KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Türkiye-Polonya İlişkilerinin Tarihsel Derinliği

Türkiye-Polonya İlişkilerinin Tarihsel Derinliği

Ümit Nazmi Hazır Ümit Nazmi Hazır - - 12 dk okuma süresi
366 0


Polonya, tarih boyunca büyük güçlerin rekabet alanının ortasında kalmış ve bu rekabet ve savaşlardan doğrudan etkilenmiş ve acı çekmiş bir ülke. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında Almanlar ve Ruslar arasındaki mücadelenin ortasında kalan ve işgal edilen Polonya, Soğuk Savaş sırasında sosyalist yönetim altında Varşova Paktı’nın bir üyesi olarak Doğu Bloğunda yer almıştır. Soğuk Savaş sonrası ise Trans-Atlantik ve Avrasya arasındaki mücadelenin bir parçası ve aynı zamanda NATO ve Avrupa Birliği üyesi olarak Rus karşıtlığıyla doğrudan tarafı olmuştur. Mackinder gibi bazı eski teorisyenler Polonya, Ukrayna ve Belarus gibi Doğu Avrupa ülkelerini tampon ülkeler olarak nitelendirmiştir. Polonya’yı sadece tampon ülke olarak analiz etmek bin yılı aşkın tarihe sahip Lehleri ve Türkiye-Polonya ilişkilerini yanlış okumak anlamına gelir.
1414 yılında diplomatik ilişkilerin başlamasıyla süregelen Türkiye-Polonya ilişkileri şu anda 604. yılını yaşamakta. Bu 604 yıllık süre zarfı içerisinde Türkiye-Polonya ilişkileri genel anlamda olumlu ve dostane bir seyir izledi. Tarih boyunca Türkiye ve Polonya’yı birbirine en çok yaklaştıran nedenlerden biri de Rus tehdidi oldu. Moskova Knezliğinin siyasi bir güç olmaya başlamasından itibaren Rus yayılmacılığının Lehistan ve Türk coğrafyası üzerine olması birçok kez Lehistan ve Osmanlı Devleti’ni Çarlık Rusya’sına karşı bir araya getirdi. Polonyalılar (Lehler) da Ruslar gibi Slav kökenli olmasına rağmen, Polonyalıların Ortodoks Ruslar’dan farklı olarak Katolik mezhebini benimsemesi ve Avrupa’nın en koyu Katolik ülkelerinden biri olması Ruslarla olan ayrılığını daha da derinleştirmiştir. Bu durum aynı zamanda Polonya’nın Ortodoks-Slav havzasından çok, Kutsal Roma-Germen havzasının etki alanına girmesine neden olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin 1683’te II. Viyana Kuşatması’nda başarısız olmasındaki nedenlerden biri de Lehistan’dır. Lehistan Hükümdarı III. Jan Sobieski, 75.000 kişilik ordusuyla Viyana’ya Haçlılara yardım etmeye gitmiştir. Bu yardımla birlikte Hristiyan Avrupalı Devletler, Osmanlı’nın Avrupa’daki ilerleyişini durdurmayı ve Türk tehdidini bertaraf etmeyi başarmışlardır. Aslında Osmanlı Devleti’nin II. Viyana Kuşatması’ndaki başarısızlığı sadece Osmanlı’nın gerileme sürecini değil, Lehistan’ın da yıkılma sürecini başlatmıştır. Çünkü Lehistan II. Viyana Kuşatmasında Avrupalı Devletlere yardımı nedeniyle önemli bir güç kaybetmiştir. Lehistan sayesinde Osmanlı hâkimiyetinden kurtulan bu devletler bu sefer Lehistan’ın güç kaybından faydalanma yolunu seçmişler ve Lehistan Krallığını paylaşmaya başlamışlardır. Bu süreç Polonya’nın 1795 yılında Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından tamamen paylaşılmasıyla ve tarih sahnesinden 1918 yılına kadar silinmesiyle sonuçlanmıştır.
19. Yüzyılda Lehistan’ın bağımsızlığını kaybetmesinden sonra birçok Polonyalı vatansever Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Hatta 1774’te yapılan Küçük Kaynarca antlaşmasına göre Polonyalı mülteciler Rusya’ya iade edilmesi gerekirken, Osmanlı Devleti hiç bir zaman bu maddeyi uygulama safhasına koymamıştır. 1830’da Lehlerin Ruslara karşı başarısız ayaklanmalarından sonra Leh vatanseverler Osmanlı’ya sığınmış ve Osmanlı Devleti tarafından bugünkü İstanbul’daki Polonezköy’e yerleştirilmişlerdir. Böylece Polonezköy, 19. Yüzyılda Polonyalı siyasi mültecilerin sığınağı haline gelmiştir. 1918’de Polonya’nın bağımsızlığını kazanmasından sonra Türkiye’deki Polonyalı siyasi göçmenlerin bazıları ülkelerine geri dönmüştür. 1848’de Polonya İhtilaline karışan ve Türkiye’ye sığınan Polonyalılar’dan biri de asıl adı Konstantyn Borzecki olan, Mustafa Celaleddin Paşa’dır. Mustafa Celaleddin Paşa hem Türk ordusunda görev yapmış, hem de 1869’da ‘’Türklerin Tarihi’’ eserini yazmıştır. Kendisi aynı zamanda Atatürk’ün, ‘’Bu Polonyalı gerçek altından anıta layıktır” şeklindeki övgüsüne mahzar olmuştur. Mustafa Celaledin Paşa’nın torunu olan Nazım Hikmet de Polonya’yı her zaman ikinci vatanı olarak görmüştür. Nazım Hikmet, “Lehistan Mektubu” adlı şiirinde “başladı Lehistan ovasında yolculuğum, dedelerimizden biri “1848 Polonya muhaciri, göğsümü kabartmıyor değil dedelerimden birinin Lehli oluşu…” dizeleriyle belirtmiştir.
Polonya 18. Yüzyılın sonlarında haritadan 150 yıllığına silinmesine rağmen, Osmanlı Devleti Polonya’nın bağımsızlığını her zaman desteklemiştir. Osmanlı Devleti padişahının yabancı diplomatları kabul ettiği ve Polonya’nın işgal altında olması nedeniyle elçisini gönderemediği törenlerde bile, her ülkenin büyükelçisi takdim edildikten sonra ‘’Lehistan Büyükelçisi’’ anonsundan sonra protokoldeki başka bir Osmanlı görevlisi ‘’Lehistan Büyükelçisi yolda, geliyor Padişahım’’ diyerek anons etmekteydi. Hatta Polonyalıların bağımsızlıklarını kaybetmeye başladıkları ve Osmanlı ile Çarlık Rusya’sının savaştığı dönemde Polonyalıların Türkler için kullandıkları, ‘’Türk atları Vistul nehrinden ne zaman su içerse, Polonya o zaman hürriyetine kavuşur’’ deyimi Polonya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin tarihsel derinliğinin bir yansımasıdır. Bu aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin Polonya’nın bağımsızlığını her zaman desteklediğinin ve Türk Devlet politikası ve şuurunun sürekliliğinin bir tezahürüdür. Bu devlet politikası yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de kendini göstermiştir. Polonya, Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk ülkelerden birisi olmuştur ve bağımsızlıktan hemen sonra iki ülke arasında diplomatik ilişkiler başlamıştır. 23 Ağustos 1939’da Almanya ve Sovyetler Birliği arasındaki Saldırmazlık Paktı ve sonrasında 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesinden sonra, Polonya, Almanya ve Sovyetler Birliği arasında paylaşılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından Çekoslovakya ve Polonya’nın işgal edilmesinden sonra Almanlar bu ülkelerin büyükelçiliklerinin kendilerine verilmesini istemiştir. Türkiye, Anschluss Anlaşmasına uymak zorunda kalarak Çekoslovakya Büyükelçiliği’ni Almanlara vermesine rağmen Polonya Büyükelçiliğini vermemiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Almanlara şu cevabı verir: “Türkiye, Polonya Büyükelçisi’ni yüz elli sene beklemiştir. Ecdadım 150 sene beklemişken, ben size orayı verip; çok kısa bir süre için Polonyalı dostlarımı kıramam ve bu talebinizi katiyen yerine getiremem.” Böylece İkinci Dünya Savaşı sırasınca Polonya bayrağı Ankara’da dalgalanmaya devam eder.[3] Bu Türkiye-Polonya arasındaki ilişkilerin sürekliliğinin ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu saikler üzerine hareket ettiğinin ve devlet politikası geliştirdiğinin bir göstergesidir.
İki ülke arasındaki iyi ilişkiler 1989’dan ve Polonya’da sosyalist rejimin yıkılmasından sonra da uluslararası örgütler bazında da devam etmiştir. Türkiye 1999’da gerçekleşen Polonya’nın NATO üyeliğini desteklediği gibi, Polonya da Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini desteklemektedir. İkili ilişkiler 19 Nisan 2005’te Polonya Parlamentosu’nun alt kanadı Sejm’in kabul ettiği “soykırım” kararı nedeniyle küçük çaplı zarar görse de, Polonya makamları, kararın Hükümetin resmi politikalarını yansıtmadığını birçok kez dile getirmişlerdir. İyi seyirdeki ilişkiler 2009 yılındaki anlaşmayla stratejik ortaklık seviyesine taşınmıştır. Ayrıca iki ülkenin cumhurbaşkanlıkları himayesinde düzenli olarak Yüksek Düzeyli Sürekli Danışma Komitesi toplantıları yapılmaktadır.
Öte yandan Türkiye ve Polonya bölgesel ve küresel konularda da benzer bir bakış açısına sahip. Polonya, Çin’in Avrupa’daki yatırımlarından memnun ve diğer Doğu Avrupa ülkeleriyle birlikte Çin’in yatırımlarını kendisine çekmeye çalışıyor. Tıpkı Türkiye gibi Polonya da Çin İpek Yolu Projesine, Kafkasya, Orta ve Uzak Asya pazarlarıyla entegre olunması bağlamında olumlu bakmaktadır. Polonya’ya göre Türkiye’nin AB üyeliği sayesinde ise Polonya, örgütün en doğusunda yer almaktan kurtulacak ve Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın üyeliği daha da kolaylaşacaktır.
Polonya halkı da, Türkiye’ye Polonya Devleti kadar olumlu bakıyor demek ise şimdilik zor. Polonyalılar, Türkiye’yi daha çok Müslüman kimliği üzerinden algılamakta. Polonya halkı, yakın zamanda Suriyeli göçmenlerin ülkelerine alınmaması için birçok kez protesto gerçekleştirdi. Polonya’daki son zamanlardaki göçmen ve İslam karşıtlığıyla birlikte Polonyalılarda bütün İslam ülkelerine ve Türkiye’ye toptancı ve olumsuz bir bakış artmakta. Muhafazakârlıkla şekillenmiş milliyetçi bakış açısına ise Polonya’nın küçük şehirlerinde bizzat tanıklık edebiliyorsunuz. Polonya’da ne yazık ki zaman zaman ırkçı eylemler ve yabancılara, özellikle Avrupalı olmayanlara karşı, küçük saldırılar da gerçekleşmekte. Polonya’da iktidardaki muhafazakâr hükümet olan Hak ve Adalet Partisi (PİS)’nin politikaları da, Polonya’daki AB yanlıları tarafından son zamanlarda artan bir şekilde protesto edilmekte. Polonya’daki liberaller ve hükümete muhalifler, Hak ve Adalet Partisi’nin politikalarıyla ülkenin daha da muhafazakârlaşıp, otoriterleşmeye başladığı ve Polonya’nın AB’den uzaklaşmaya başladığı endişesini taşıyor. Polonya’nın AB üyeliği sonrası liberal demokrasiyi tam anlamıyla hayata geçirme ve sekülerleşme konusunda sıkıntılar yaşamasının nedeni ise Polonya’da Katolikliğin güçlü bir sosyolojik tabana sahip olması ve arka planda bazı tarihsel olguların bulunması. 1980’li yılların sonlarında Polonya’da yaşanan gelişmeler yalnızca demokrasi, özgürlük ve kapitalizme duyulan özlemin ifadesi değil, aynı zamanda ulusal ve Katolik olma isteğinin de bir göstergesiydi. Öte yandan Polonya’nın şu anda muhafazakar bir hükümet tarafından yönetilmesi, Polonya Türkiye ilişkilerinin iyi seyrine etki etmemektedir. Polonya, Türkiye’nin AB üyeliğini halen destekleyen ülkelerden biri. Türkiye’nin AB ile önemli sorunlar yaşadığı şu günlerde birlik içerisinde Polonya gibi bir dostunun olması Türkiye için bir önem arz etmektedir.
Ümit Nazmi HAZIR
Kafkassam Varşova

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir