KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Riyad-Tahran gerginliği ve Washington’ın politikası

Riyad-Tahran gerginliği ve Washington’ın politikası

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 5 dk okuma süresi
326 0

Riyad-Tahran gerginliği ve Washington’ın politikası

Suudi Arabistan’ın Şii din adamını idam etmesi geçen hafta Ortadoğu’da öngörülebilir mezhepçi bir nefret patlamasına yol açtı.

Obama yönetimi ise idamı şiddetli bir biçimde kınayan ve militanların Tahran’daki Suudi Büyükelçiliği’ni yağmalamalarına müsaade eden İran’a sıcak bakıyordu. Dışişleri Bakanlığı, bu şiddet dolu eylemden Ayetullah Ali Hamaney rejimini suçlamaktan kaçındı ve ikili anlaşmazlıkta tarafsız bir pozisyon benimsedi- on yıllardır süren ABD-Suudi Arabistan ittifakı ve İran’la düşmanlığı düşünülürse bu olağanüstü bir duruş.

Beyaz Saray’ın önceliğinin, İran’la nükleer anlaşmanın uygulanmasında aksaklık yaratacak ifade ve eylemlerden kaçınmak olduğu kısa sürede netleşti.

Kısacası, eğer Cumhuriyetçiler köşe yazarı Peter Beinart’ın Atlantik’te söylediği gibi “Suudi Arabistan’a bayılıyorlarsa”, Obama ve dış politika ekibi de Josh Rogin ve Eli Lake’in Bloomberg’de belirttikleri gibi Tahran’a doğru meylediyorlardı.

Cumhuriyetçiler geçen sene Kral Salman’ın tahta geçmesi ve 30 yaşındaki oğlu Muhammed’i savunma bakanı yapmasıyla neredeyse dengesiz gibi görünen Suudi rejimini teşvik ediyorlardı. Suudiler IŞİD’le savaş pahasına Yemen’de kanlı ve kazanılamaz bir askeri maceraya giriştiler ve içerideki tüm eleştirileri bastırmaya yöneldiler- özellikle mütevazı siyasi reform arayışındaki liberal entelektüelleri ve blog yazarlarını.

Geçen hafta Economist’e verdiği röportajda Muhammed bin Salman, zorlu bir iktisadi yeniden yapılanma sözü verdi ama kadınların hâlâ araç kullanamadığı, İslam’ın yeni bir yorumu için çağrı yapan bir blog yazarının 10 yıl hapis ve 1.000 kırbaç cezasına çarptırıldığı bir ülkede siyasi veya dini değişime dair bir ihtimalden söz etmedi. Bu müttefiklerle “aynı tarafta durmak” siyasi bir uçuruma birlikte atlamak anlamına gelebilir.

Obama yönetimi elbette Suudi yöneticileri terk etmedi; İran’la yapılan anlaşmadan beri Riyad’a yeni silahlar yığıyor. Ancak Cumhuriyetçilerin, Obama’nın İran’la bu sorumsuz uyumunun Suudi saldırganlığını teşvik ettiği ve mezhep savaşını daha da körükleyeceğine yönelik iddiaları da muhtemelen doğru.

Füze yaptırımından vazgeçmek de zarar vericiydi. Yönetim önce Tahran’ı uzun menzilli füze test ederek nükleer anlaşma konusunda BM Güvenlik Konseyi çözümünü ihlal etmekle suçladı, sonra da bireylere ve şirketlere verilecek bir dizi mali cezayı geri çekti. Yetkililer, gecikmenin teknik sebeplerle olduğunu söyledi ancak 11 gün geçmesine rağmen yaptırımlar hâlâ verilmiş değil. Doğru veya değil, ortaya çıkan sonuç Washington’ın açık ihlallere ilişkin İran’ı cezalandırma isteğinin olmadığı.

Cumhuriyetçi retorikte ve Obama’nın manevralarında eksik olan şey ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına ilişkin uzun dönemli ve esaslı bir anlayış veya bunların mezhepçi girdapta nasıl sürdürüleceği. Amerika, Sünni veya Şii diktatörlerden birini seçmektense bölgede istikrar ve modernleşme için nelerin değişmesi gerektiğini sormalı ve hangi güçlerin bunları ilerletebileceğini.

Daha fazla kan dökülmemesi için azınlıklar temel haklarını kazanmalılar. Bu da Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki Şiiler ve Irak’taki Sünniler içindeki barışçıl reform savunucularının desteklenmesi anlamına geliyor.

Suudi Arabistan’ın idamları nedeniyle ortaya çıkan bu son durum Ortadoğu’nun istikrarlı bir dış güce ne kadar ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Ancak Washington’daki tepki ABD yardımının yolda olmadığını gösteriyor.

JACKSON DIEHL Washington Post, 10 Ocak 2016

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir