KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Suriye savaşı yalnızca başlangıçtı

Suriye savaşı yalnızca başlangıçtı

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 16 dk okuma süresi
309 0

Suriye’nin kuzeyindeki Halep şehrinin kurtarılmasıyla birlikte Şam’daki Suriye hükümeti, yaklaşık 6 yıldır devam eden ve son derece yıkıcı bir hal almış çatışmayı sonlandırma yoluna girmiş gibi görünüyor.

Fakat Suriye çatışmasının çözümün eşiğinde olduğunu varsaymak, Suriye çatışmasının bölgesel, hatta küresel gündemlerden bağımsız olarak, jeopolitik bir boşluk içinde yürütüldüğünü varsaymak demektir.

Gerçekte, Batı’nın Suriye’ye yönelttiği vekalet savaşı, başlamadan yıllar önce, planlama ve hazırlık safhalarında, İran’la savaşın ve Rusya’nın yeniden büyük bir güç olarak ortaya çıkışı ile Çin’in yükselişini engelleme amaçlı daha büyük bir küresel çatışmanın bir ön gerekliliği olarak görülüyordu.

ABD hegemonyası, yükselen süper güçleri tasfiye etme arayışında

Soğuk Savaş’ın bitiminde ABD, kendini dünyanın yegane süper gücü haline getirme ve öyle kalma arayışındaydı.

ABD Ordusu Generali Wesley Clark, 2007 yılında Flora TV’de yaptığı “Liderlik Zamanı” başlıklı konuşmasında, bu Soğuk Savaş sonrası gündemi, 1991 gibi erken bir tarihte dönemin Savunma Müsteşarı Paul Wolfowitz’le yaptığı bir konuşmayla açığa çıkarmış ve şunları ifade etmişti (vurgular bize ait):

“Kendisine ‘Sayın Müsteşar, Çöl Fırtınası’na katılan askerlerin performanından hayli memnun olmalısınız’ dedim. O ise bana ‘eh, çok da değil, çünkü Saddam Hüseyin’nden kurtulmamız gerekiyordu ama kurtulamadık’ dedi. Bu, Mart 1991’deki, bizim kışkırttığımız, daha sonra ise birliklerimizi kenarda tutup müdahale etmediğimiz Şii ayaklanmasından hemen sonraydı. Wolfowitz, ‘ama bir şeyi öğrendik’ dedi: ‘Ortadoğu’da askeri gücümüzü kullanabileceğimizi ve Sovyetlerin bizi durdurmayacağını öğrendik. Bir sonraki büyük süper güç karşımıza çıkıncaya kadar, bütün bu Sovyet yandaşı rejimleri – Suriye, İran, Irak – temizlemek için beş ila on senemiz var.’”

General Clark’ın sözlerinde açığa çıkan şey, Soğuk Savaş sonrasında başlamış olan açık bir gündemdir ve bu, Çöl Fırtınası’yla, Balkanlardaki çatışmayla, ABD’nin Afganistan istilası ve işgaliyle, Irak istilası ve işgaliyle ve genel olarak, 11 Eylül 2011’de New York City ve Washington DC’de gerçekleşen saldırılar sonrasında “Terörizmle Savaş” gerekçesiyle ABD askeri gücünün kullanımının genişlemesiyle kendini göstermiştir.

Amerika’nın “rejim değişikliği” çılgınlığı yalnızca yukarıda bahsedilen savaşları değil, Doğu Avrupa çapındaki bir dizi “renkli devrim”i de içine aldı. Buna, Otpor’un 1998-2004 yılları arasında Sırbistan’da yürüttüğü faaliyetler, 2003’te Gürcistan’da gerçekleşen “Gül Devrimi” ve 2004-2005’de Ukrayna’da gerçekleşen “Turuncu Devrim” de dahil.

ABD destekli rejim değişikliği operasyonlarına katılanlar –ABD Savunma Bakanlığı’nda ve Amerikan özel endüstrisinde (şirket medyası ve Facebook ve Google gibi IT devleri) yer alanlar – ve ilgili ülkelerin her birinde yer alan “aktivistler”, 2011 yılında ABD’nin imal ettiği “Arap Baharı”na giden yolda 2008 yılında, Arap dünyası çapında muhalefet liderlerini eğitmeye başladı.

Bizzat ABD Dışişleri Bakanlığı, 2008 tarihli bir basın bülteninde bir “Gençlik Hareketleri İttifakı Zirvesi” organize ettiğini kabul edecekti:

“Bu Gençlik Hareketleri İttifakı, dünya çapından gençlik hareketlerinin halihazırda çevrimiçi, mobil ve dijital medyayı kullanarak en iyi pratikleri tartışmak üzere etkileşime girmesi anlamında organik başlangıç adımları attı. Dışişleri Bakanlığı, Facebook, Howcast, Google, MTV ve Columbia Hukuk Okulu gibi kuruluşlarla ortaklık yoluyla bu eğilimi yapılandıracak bir kolaylaştırıcı işlevi gördü.”

Basın bülteninde sözü edilen diyalog yoluyla tartışılan şey, Mısır ve Libya’dan Suriye ve Yemen’e kadar, kaçınılmaz olarak şiddet kullanılacak olan rejim değişikliği operasyonları için örtü işlevi görecek taktiklerdi. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın tertip ettiği “Gençlik Hareketleri İttifakı Zirvesi”ne katılıma bakıldığında, Mısır’daki 6 Nisan Gençlik Hareketi de dahil olmak üzere, Ortadoğu’daki ülkelerine döndükten sonra protesto kıvılcımını çakmış pek çok grup görülmektedir.

Nihayetinde New York Times, “U.S. Groups Helped Nurture Arab Uprisings” başlıklı bir yazıda şunları kabul edecekti:

“Geçtiğimiz haftalarda yapılan röportajlara ve WikiLeaks tarafından elde edilen Amerikan diplomatik yazışmalarına göre, Mısır’daki 6 Nisan Gençlik Hareketi, Bahreyn İnsan Hakları Merkezi ve Yemen’deki gençlik lideri Ensar Kazi gibi taban aktivistleri de dahil olmak üzere, bölgeyi silip süpüren isyan ve reform hareketlerine doğrudan katılan bir dizi grup ve birey, Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü, Ulusal Demokratik Enstitü ve Washington’da bulunan kâr amaçlı olmayan bir insan hakları kuruluşu olan Özgürlükler Evi gibi gruplardan eğitim ve finansman aldı.”

Hem doğrudan askeri müdahalenin, hem de ABD’nin imal ettiği “renkli devrimlerin” amacı, tam da General Clark’ın ABD’li politika yapıcıların Soğuk Savaş’ın bitiminden beri peşinde koştuğun iddia ettiği şeyi gerçekleştirmekti: bağımsız hareket eden ve son kertede Amerikan küresel hegemonyasıyla rekabet edebilecek olan devletlerin tasfiye edilmesi.

Yolun üzerindeki duraklardan biri olarak Suriye

Irak’ın yıkılması, İsrail’in 2006’da Güney Lübnan’da Hizbullah’la girdiği savaş ve Tahran’daki hükümeti tecrit edip devirme yönündeki sürekli çabalar, bu tek ve değişmez gündemin parçasıydı. Yıllardır hazırlanan ABD politika metinleri aracılığıyla, nihai olarak İran’ı devirmenin yolunun Lübnan’da Hizbullah’ı yıkmak ve İran’ın müttefiki olarak Suriye’yi tasfiye etmek olduğu kabul edilmiştir.

2007 yılında, Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh “Yeni Yönelim: Yönetim’in yeni politikası terörizmle savaştaki düşmanlarımızdan mı yararlanıyor?” (Çevirisi için bkz: http://medyasafak.net/haber/552/yeni-yonelim-redirection) başlıklı makalesinde şunları açığa çıkaracaktı (vurgular bize ait):

“Bush yönetimi, Şii ağırlıklı İran’ı köşeye sıkıştırmak için Ortadoğu’daki önceliklerini yeniden belirlemeye karar verdi. Yönetim, Lübnan’da İran’ın desteklediği Şii Hizbullah’ı zayıflatmak için örtülü operasyonlarda Sünni Suudi Arabistan hükümetiyle işbirliği yapmaya başladı. ABD aynı zamanda İran ve Suriye’yi hedefleyen örtülü operasyonlarda da aktif olarak yer aldı. Bu faaliyetlerin yan ürünü, İslam’ın militan bir yorumunu benimseyen, ABD’ye muhalif, El Kaide’ye sempati besleyen aşırılıkçı Sünni grupları desteklemekti.”

2009 yılında ABD şirket-finans çevrelerinin desteklediği, jeopolitik alanında çalışan bir düşünce kuruluşu olan Brookings Enstitüsü, “Hangi Yol İran’a Gider?: İran’a Yönelik Yeni bir Amerikan Stratejisi için Seçenekler” (PDF) başlıklı 170 sayfalık bir rapor yayınladı. Bu raporda önerilen çeşitli seçenekler arasında, İsrail’in Washington adına İran’a saldırması da vardı. Raporda şu ifadelere yer verilmişti (vurgular bize ait):

“…İsrailliler, ABD’nin bir dizi şeyle yardım etmesini isteyebilir. İsrail, İran’ın misillemesinin ve uluslararası kınamanın risklerine katlanma konusunda Amerika Birleşik Devletleri’nden daha istekli olabilir, ancak zarar görmez halde değildir ve vurmaya hazır olmadan önce ABD’den bazı taahhütler isteyebilir. Örneğin İsrailliler, Hizbullah’tan ve potansiyel olarak Hamas’tan gelebilecek geri tepmeyi hafifletmek için Suriye’yle bir barış anlaşması ellerinde oluncaya kadar (Kudüs’ün bunun kendisinin erişim alanında olduğu varsayılırsa) uzak durmak isteyebilir. Sonuç olarak, Washington’un Kudüs ve Şam arasında arabuluclukta yoğun çaba göstermesini isteyebilirler.”

Herhangi bir “barış anlaşması”na varılmayacağı, bilakis Suriye’nin toptan yıkımının tertip edileceği açıktır. Brookings raporunda İran’da çatışma ve rejim değişikliği tetikleme için sunulan önerilerden çoğu, Suriye için kullanılmıştır.

2011’de Libya’da El Kaide bağlantılı militanların kullanılmasıyla ABD öncülüğünde gerçekleştirilen yıkım ve Libya’nın doğusundaki Bingazi şehrinin Türkiye-Suriye sınırına doğru stratejik atlama tahtasına dönüştürülmesi ile birlikte Suriye’nin vekaleten istila edilmesi, ülkenin kent merkezlerindeki halihazırda süregiden çatışmaların arasında başlamıştır.

2012 yılında militanlar Türkiye-Suriye sınırında içeri akarak Halep şehrini istila etti. Bunu izleyen yıkıcı savaş ülkeyi harap etti, Suriye’nin müttefiklerini – Hizbullah, İran ve yanısıra Rusya – buraya çekti ve belki de, çatışmanın doğuya, İran’a doğru, hatta Rusya’nın güneyine doğru genişlemesi öncesinde koalisyonu yeterince zayıflatmış olabilir.

Tam İran’la savaş zamanında görevde kimin olduğuna bakın…

Başkan seçilen Donald Trump’ın etrafı yalnızca David Friedman gibi İsrail yanlısı tutucularla değil, aynı zamanda Breitbart News’den Stephen Bannon ve emekli ABD Deniz Kuvvetleri Generali James Mattis gibi, yıllardır İran’la savaşı savunmuş kişilerden oluşan bir kesimle çevrili.

Benzer bir politika yapıcılar çevresi şüphesiz 2016 başkanlık seçimi adayı ve eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton göreve gelseydi de ona eşlik edecekti – onun Dışişleri Bakanlığı dönemi, tam da bu çatışmanın ön gereklilikleri olan Libya ve Suriye’nin yıkımıyla geçti.

Özü itibariyle Washington, Suriye’deki vekalet savaşı seyrini tamamlamış görünürken, İran’la daha geniş bir çatışma için konuşlanıyor – ve 2016 başkanlık seçimini kim kazanırsa kazansın bunu yapmaya başlayacaktı.

Çok büyük bir ihtimalle ABD’li politika yapıcılar Suriye’nin çok daha hızlı bir şekilde ve daha düşük bir maliyetle düşmesini öngörüyordu. Rusya’nın ülkede önemli bir askeri varlığa sahip olmasıyla, Suriye ordusunun süzülerek hayli etkili, deneyimli bir savaş gücüne dönüşmesiyle ve İran ve Hizbullah güçlerinin bir bölgesel çatışmada savaşma deneyimi elde etmesiyle, çatışmayı İran’a taşımak kolay bir iş olmayacaktır.

Belki de bu yüzden, ABD Başkanı seçilen Trump Rusya’nın potansiyel “müttefiki” olarak sunuldu ve “sahte haberlerle” mücadele etme kisvesi altında alternatif medyayı soğutmak için, Rusya’nın Amerikan seçimlerine “elektronik müdahalede bulunduğu” suçlamaları yapılıyor. Alternatif medyanın susturulmasıyla ABD’li politika yapıcıların Suriye çatışmasını ve Amerika’nın buna müdahalesini İran topraklarına doğru genişletmeyi meşrulaştıracak – Brookings’in “İran’a Hangi Yol Gider?” raporunun tavsiye ettiği türden – büyük bir provokasyon üretmesi zor olacak mıdır?

Aynı zamanda İsrail’in Suriye çatışması boyunca Hizbullah’ın Lübnan ve Suriye’deki altyapısına sistematik olarak saldırdığı da belirtilmelidir. İsrailli politika yapıcılar muhtemelen kendileri ile, İran’a yönelik ABD destekli bir İsrail saldırısına karşı misilleme yapacak olanlar arasında bir tampon bölgeyi korumak isteyecektir – tam da Brookings’in 2009’da önerdiği gibi.

ABD hegemonyasını yenecek olan seçimler değil, çokkutuplu bir güç dengesidir

ABD’nin özel çıkarları, Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana, algılanan küresel hegemonyalarının önündeki her türlü tehdide karşılık vermek ve bu tehditleri ortadan kaldırmak için tüketildi. Emekli ABD Ordusu Generali Wesley Clark’ın yıllardır ikaz ettiği gibi ABD, 1990’lardan beri tek bir gündemin peşinden gidiyor ve bu, Beyaz Saray’da kimin oturduğundan ve küresel hegemonyanın elde edilmesi ve korunması için gerekli sayısız savaşı ve “renkli devrimi” satmak için hangi retoriğin satıldığından bağımsız olarak böyle.

Rusya ve Çin yeniden bir küresel güç dengesi getirirken, ABD saldırganlığını dengelerken ve ABD hegemonyasını dünya sahnesinde daha orantılı, çokkutuplu bir role zorlarken, ABD bu duruma artan düzeyde hem Moskova hem de Pekin’le doğrudan karşı karşıya gelişlerle ve dünya çapında giderek daha şiddetli bir hal alan vekalet savaşları ve rejim değişikliği operasyonları kampanyası yürüterek tepki verdi.

Bir başkanlık seçiminin on yıldır devam eden bu tekil gündemi bozabileceği yanılsaması, tehlikeli bir yanılsamadır. Gerçekte, ABD’nin özel çıkarlarının ve küresel hegemonyaya ulaşılmasının önündeki tek engel, rakip güç merkezleridir. Buna Rusya ve Çin gibi ulus-devletler ile, alternatif medya, alternatif ve mevcut yapıyı bozan ekonomik modeller ve erişecekleri güç ve etkiye dayanan siyasi hareketlerdir. Bu tür alternatifler ABD’nin ve siyasi manzaraya hakim olan şirket-finans tekellerinin şu anda sahip olduğu dayanaksız gücün ve etkinin altını oyabilir.

Tony Cartalucci

New Eastern Outlook/ çeviren Selim Sezer

www.medyasafak.net

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir