KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Van hafızasına kavuşuyor: GİNE Mİ SEN GELDİN VILEEEN !!

Van hafızasına kavuşuyor: GİNE Mİ SEN GELDİN VILEEEN !!

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 14 dk okuma süresi
414 0

Bu yazı bizim geleneğimizdeki tercüme-i hal den çok ecnebilerin mea culpa yahut Confession olarak tarif ettikleri itirâf neviînden bir Jurnaldir. Kimliğimin ve kişiliğimin teşekkülündeki mizaç, tahsil ve terbiye tarzımda mühim köşe taşlarından biri olan yaşadığım bir vakıâyla başlayalım yazıya. Efendim sene 1982 Van’ın merkez köylerinden Amik’te kadastro uygulamaları yapılıyor. Çocuktum tecrübesizliğin amânsız olduğu yaşlardayım. Babam her defasında elimden tutup hükümet binasındaki kadastro mahkemesinin yolunu tutuyoruz. Bir yığın ilam evrak tapu senedi önüme koyuyor. Oku diyor bana! Ne yazıyor? Okuyorum fakat anlamıyorum. Çocuktum. İdrak kabiliyetimin kemâle ermediği yaşlardayım. Okuyorum; Şarken Gazeroğlu Manok Bahçeleri, Cenuben Hacıbayramzâdelerin harman yeri, şimalen Leb-i Derya Tettime-i Sakine, Sekene-i Asli, Sultan Velet kulesinin cenub-u garbisinde bir adet dükkân, Şemhâne, Bezirhâne vs.vs bir yığın Osmanlıca terkip ve terimlerle örülmüş eski tapu senetlerindeki mekân ve mevkî isimlerini çocukluk dimağımla bir türlü fehm edemiyorum. Babam eski tapu tahrirlerini her defasında Siirtli Beşir Bey’den transkripsiyonunu yaptırıp getirip getirip önüme koyuyor. Oku diyor! Okuyorum. Fakat anlıyamıyorum.
Rahmetli Siirtli Beşir Bey o yıllarda Van’da Osmanlıcanın en karmaşık nesih yazılarını en iyi okuyanlardan biriydi. Hatta o dönemde tek kişiydi desem yeridir.Pederim bu arazi davalarıyla o kadar meşbuydu ki bu davalar sayesinde Avukat Tevfik Doğuışıker ile olan münasebeti müvekkillikten öte kadim bir muhabbete terfi etmiş idi. Bu davalar döneminde bende Avukat beyle mülaki olma şansına erişmiştim.
Hatırladığım kadarıyla Van’da 1890 lı yılların Osmanlı döneminden kalma arazi kayıtları tahrir defterlerinin bir kısmı 1980’li yılların başında tapu sicil müdürlüğünün arşivinde muhafaza edilmekteydi. Pederimin o dönemde ya Cumhuriyette yaşadığından haberi yoktu ya da Osmanlı’nın medresesiyle Cumhuriyetin mektebi arasındaki farkı unutmuş olmalı ki her defasında anlayamadığım her kelime için “Ne tevır mektebe gidiyorsun? Bunları size mektepde belletmediler mi?” Yollu azarlar işitiyorum. Bunları okulda öğretmediklerini izah etmeme rağmen bir türlü pederimi iknâ etmede muvaffâk olamıyordum. Daha sonra pederimin azarlarından beni rahmetli Siirtli Beşir Bey kurtaracaktı. Ben yaşta bir mektep uşağından bunları bilmesini beklememesi gerektiğini pederime tenkit ve telkinde bulunup dolaylı da olsa pedegojinin prensiplerini pederime hatırlatarak ikna etti. Böylece beni yaşımdan büyük işlerden hem kurtardı hemde bu vadide ilerlememe sebep oldu. Akabinde, Babama Osmanlıca bir sözlük almasını salık verince soluğu Muzaffer Ece’nin o zaman Sebze halinin doğu tarafındaki buğday pazarındaki dükkanında aldık. Babam bana Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca lügâtını ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiyasını aldı. Lügatla okuma ve lügat kullanma alışkanlığını erken yaşlarda kazandım. Daha sonraki tahsil hayatımda ecnebi lisanını öğrenme işinde de lügata bıkmadan, usanmadan, üşenmeden bakma alışkanlığının faydalarını görecektim
Hayat telâkkimin, hassâsiyetimin ve zihniyetimin inkişaf safhâlarında büyük tesirlerini gördüğüm bu eski hârab, fersude lisanla başlayan mâceram zihnimin kabiliyet-i aksiyesini terakki ettirdi. Başka bir ifadeyle zihnimin geriye doğru eğilmesine bükülmesine ve aksi yönde çalışmasına sebep oldu. Böylece bu lügat itiyadımla birlikte idrak melaikemin saatin tersi yönünde çalışmasının yolu da açılmış oluyordu.Hadi itiraf-ı cürm olarak ifade edeyim ki bu vâkıa mürtecilik kıdem ve kariyerimin ilk basamağıydı. Daha sonra kırâat ettiğim başka kitaplarla gerisin geriye mürteciliğim günden güne irtifa ve terâkkî kaydetti. O gün bugündür zihnim hep geri vitese takılmışçasına hep gerisin geriye doğru yol alıyor. Ve bütün devrimler zihnimde tersinden vukubuluyor. O günden beri saatim kafamla birlikte hep geride kaldı çağdaş olamadım. Bir Arap darb-ı meselinin fevhâsınca “Çocuklar babalarına değil zamanlarına benzer” hakikatini hükümsüz bırakacak şekilde ne babamın zamanına ne de kendi zamanıma benzeyebildim.
Lügatla başlayan bu mâcera daha sonra kitapların dünyasına doğru inkişaf edecekti. Harçlıklarım kitap almaya kifayet etmediğinde Van’da İl halk kütüphanesinin yolunu bir şekilde keşfetmiştim. O yıllarda kütüphane Şehir Sinemasının bitişiğindeydi.Kütüphanede raflar dolusu kocaman kitaplarla karşılaştığımda muhteşem bir ortamda olduğumu hissetmiş o körpe aklımla bütün kitapları okuyabileceğimi tahayyül etmiştim. Ama bu hayalimin kısa süre sonra sükûta uğrayacağını bilemezdim. Çünkü o yıllarda ellerinde el işi yapan çay eşliğinde sohbet eden kütüphane memurlarından kitap istemek ayrıca cesaret gerektiren bir şey olduğunu sonradan idrakedecektim. Kitap isterken her an ekşitilmiş bir yüz ifadesiyle karşılaşmamak içten değildi. Kataloglardan çıkarıp getirdiğim her kitap talebime karşılık ekşitilmiş bir suratla “yoğdur” lu cevaplar sıklaşmaya başlayınca kütüphaneyle olan aşkım da kısa sürdü. Hele o yıllarda bir kütüphane memurununkütüphanenin yüksek tavanlı salonunda yankılanan “Gene mi sen geldin vıleen” sesi halen kulaklarımdadır. Bu ses hafızamda o kadar yer etmiş olmalıki hâlen kütüphanelerdenne zaman kitap istesembolca “affedersinizli özürdilerimli cümleler kurmaktayım.Şimdilerde halk kütüphanelerimiz nasıldır bilmiyorum. Güleryüzlü gözlerine baktığınızda çocukların yüreğinde ışıltılar uyandırıp gözlerindeki sevgiden çocukları kitaplara taşıyacak insanlar var mı oralarda. Kitap okumanın bir aşk olduğunu insanlara öğretecek ya da bulaştıracak kadar kitaplarla dost olan insanlar var mı kütüphanelerimizde.
Bu tür vakıalarlakütüphane müdavimliğim inkıtaya uğrasada kitaplarla olan muhabbetim kitapçılar üzerinden fasılasız devam edecekti. Pederimden günden güne kabaran bu kitap masraflarına karşı hiçbir zaman itiraz kelimesini işitmedim. Yukarıda bahsettiğim bu tapu ve mahkeme işleriyle başlayan serüvenimden üç mühim karla çıkmıştım. Yaşıma göre zengin bir kütüphane.Daha sonraları bütün hayatıma hâkim olacak bir tarih ve edebiyat düşkünlüğü. Nihâyet bir irfan hamulesiyle intac edecek okuma merakı.
Bugün üniversiteyi bitiren öğrencelerin bir kısmı öğrenim dönemi boyunca dört kitap okumadan okul bitirmektedir. Gündelik yaşamda kullandıkları kelime sayısı altmışı yetmişi geçmiyor. Kitap okumanın ancak televizyon yarışmalarında harcı âlem bir hobi olarak algılandığı bir toplumda kitaplarla dostluk kurmak biraz güç olmaktadır. Bugünün çağdaş bilgisayar, telefon, tabletleri gündelik hayatı uyuşturan dijital afyonları da göz önünde bulundurduğumuzda düşünce konusundaki fukaralığımızın yeni sebepleri olarak ifade edebiliriz.
Bu eski lisanın bir başka faydasını da Mekteb-i Mülkiyede gördüm. Mülkiyede Sina Akşin’nin Nutuk Okumaları dersinde Atatürk’ün Nutku Kebiri’nin orijinal Osmanlıca nüshasını bir medrese öğrencisi terbiyesiyle lügatsız tevil ve tefsir edince devrimci çağdaş ilerici arkadaşların kıraâtlarında nasıl düşe kalka ilerlediklerini temaşa ettikçe kendi gericilik kariyerimle mağrur oldum. Ve bu vadide gerici olmanın hüsnü kabulünü yaşadım.
Mekteb-i Mülküyeyi bitirip yaşım ilerleyip müphem ürpermelerin yerini bilmek ve anlamak zevkini idrak ettiğimde,hadiselere harici manzaralarına göre hüküm vermek yerine daha derin ve vukuflu bir zaviyeden bakmayı etüd etmeyi muvafak olduğum dönemlerde bir yaz tatilinde Van’a döndüm. Van’da evimizin bodrumunda pederime ait askerlikten kalma ahşap bir bavula tesadüf ettim. Bavulun içinde evrakı-metrûke arasında kenarları sararmış bir yığın evrak-ı perişan. 1960’lı yıllarda Van’da toprak komisyonunun tapu tescil ilâmları mahâllî gazetelerde yayınlandığı için o yıllara ait gazeteler pederim tarafından bir arşivci hassasiyeti ile muhâfaza edilmiş. Bu eski gazeteleribir harâbat ehli iştiyâkıyla sarıldığı ipten kurtarıp tozun toprağın içinde oturup okumaya koyuldum. Bu eski zaman bavulunda eski hayatın menbâlarından gelen bir alâka gittikçe çoğalan bir teâccüp beni muâmmaya benzeyen bir geçmiş zaman serüvenine doğru sürüklüyordu. Gazetenin 1960 taki nüshasında ilk dikkatimi celb eden bir makaleDr. Azmi Soydan’ın hemen 1960 İhtilalinin ilk günlerinde kaleme aldığı“İnkılabın Meşruiyeti” Raision d’etat, Duguit, Kelsen, Constitution üzerine ne kadar kıymetli isimler ve teoriler varsa hepsine atıflarla örülmüş zengin bir makale. Mülkiyede öğrenciyken Cem Eroğlu’nun Devlet Kuramı dersinden canımızı dişimize takarak zar zor geçtiğimiz dersin konuları babamın ahşap bavulunun içinde meğer yarım asırdır saklı duruyormuş. Bu makaleyi okuduktan sonra Soydan ismini hafızamın en önemli hücresine yerleştirdim. Bu mütebâhir makalenin müellifinin Van’da ilk hukuk doktoralı Avukat Azmi Soydan olduğunu sonradan öğrenecektim. Kendisinin 1950’li yıllarda Pariste Kanun-i Esasi üzerine doktora yaptığını daha sonraki araştırmalarımdan öğrenecektim.
Gazetenin bir başka nüshasında yine Soydan ailesine mensup Nevzat Soydan’a ait iktisat üzerine yazılmış o zamanki Bab-ı Ali muharirlerine taş çıkaracak evsafta ve derinlikte başka bir makale. Derin bir tecessüsle okudum. Nevzat Soydan İstanbul İktisat Fakültesi mezunu, o dönemde İstanbul Üniversitesi İktisat bölümü Türkiye’nin akademik ve entelektüel gündemini belirleyecek düzeyde donanımlı hocaların bulunduğu bir bölüm. Nevzat Soydan beyin çok iyi bir tahsil ve terbiyeden geçtiğini bizzat yazılarından istidlâl ettim. Ankaraya döndüğümde Milli kütüphanede mal bulmuş mağribi gibi bu gazete kolleksiyonlarını büsbütün taradım. İlyas Kitapçı Ali Saraçoğlu, Sırlı Oğlu (Şerafettin Ulğurlutekin) Ahmet Kuralkan, Yakup Kuşçuoğlu Gül Dik. Hasan Hayali Yavaş, sayamıyacağım kadar birçok isim bu kültürün ve irfan hamulesinin oluşmasında aktarılmasında emek ve zahmetlerine bu gazete kolleksiyonları sayesinde tanık oldum.
Bu gazete kolleksiyonları incelemesinden elde ettiğim bir başka sonuçda 1950’ li ve 1960’lı yıllarda Van’ ın kültür ve irfan bakımından ne kadar münbit ve velût bir düzeye sahip olduğuna delalet etmesidir. O dönemin Van’daki İlyas Kitapçı’nın Vansesi, Servet Mehterbaşıoğlunun İkinisan, Ulus gazetesinin Vandaki küçük kolu olarak tavsif edilen Akyolların Vanpostası, Demiray Şaşıhüseyinoğlunun Serhat gazetesi bu gazeteler şehirde adeta bir irfan meclisi görevi gördüklerine tanık oldum. Bundan yarım asır önce yazılan yazıların düzeyi ve keyfiyetini düşündüğümde Şimdiki Van’ın şifasız düşünsel fukaralığıyla mukayese edilmeyecek düzeyde bir şehirlilik kültürü ve irfanın olduğunu gördüm.Ezcümle şunu diyebilirim ki her şehir aslında devâsa bir okuldur. O okulun mezunlarına bakın şehir hakkında yeterli bir hükme varabilirsiniz. Yada bana yaşadığınız şehri söyleyin size kim olduğunuzu söyleyeyim atasözünün hükmünü şehir içinde kullanabilirsiniz.
Dr Sait Ebinç

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir