendirdiğine ve birbirinden ayrı düşünülmemesine gerektiğine inanıyorlardı.
Teorisyenlerin hem liberal kavramı hem milliyetçilik gibi muhafazakar bir olguyu bir arada kullanmaya çalışmaları hatta onları birbirinden ayırmadan ulus inşasında kavramsal niteliğini ön plana çıkararak vurgulamaları oldukça paradoksaldır.
Rumen dilinin Transilvanya’da “hal” inşasında olan etkisi bu teorisyenlerin politikalarının temelini oluştururken teorisyenlerin ise “ulusal liberal olarak” anılmasına neden olmuştur. Transilvanya’nın farklı demografik yapısı liberallerin önünde belki de ilerinde homojen bir ulus yaratma yolunda sorunsal olarak ortaya çıkabilecek bir durumdu.
19 yy. başında Tuna prenslikleri ile bölgede yaşayan azınlıkların bir sorunu yoktu, belki ama 19 yy. sonlarına doğru özellikle Eflak, Boğdan *** da giderek sayısı artan karmaşa yaratabilir sezgisi ortaya çıkarmış olabilir miydi?
Romen Liberal yaklaşımı coğrafi komşusu olan Macar Liberalizminin kendi topraklarında ulaştıkları sonuca Transilvanya’da da muvaffak olma yolunda ilk adımı dil birliğinde sağlamayı uygun gördüler.
Milliyetçi ve vatansever duygularla toprak üzerindeki halkı bir arada tutmaktan dil unsuru ulusçuluğun kurgusunda devlet içerisinde olması gerekli kılınan bir olgudur. Ancak aynı dil konuşan insanların her coğrafyada tek bir devlet altında toplanma arzusuna yönelik yayılmacı politikalar ulus inşası içerisinde düşünülemez. Ozan Erözden Ulus Devlet
1838’den itibaren entelijans bu dil birliğini sağlayabilmek için özgürlükçü yazılarını Roman dilinde çıkardıkları gazete yazılarıyla sağlamaya gayret etti. Beraberinde Transilvanya’nın Macarlar kadar başarılı bir birliğe sahip olabilmelerinin yolu sadece Roman entelijansının yazıları değildi.
Fransa ve Almanya, İngiltere’den yayınlanan tüm liberal dergileri Transilvanya’da yayınlanarak ulus birliğini dille sağlamaya çalışırken liberal düşüncenin ışığında yaymaya yardımcı oldu.
Ancak Transilvanya’nın Romen milliyetçi uyanışını harekete geçirirken Macaristan’ı örnek olarak alması ona ilerleyen zamanda Macar tahakkümü altına girmeye zorlayacak bir hal olabilirdi.
Ancak Transilvanya’nın Romen Milliyetçi uyanışını harekete geçirirken Macaristan’ı örnek olarak alması onu ilerleyen zamanda Macar tahakkümü altına girmeye zorlayacak bir hal alabilirdi.
Oysa entelijansın amacı Macaristan’ın uyguladığı liberal bir ulusçulukla birlikte tıpkı Macaristan’da olduğu gibi Avusturya’ya olan bağımlılığının olmasından yana değildi. Ulus olma sürecinde Macaristan hedefi daha çok bugünün iskan modeli ile benzerlik gösterebilir. Ancak Transilvanya daha çok ayrılıkçı bir algı ile hareket ediyordu. Entelijansın dil birliği sağlamaya yönelik tüm çalışmaları bu yönde idi. Hem ulus olma yolunda hareket ediliyor ve bunun için bir dil ve tarih birliği yaratılıyor. Aynı zamanda da özgürlük söylemleri tam bir ulus devlet hayalleri kuruluyordu.
Bu nedenle Romen ve Macarların uluslaşmaya yönelik dönem özelindeki hareketlerinin arasındaki en önemli fark Romenlerin halk temsili meselesi idi. Dolayısı ile Macarlar Liberalizm bağlamında sadece ekonomik kültürel anlamda özgür iken Romenler Katı biçimde halkın temsil konusunda da liberal ve ayrılıkçı bir harekete doğru çevrilmek niyetiyle hareke ediyordu.
Romen entelektüel çevresi ulusun inşası için gerekli beş unsuru göz ardı etmeden ayrılıkçı ve özgürlükçü yaklaşımlar sergiliyor ve makalede özgün bir yaklaşımla buna vurgu yapıyor.
Romen Liberal ulusçuluğunun ilk adımlarından birinin entelektüel çevrenin yayınlarında ortak bir dilin kullanıldığı vurgusundan yola çıkarak milliyetçi temellerde bir ulusun yaratılmaya çalışıldığı vurgusu kitapta gözlemlenmektedir.
Eserde Romen ayrılıkçılığının Macar liberalizmle birlikte karşılaştırmalı bir yöntemle ala alınması ise günümüzdeki ayrılıkçı hareketlerle kıyaslanması açısından önemli bir noktaya dikkat çekiyor.
Aralık alınan dönem itibariyle milliyetçi ve ulusçu hareketlerin ilk etapta dil birliği üzerinden ele alınması devamında süre gelecek olan kültür birliği ve ortak tarih algısının üzerine yorum yapılmamış olması her ne kadar eksik bir anlatım gibi görünse de Hobsbawm’un teorisinden yola çıkılarak dil birliğinin önceliği açısından makale esas noktaya işaret etmektedir.
Romen liberal ulusçuluğunun Romen Liberal ulusçuluğunun ilk adımlarından birinin entelektüel çevrenin yayınlarında ortak bir dilin kullanıldığı vurgusundan yola çıkarak milliyetçi temellerde bir ulusun yaratılmaya çalışıldığı vurgusu kitapta gözlemlenmektedir.
Kitabın ilk iki makalesi genel olarak Balkan uluslaşma sürecinin oluşumuna yönelik geleneksel ve tarihsel bir yol çizmeye özen göstererek şekillenmiştir. Kitaptaki hemen hemen tüm bölümler ise Balkan Sosyal inşasını gerek siyasal gerek tarihsel etkinin farkındalığı üzerinde kuruludur.
Balkan topluluklarının Osmanlı öncesi ve sonrası durumunun metafizikçi bir durumun ürünü olmadığı ve sosyal etkileşimler bağlamında ortaya çıktığını genel itibariyle vurgulamaya çalışan kitap sadece siyasal ve geleneksel açıdan değil şiir in özelinde kültürel açıdan da Balkan varlığında milliyetçi ve ayrılıkçı yapılanmayı ala almıştır.
Kitapta diğer bir katkı TCHAUDAR MARİNOV tarafından çalışılmış olan “We The Mecedonians” Te Paths Of Macedonians Suprar Hotionalism” (1878-1912) adlı makaledir.
Marinov makalesinde Balkan savaşları öncesi Makedonya’nın kurtuluşunda önem arz eden bir takım kalıplara odaklanmaktadır.
Etnisiteler arasında farklı ideolojilerden Milli olma inancı itaatkar etnilerden ulusal kimlik çerçevesinde anarşik yapı sergileyen topluluklara kadar uzanan bu kalıplar Makedonya özelinde incelenmiştir.
Marinov Osmanlı döneminde 1878 öncesinde Makedonya’nın siyası kimliğinin çerçevesini çizerken ne coğrafi ne de idari bir varlık göstermediğini söylemektedir. Ancak bundan yola çıkarak Makedonya’da farklı etnik ve dinsel yapıların varlığını yok saymamaktadır.
Aksine dinsel gruplar olarak Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudilerin şemsiyesi altında dinsel ayrımla anılan demografik yapının ilerleyen dönemde Yunanlılar, Slavlar ve Ulaçlar olarak evirildiğini ifade etmektedir. Slavlar ise bu gruplar arasında dilsel birliği olan en büyük yapı olarak ele alınıyor.
Marinov’a göre otonomist ve devrimci gelenek Makedon milliyetçiliğinin oluşumunda gerçek bir katkı sunmuştur. Birinci dünya savaşı sonrası Makedon milliyetçiliğinin daha etkin bir şekilde ortaya çıktığı bilinmektedir. Ancak Marinov bunu ifade ederken Makedon ulusal ideolojisinin temellerinin bu ulusun varlığından beri yerleşik olduğunun sorgulanamazlığını belirtmeden geçememektedir. (Sayfa 134)
Bunu belirtirken Marinov Bulgar Laikliğinin altında ezilmeye çalışan Makedonların 1895 te gerek gazete yazıları gerekse aktivist Makedon Milliyetçilerin Makedon Ulus Kimliğinin kazanmasında ne denli etkili olduğunu yine dile bağlamaktadır. Ona göre Bulgar dilinden daha uzak Makedon diyalekti Bulgarların dışarı sayıcı siyası tutumları nedeniyle daha çok korunma gereği hissedilen bir canlı yapıydı.
Bu nedenle Sofya’da bulunan genç Makedon Edebiyatçılar Derneği çalışmaları ile de Makedoncanın temelinin Büyük İskender’e kadar dayandığına yönelik ispat çalışmaları gerekli görüldü.
Dolayısıyla Makedonya belirli bir tarihi temel üzerinde belirlenmiş bir coğrafi ölçeğe de sahip eski bir medeniyet olarak Bulgar Otokrasisi altında ezilirken bu milliyetçi dışavurum ortaya çıktı, Ancak Makedonya üzerindeki otokrasi 20. Yy ın başlarında dahi halen devam etmekteydi.
Makedonya’nın iç örgütlenmesinin bu yüzyılın başlarında Osmanlı karşıtı çıkışlar nedeniyle daha faal hale geldiği bir gerçektir. Bu durumun 1903 yıllarında tekâmül ettiği bilindiğine göre Marjinal çalışmasında ona vurguyu Makedon yazının uzun tarihi geçmişine ve üzerinde yüzyıllardır süre gelen hâkimiyet kurma arzusunu yapmaktadır.
Uluslararası ilişkilerde önemli bir alan olan etnik yapı, Ulus, Devlet ve ayrılıkçı hareketler toplulukların bir arada devlet yada imparatorluk adı altında yaşamaya başladıkları andan itibaren süregelmiştir.
Bu ayrılıkçı hareketler özellikle Osmanlı imparatorluğunun dağılmasına neden olan Balkanlardaki Milliyetçi tutumlar ile bölgede baş göstermiştir.
Kitap uluslararası ilişkilerin alışılmış ve hemen hemen her döneminde ve yüzyılda baş göstermiş olan Milletçi ve ayrılıkçı hareketleri Balkanlar özelinde entelektüel bir rota çizgisinde incelenmiştir.
Balkanlardaki ayrılıkçı hareketlerin karışık ve millet olamama özelliklerinin ön plana çıkarıldığı diğer çalışmalarında parametrelerinden uzak bu çalışma, coğrafyanın halklarının kültürel ve çoğunlukla dilsel ayrılıkları üzerinden incelenmiş ve bu ayrılıkçı halkta çatışma durumlarına kavramsal bir yaklaşımla nüfus etmeye çalışmıştır.
Uluslararası ilişkilerin, son zamanlarda birçok çalışmada dile getirilen küreselleşmeye bağlı sınırların ortadan kalktığı ve anlamını yitirdiği algısına tezat bir izlenim sergileyerek cevap veren milliyetçi yükselişler balkanlarda çok daha fazla kendini göstermiştir.
Ulusun her kavramsallığının yıkıldı iddia edilen 20. Yy da Balkanlarda bu, bu duruma net bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Kitap ise balkanlardaki bu milletçi hareketlerin ulus olmayı hak ettiğine dair inanışla ortak birkaç makaleyi bir araya getirmiş ve bu akademisyenlerin çoğunun Balkanlılık özelliklerinin geri planda tutularak entelektüel kimliklerinin ve tarihselsi yaklaşımlarının düzleminde balkan halklarının kimliklerini tanımlamaya sevk etmiştir.
Balkanlardaki sorunların farkında olunduğu ve bu sorunların temelinde ayrı kültürlere sahip toplulukların bir arada tutulmaya çalışıldığı bu nedenle halkların arasındaki güvensizliğin yükseldiği ironik olarak da güvenlikçi hiçbir yaklaşımın bu soruna çözüm olmadığı görülmektedir.
Kitap bu bakış açısı haricinde bir yaklaşımla kültürel ve siyasal birikimlerdeki farklılığı ön plana çıkararak konuya başka bir vizyon getirmiştir.

Z.Deniz Altınsoy KAFKASSAM UZMANI

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir