KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Türkiye’nin Yeni Dönemi

Türkiye’nin Yeni Dönemi

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 11 dk okuma süresi
360 0

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan olaylar Türk Devletinin ve milletinin neyle karşı karşıya olduğunu ortaya çıkarmış bulunuyor. Yaşanan kalkışmanın, darbe teşebbüsünün ne amaçla yapıldığına yönelik ipuçlarını anlayabilmek yaşananların ve gelecekte yaşanabileceklerin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Yakın zamanda Mısır’da gerçekleşen askeri darbe gibi Türkiye’de de ortaya çıkan darbe teşebbüsünün adı ne konulursa konulsun, temelinde millet iradesini beğenmemek ve ona rağmen ve ona karşı başka iradeleri egemen kılmayı amaçlamaktadır. Konunun anlaşılmasına yönelik birinci çıkış cümlesi budur. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda dayanılan temel güç meclis ve millet iradesidir. Bundan sapan her yaklaşım sonunda kendini milletinin ve devletinin aleyhinde bir konumda bulmaktadır.
Türkiye’de gerçekleşen darbenin, ülkede gerçekleşen önceki darbelerden farklı olarak yönetici ve icracı kadrosu birçok bakımdan farklıdır. Darbe teşebbüsünün amacı da çok farklıdır. Bu hadise aslında bizim düşüncemize göre gerçek bir darbe teşebbüsü ve ülke yönetimini ele geçirme teşebbüsünden ziyade ülkenin yönetimini bozma ve ülkede ciddi bir iç savaş başlatma teşebbüsüne benzemektedir.
Ülkenin silahlı kuvvetleri bütünlük içinde bu darbe girişimine katılmamıştır. Ordunun içine uzun yıllar boyunca sınav sorularını çalarak ya da başka şekillerde haksız biçimde yerleşmiş şahıslar milletlerine karşı asli görevlerini terk ederek ancak kendilerine emanet edilen silah ve makamları terk etmeyerek bir tür kalkışma hareketinin içine karışmışlardır. Bu insanları harekete geçiren gücün FETÖ örgütü olduğu Başbakan tarafından hareketin ilk saatlerinde açıklanmıştır. Geçen zaman içerisinde de ulaşılan deliller de bunu doğrulamıştır. Devlet görevlerine haksız biçimde yerleşmelerini ve buralarda haksız biçimde ilerleme imkânını mensubu oldukları bu örgüte atfetme, özünde tartışmasız bir ahlaksızlığı barındırmasına rağmen sözde dini bir kisve altında gerçekleşmiştir. Sonunda da sivil insanlara öldürmek kastıyla halkın üzerine ateş açılmasına, bomba atılmasına kadar varmıştır. Her ne sebeple olursa olsun meşru devlet düzenine veya herhangi bir düzene karşı muhalefet kastıyla ahlaksız olduğu bilinen girişimleri desteklemenin ya da bunlara sessiz kalmanın eninde sonunda hedef alınan iktidarı değil tüm toplumu yıkıma sürüklediği bir kez daha görülmüştür. Bundan çıkarılacak derslerden biri sadece yöneticilerin değil, herkesin adil ve ahlaklı olmasına ihtiyaç olduğudur.
Cumhurbaşkanına suikast düzenlemeye çalışan grupta ve diğerlerinde de görüldüğü gibi kalkışma yapan örgütün eylemleri bir devlet düzenini teslim almak ve onu kendilerine göre işletmek değil onu yıkmak, kaosa sürüklemek olduğu anlaşılıyor. Dünyada çok sayıda darbeler meydana geldiği bilinen bir şeydir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bombalanması ise bu darbeler tarihinde en utanılacak durumdur. Aslında bu olayın bir darbe girişimi olmadığının önemli bir delilidir. Bu bombanın atılması millete karşı meydan okuma, provake etme, çatışmaya davet etme manalarını barındırmaktadır. Bu bombayı atanlar meclisi işletmeyi değil Mustafa Kemal Atatürk’ün üzerine titrediği meclisi kapatma arzusunu dışa vurmuşlardır. Diğer taraftan kalkışmanın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine yurt içinde yakalanan şahıslar ele alındığında bu işin operatif ve taktik seviyesinde icracıları oldukları ama bu işi kimin yönettiğinin bugüne kadar ortaya çıkarılmadığı anlaşılıyor. Adalet Bakanı bir numaranın hala tespit edilemediğini söylüyor. Kanımızca yakalanan bu seviyedeki kişilerin üzerinde stratejik düzeyde askeri bir yönetici grubu bulunmuyor. Önceki darbe olaylarından en ciddi farklılardan biri budur. General seviyesindeki bu şahıslar askeri hiyerarşideki daha üst rütbedeki generaller tarafından değil imam vb. sıfatları olan sivil şahıslardan emir ve talimat aldıkları anlaşılıyor. Bunlarında yurtdışından türlü şahıslarla bağlantılı olmaları kaçınılmaz. Yani ülke dışından yönetilen bir kalkışma girişimi tecrübe edildi. Bu hareketin başarısız olmasında Mehmetçiğin dünyasından uzak karanlık şahısların askeri birlikleri kullanmaya çalışmaları önemli bir etken olarak değerlendirilmeleridir.
Bazı askeri unsurlar kullanarak belirli hedeflerde kısa süreli bir kontrol sağlanmıştır. Muhtemelen ordunun geri kalan büyük kesiminde bu kalkışmanın kim tarafından yapıldığı, emir komuta içinde yapılıp yapılmadığı başlangıçta anlaşılamamış ve kilitlenen emir komuta nedeniyle kurumsal bir tepki verilememiştir. Bu kaos içerisinde Cumhurbaşkanının beklenenin aksine meydana inmesi, halkı yanına çağırması, milletinde buna uyarak sokağa inerek kontrolü geri alması tarihin akışını değiştirmiştir. Zira zannımızca bu terör örgütüne göre işler uygun zaman ve şartlarda gerçekleşmiş olsa, vatandaşlar bu mücadeleye dahil olmasaydı ki bunun öngörüldüğü sanıyoruz, ertesi gün darbe teşebbüsünü FETÖ örgütünün yaptığı ortaya çıktığında silahlı kuvvetlerin büyük çoğunluğu buna karşı harekete geçecek ve suyun başını tutan çetecilerle nispeten kısıtlı imkana sahip ama sayıca fazla asker ve sivil milli güçler arasında yıkıcı bir iç savaş başlayacaktı. Bu kalkışma girişiminin gerçek amacının da bu olduğu kuvvetle muhtemeldir.
Türkiye’de bir iç savaş çıkarılması ise neden amaçlanmıştır. Avrupa ve ABD neden bu kalkışma girişimiyle ilgili yanlış tarafta durmaktadır. Rusya neden onlara göre tutarlı bir tavır göstermektedir. Bu yaşananlara daha geniş bir çerçevede bakarsak neyi görüyoruz. Türkiye’nin yaşayabileceği bir iç savaş ülke içinde büyük bir yıkıma sebep olmasının yanında askeri yeteneklerini de kendi elleri ile yok etmesi anlamına gelecektir. Irak, Libya, Suriye’de ne olduysa Türkiye’de de benzeri olması anlamına gelmektedir. Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, bu kardeş ülkelerde devlet düzeninin dağılmasının engellenememesi bu sarmalı Türkiye’nin kapına getirmiştir. Tehlike artık uzakta değil kapının eşiğine gelmiştir. Bu ülkelerde devletin millete, milletin devlete sahip çıkma yeteneğini gösterememeleri onları bu kaos ortamında mücadele yeteneklerini zayıflatmıştır. Türkiye’de devlet yönetimi tehlikeyi yaşamış ve 240 insanını kaybederek, belki de olabilecek en güçlü biçimde başka bir safhaya geçmiştir. Olası bir iç savaşının sonucunda terör örgütünün değil milli güçlerin kazanması muhtemeldir. Ancak kaderin bir cilvesi olarak silahlı kuvvetler itibar kaybetse de yıkıcı bir iç savaş yaşanmasıyla kıyaslandığında sapasağlam durmaktadır. Bu açıdan devlet gücünü koruyabilmiştir. Diğer yandan siyasi söylemlerde değişiklikler kaçınılmaz olarak hayata geçmiştir. Belirli ölçüde, farklılıklara, mağduriyetlere dayalı iç siyasi politikalar artık geçerliliğini yitirmiştir. Bunlar karşılaşılan tehdit karşısında milleti güçlendiremez, birleyemezler. 1923 Türkiye’sinden yıllar geçtikçe uzaklaşan devlet, birliği sağlamak için tekrar ona yaklaşmaktadır. Zira Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi batının insani değerlerini hedeflerken, unutulanın aksine anti-emperyal bir temele oturmaktadır.
Avrupa Birliğinin ve kalkışma teşebbüsünde üzerindeki şaibeden kurtulamayan ABD’nin yakın dönemde Türkiye’den daha da uzaklaşması, buna karşın Rusya ile ekonomik ve siyasi olarak yaklaşması beklenmelidir. Türk devlet yönetimi batı yönetimleri ile daha önceki mutabakatlarını rafa kaldırabilecek bir pozisyona getirilmiştir. Türkiye’nin safı batıda değil, doğuda belirlenmiştir. Yakın dönemde ABD ya yürüttüğü politikalardan vazgeçecek, meydanı Rusya ve Türkiye’ye bırakacaktır ya da Türkiye’ye başka cepheler açacak, sonunda istediğini yapacaktır. Diğer yandan muhtemel bir Türkiye iç savaşından faydalanması beklenen ilk örgüt PKK/PYD olarak akla gelmektedir. Türk Ordusunun yeteneklerinde bir eksilme olup olmadığını ilk günden yaptıkları eylemlerle test etmeye çalışmaları bunu doğrulamaktadır. Batı tarafından Suriye’nin kuzeyinin tamamen IŞID terör örgütünden alınarak Suriye Devleti yerine bu terör örgütüne verilmesi Türkiye’nin iç savaşa sürülmesine tercih edilmektedir. Bu durum Türkiye’yi içeride iç savaş yaşamaktansa bu çatışmayı dışarı taşımasına ve dışarıya müdahale ederek tehlikeyi ortadan tamamen kaldırmasına götürebilir. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi olarak içeriye dönmesine, tasarrufa, tüketim yerine üretime dayalı endüstriye ağırlık vermesine, batı yerine doğu ile ilişkilerini öne almasına sebep olabilir. Doç. Dr. Murteza Hasanoğlu

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir