KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. MİT Hitler’e karşı General Franco’yu neden destekledi!

MİT Hitler’e karşı General Franco’yu neden destekledi!

Ömür Çelikdönmez Ömür Çelikdönmez - - 19 dk okuma süresi
759 0


II. Dünya Harbi öncesinde 1926’da MİT ilk kurulduğunda Millî Emniyet Hizmeti Teşkilâtı adını taşıyordu ve 10 civarında personeli mevcuttu, binası Hacı Bayram Camii civarındaki Şehit Keskin Sokak’ta bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleri doğrultusunda modern bir istihbarat teşkilâtının kurulması için gerekli çalışmaları Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak yürütmüştü. 6 Ocak 1926 tarih ve 10152 sayılı “Çok Gizli ve Kişiye Özel” gizlilik dereceli ve Müşir (Mareşal) Fevzi Çakmak imzalı tebligatı ile Cumhuriyet döneminin ilk istihbarat teşkilâtı olan Millî Emniyet Hizmeti Riyaseti kuruldu. Mustafa Kemal Paşa’nın adını verdiği “Millî Emniyet Hizmeti” (M.E.H./MAH), bu dönemde bir taraftan yabancı servisler ile mücadele ederken, diğer taraftan dost devletlerin hasım devletler hakkında savaş içinde elde edemedikleri bilgileri temin etmek suretiyle, onlara istihbarat konusunda önemli yardımlarda bulunmuş, Balkanlar’da ve Akdeniz’de savaşın seyrini etkileyecek kararlar aldırabilmiştir.(1)
Şeytana külahı ters giydiren Türklerden de söz edelim. En basitinden askerlik hizmetinin bir kısmını Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ün yanında yapan ve İngiliz Büyükelçiliğinde çalışırken elde ettiği belgeleri doğal olarak önce Milli Emniyete sonra Almanlara sızdıran Çiçero lakaplı İlyas Bazna’nın çok taraflı ve maksatlı arayışlarının, Türk istihbaratınca belirlenmesi ve operasyonel zekâ ile ortaya çıkarılması, şeytana külahın ters giydirilmesine en güzel örnektir. İlyan Bazna’nın hayat hikâyesi trajedik. Almanya’nın Türkiye’deki Büyükelçisi Franz von Papen tarafından kendisine Çiçero adı takılan Elyasa/ İlyas Bazna, 1904’te Priştine’de doğmuştur. 1918’de Sırpların Priştine’yi işgali üzerine anne ve babasıyla İstanbul’a göç eden İlyas Bazna, askerlik hizmetinin bir kısmını Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ün yanında yapmış, terhis olduktan sonra ticaret hayatına atılmış ise de başarılı olamadı. 1930-1944 arasında Yugoslavya, Amerika Birleşik Devletleri, Alman ve İngiliz Büyükelçilikleri’nde şoför, kavas ve özel hizmetli olarak çalıştı. Ahde vefa önemli. I. Dünya Savaşı yıllarında, dansçı kimliği altında Almanya hesabına çalışan casus kadın, asıl adı Margaretha Geertruida Zelle olan Hollandalı Mata Hari, 16 Ekim 1917’de kurşunlanarak idam edilmişti. Hayatı efsaneye dönüştürüldü, onlarca filmi yapıldı.(2) Geçenlerde okuduğum bir haber beni çok sevindirdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin gizli belge ve bilgilerini Almanya’ya sızdıran casus İlyas Bazna’nın hayatını anlatan “Çiçero” Dijital Sanatlar tarafından beyaz perdeye aktarılacak. Başrolünde Erdal Beşikçioğlu’nun oynadığı, ödüllü yönetmen Serdar Akar’ın yönetmen koltuğuna oturduğu filmin yapımcılığını ise Ayla filmiyle dünya çapında başarıya ulaşan Mustafa Uslu üstlenecek.(3)
Şeytana külahı ters giydiren bir diğer Türk, Ekrem König, ya da asıl adıyla Ekrem Hamdi Bakan’dan söz etmeden önce Atatürk döneminde Türkiye’nin Avrupa ve İspanya’ya yönelik dış politikasına kısaca değinelim. 1930’larla birlikte dünya siyaseti tekrardan ısınmaya başlamıştır. Zira Almanya’da ve İtalya’da faşist yönetimler kurulmuş, revizyonist dış politika hem İngiltere, Fransa gibi Batılı devletleri hem de sosyalist Sovyetler Birliği’ni tehdit eder olmuştur. Türkiye’de bu durumdan etkilenmiştir. İtalya, Ankara’nın gözünde daima yayılmacı emperyalist emellere sahip bir devlettir ve Türkiye’ye saldıracağı öngörülmüştür. Nazi Almanyası, Türkiye’yi Sovyetler ve İran’a doğru yayılmada önemli bir köprü görüyordu. Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’nin önemli bir üs olması, emperyal bir politika izleyen Almanya için önemliydi. İtalyan ve Alman tehdidine karşı Türkiye Boğazlar Rejiminin değişmesini talep etti. Almanya ise Türkiye üzerindeki etkisini ticari ve sosyokültürel ilişkiler ile artırmaya çalıştı.(4)
Avrupa’daki gelişmeleri dikkatle değerlendiren Atatürk, yeni bir dünya savaşı çıkacağını yıllar öncesinden görebilmiş, 1932 gibi erken bir tarihte görüşme ve demeçlerinde bu konuya ver vermiştir. Almanya’da Nazi partisinin iktidara geldiği, İtalya’nın Akdeniz’de ve Balkanlar’da genişleme çabasına girdiği ve Avrupa devletlerinin silahlanma yarışı içinde oldukları bir dönemde Atatürk, dünya barışını tehdit eden bu gelişmelerle birlikte II. Dünya Savaşı’na giden süreci isabetli bir şekilde tahlil ederek, bölgesel işbirliği çabalarına hız verdi. Bu çerçevede, 9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Antantı, 8 Temmuz 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı imzalandı. Dünyanın yeni bir topyekûn savaşa sürüklenmekte olduğu bir dönemde Türkiye gerek doğusunda gerek batısında güvenlik ve işbirliğini sağlamaya yönelik önemli adımlar attı. II. Dünya Savaşında izlediği tarafsızlık politikasının zeminini hazırladı.(5) Gazi Mustafa Kemal Paşa; Avrupa ülkelerinin Almanya’nın liderliğinde birleşmesini engellemek gerektiği görüşündeydi. Fransa ve İspanya’nın Almanya’yı baskılayabileceğini düşünüyordu. İşi şansa bırakmak niyetinde olmadığından günümüzde MİT adıyla bilinen Millî Emniyet Hizmeti Teşkilâtı mensuplarından Ekrem König, ya da asıl adıyla Ekrem Hamdi Bakan’ı görevlendirmişti. Ancak bu görevi nedeniyle ne yazık ki, Cumhuriyet’in ilk yıllarında karıştığı uçak siparişi dolandırıcılığıyla, o dönemde uzunca bir süre Türkiye kamuoyunu meşgul eden bir kişi ilan edildi.
İkinci Dünya Savaşının hemen öncesinde yaşanan İspanya iç savaşı, Avrupa’yı etkilediği gibi, Türkiye’yi de etkiledi. Türkiye, İspanya’daki iç savaşta, İngiltere ve Fransa’nın savunduğu, “karışmazlık” politikasını benimsemiş ve “Karışmazlık Komitesinin” kararlarına uymuştur. İspanya’daki Türk diplomatlarca, iç savaşın başından itibaren taraflarla ilgili gönderilen ayrıntılı raporlarda durumun Cumhuriyetçilerin aleyhine olduğu belirtilmesine rağmen, Türkiye, İngiltere ve Fransa’nın yaptığı gibi, İspanya’da yasal hükümet olarak Cumhuriyetçi hükümeti tanıdı. İspanya’da yaşanan iç savaş, Çanakkale Boğazı önünde iki Cumhuriyetçi geminin batırılmasıyla; Türkiye’nin adının kullanılarak İspanya’ya uçak kaçakçılığına kalkışılmasıyla; Madrid’de Türk elçiliğine sığınan Milliyetçi mültecilerin Şubat 1938’de Cumhuriyetçilerce alınıp götürülmesiyle Türkiye’de gündem oluşturdu. Türkiye, mültecilerin götürülmesi sonrasında, resmi İspanya politikasını değiştirmeye kalkışacak kadar büyük bir tepki gösterdi. Türkiye, 9 Eylül 1936’da karışmazlık ilkesinin kabul edildiği toplantı öncesinde, İspanya’daki iç savaşta, taraflara silah gönderilmesini yasaklayan bir karara imza attı. 1 Eylül 1936’dan geçerli olmak üzere, İspanya’ya ve Fas’taki İspanyol bölgesine, Türkiye’den doğrudan doğruya veya transit olarak, her türlü silah, mühimmat ve harp malzemesi, hazır veya sökülmüş uçak ve her türlü savaş gemisinin gönderilmesini yasakladı.
4 Nisan 2018 tarihli “Fransa ve İspanya’yı karıştıran Türk kökenli BASK örgütü ETA!” başlıklı yazımda, İspanya Bask bölgesi halkının Türk genlerinden ve Türkiye’ye olan ilgilerinden söz etmiştim. Türkiye’nin de bu ilgiye kayıtsız kalmadığı anlaşılıyor. 1936 ve 1937 yıllarında, özellikle iç savaşın başladığı Eylül ayını takip eden Ekim 1936’da, İspanya’daki Türk diplomatların iç savaştaki taraflar hakkındaki detaylı bilgileri ve değerlendirmeleri Dışişleri Bakanlığına gönderdiği, bunların daha sonra Başbakanlığa iletildiği görülmektedir. Madrid elçiliği 9 Ekim 1936’da gönderdiği yazıda, muhtar Bask hükümetinin teşkili hakkında bilgiler vermişti. Bu bilgilere göre, “Hükümet” (Cumhuriyetçi hükümet) Bask vilayetlerinde muhtar bir idarenin oluşturulmasını kabul etmişti. Muhtarlığın onayı sonrasında, kuşatma altındaki Bilbao’da seçimler yapılmış ve yeni hükümet oluşturulmuştu. Yazıda, dine bağlılığıyla bilinen Bask bölgesinin, “Hükümet” tarafında yer almasının nedeni, Katolikliğe fazlaca bağlılık konusunda “Asilerle” (Milliyetçilerle) birleşmekle birlikte, “Asilerin”, İspanya’nın birliğini sağlamak için her türlü muhtarlık taleplerini ezmesi olarak açıklamıştı. Madrid elçiliğinden 9 Ekim 1936’da gönderilen raporda, Cumhuriyetçiler için “hükümet” tanımlaması yapılırken, Milliyetçiler için “asiler” tanımlaması yapılmıştı. Bu raporda, eğer askeri durumda bir değişiklik olmazsa, Milliyetçilerin başarılı olacağı belirtilmişti.(6) Ankara’nın İspanya iç savaşına müdahalesi üç aşamalı. Diplomasi, iç savaşa gönüllü gönderilmesi ve taraflara silah satılması. Ankara, gönüllüleri eski Osmanlı coğrafyasından özellikle Balkanlardan devşiriyordu. Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Kıbrıs ve Türkiye. Tüm bu ülkelerden katılanlardan tabur oluşturulmuş ve Yugoslav taburu adı verilmişti.(7)
Ancak Türkiye’nin Cumhuriyetçilere ve milliyetçilere hangi düzeyde yakın olduğu bir muamma. Atatürk’ün 12 Mayıs 1937’de Meclis’te yaptığı konuşmada, İspanya İç Savaşı’nı değerlendirirken söylediklerine bakılırsa Ankara General Fronco’yu destekler gözükmektedir; “Dünya Endülüs’te muazzam bir ihtilâle şahitlik etmektedir. General Franco’nun milletperverlerden müteşekkil ordusu, İspanyol halkının desteğini de ardına alarak, halkı sınıf tabanında parçalamak gibi bir felakete girişmiş olan hükümete karşı haklı bir mukavemet göstermekte ve yirmi beş milyonluk büyük İspanyol milletini tek bayrak ve mukaddes bir milli ülkü etrafında birleştirerek zafere yürümektedir.”(8) Oysa Atatürk’ün amacı Franco’nun diktatörlüğünü kutsamak değil, Nazi Almanyasına karşı direnç gösterebilecek Avrupa merkezli bir muhalif blokun ortaya çıkmasını sağlamaktı. Eğer bu gerçekleşirse Alman ordusunun hızı kesilecek ve etkisi azalacaktı.
Bu iş için İspanyol ordusunun güçlendirilmesi gerekiyordu. Yöntemi belirlemişti, derenin taşıyla derenin kuşunu vuracaktı. Önce Avrupa’yı tanıyan ve rahat hareket edebilecek istihbarat mensubu Ekrem König, ya da asıl adıyla Ekrem Hamdi Bakan’ı görevlendirdi. Neden Ekrem König? Çünkü eğitiminin bir bölümünü Almanya’da alan, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman generallerin yanında görev yapan ve bu yüzden kendisine takılan König (Almanca: kral) lakabını bir soyadı gibi benimseyen Ekrem Hamdi Bey, istihbarat çalışmalarında da yer almıştır. Babası Kiraz Hamdi Paşa, dayısı ise Damad Ferid Paşa hükûmetinde Harbiye Nazırı olarak görev yapan Süleyman Şefik Paşa’dır. Ekrem ‘König’, Atatürk’ün eski Özel Kalem Müdürü Hayati Bey’in akrabasıydı, Atatürk’ün sofrasından Recep Zühtü ve Kılıç Ali’nin arkadaşıydı. Bu bağlantılar yüzünden, doğrudan Atatürk’ün hizmetinde çalışan bir istihbaratçı olduğu söyleniyordu. Savaşın ardından, aralarında Lufthansa’nın da bulunduğu birçok Alman şirketinin Türkiye temsilciliğini üstlenmiştir. Bu sayede gerek ticarî ve gerekse siyasî çevrelerde geniş bir ilişki ağı kurma imkânı yakalamıştır. Atatürk’ün İspanya operasyonu için adeta biçilmiş kaftandır. Atatürk Ekrem Beye örtülü ödenekten yüklü miktarda tahsisat verilmesini emretti. Ekrem König eğer açığa çıkarsa bunu kendi şahsi çıkarları yapmış olacaktı.
17 Temmuz 1936 ile 1 Nisan 1939 tarihleri arasında cereyan eden İspanya İç Savaşı‘nda mücadele eden Cumhuriyetçiler ile Frankistler, yoğun bir biçimde silah ve mühimmat ihtiyacı içerisindeydi. König, Türkiye’deki bağlantılarını kullanarak, T.C Millî Savunma Bakanlığı ve T.C Dışişleri Bakanlığı’na ait mühürlerin sahtelerini yaptırmış; bu bakanlıklar dâhilinde ihtiyaç duyacağı kişilerin imzalarını taklit ettirmiştir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti adına, Kanada’dan tam 50 adet savaş uçağı siparişi verilmiştir. Taraflar arasındaki yazışmalar bir süre devam ettikten sonra Ağustos 1937’de König, nihaî sipariş telgrafını göndererek gerekli teyid sürecini tamamlamıştır. 1938 yılının yaz aylarında sahte uçak siparişi olayı patlak verir. İşin ortaya çıkış şekli belli değildir. Birinci ihtimal, siparişin büyüklüğü karşısında şüphelenen ABD’li yetkililerin, Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’ne durumu sormasıdır. O yıllarda Türkiye’nin Washington, DC Büyükelçisi; Atlantic Records’un kurucusu, The Rolling Stones, Led Zeppelin’in yanı sıra Eric Clapton, Aretha Franklin ve Ray Charles gibi isimleri müzik dünyasına kazandıran Ahmet Ertegün’ün babası Mehmet Münir Ertegün’dür.
Bir diğer ihtimal ise, uçakların yanlışlıkla, teslim edilmeleri gereken limandan farklı bir yere gönderilmesidir. Sonuçta 1939 yılının Ocak ayında bu konu mahkemeye yansır ve artan baskılar karşısında dönemin Millî Savunma Bakanı Kâzım Özalp istifa etmek zorunda kalır. Ekrem König yurt dışında olduğundan sadece, Dışişleri Bakanlığı’ndaki suç ortağı protokol memuru Ruhi Bozcalı yargılanır ve dava hapis cezası ile son bulur. König Olayı tam unutulmuşken, Mayıs 1943’te Ekrem König’in Türkiye’ye iade edildiği haberi duyulur. König’i kimin yakaladığı ve Türkiye’ye iade ettiği günümüzde tam olarak belli değildir. Bu gelişmenin ardından olayla ilgili dava yeniden görülür. Ekrem Hamdi Bakan, dava sürecinde birçok üst düzey devlet görevlisini bu olayın içerisinde yer almakla itham eder. Ancak dava sürecinin bu yönde derinleştirilmediği ve bir iki ay içerisinde hızlıca sonuçlandırıldığı görülmektedir. König, dört yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. İşin enteresan yanı, eldeki arşiv bilgilerine göre daha halen, Kanada’dan sipariş edilen 50 adet savaş uçağının İspanya’da Cumhuriyetçiler’e mi yoksa Frankistler’e mi gönderileceği tam olarak netlik kazanmamıştır. Ekrem Hamdi Bakan’ın devlet kademeleriyle olan yakın ilişkileri ve girişilen sahtecilik işinin boyutu, aradan geçen 70 seneyi aşkın bir süreye karşın bu olayın gizemini hâlâ korumasına sebep oluyor.(9) König, Moskova ile de bağlantılı olan Leokatz adlı ünlü bir mafya babası aracılığıyla İspanya’daki Solcu Cumhuriyetçilere silah temin ediyordu. Bazı kaynaklara göre Alman yanlısı biriydi ve uçakları faşist Franko güçlerine gönderiyordu. König 1942 Eylülünde muhtemelen Naziler tarafından Paris’te tutuklandı.
8 ay Monako Prensliği’nde tutulduktan sonra Türkiye’ye teslim edildi. Nazilerin König gibi bir Alman dostunu Türkiye’ye teslim etmesi, uçakların Franko’ya değil Cumhuriyetçilere gittiğini düşündürüyor.(10) Ekrem König, 7 Ocak 1943 tarihinde Paris’te yakalanmış ve Budapeşte’ye gönderilmişti. Burada dosyası gözden geçirildikten sonra Türkiye’ye gönderilecekti. Macaristan’a König’i almaya, 4 Kasım 1942 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğüne atanan Nihat Halûk Pepeyi gitmişti.(11) Uzun lafı kısası, Türkleri ve MİT’i hor görmeyin an gelir şeytana külahını ters giydirirler, kimsenin ruhu duymaz!
Bakınız:
1- https://www.mit.gov.tr/tarihce/cr.html
2- http://www.hurriyet.com.tr/mata-hari-yi-idama-goturen-makyaj-cantasi-10694538
3- https://aa.com.tr/tr/kultur-sanat/yuzyilin-casusluk-hikayesi-cicero-beyazperdeye-aktariliyor/1101922
4- http://www.muasir.org/2017/05/21/1930larda-turkiyede-alman-etkisi-hikmet-aslan/
5- http://www.mfa.gov.tr/ataturk-doneminde-turk-dis-politikasi.tr.mfa
6- Gültekin K. Birlik/ İspanya İç Savaşında (1936-1939) Türkiye’nin Dış Politikası/ CTAD, Yıl 12, Sayı 24 (Güz 2016), s. 122 – 155. / http://www.ctad.hacettepe.edu.tr/12_24/5.pdf
7- http://www.airkule.com/yazar/ISPANYA-IC-SAVASINDA-YABANCI-HAVA-KUVVETLERI-VE-ETKILERI-SON/888/
8- http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/marksistlerin-mustafa-kemale-bakisi-haberi-3563
9- Hürriyet – 16 Ocak 1974/ https://www.havayolu101.com/2012/08/22/konig-olayi-nedir/
10- http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/konig-impeks-denizbank-satie-refah-olaylari-1167411/
11- http://www.rifatbali.com/images/stories/dokumanlar/pepeyi_1.pdf

Ömür Çelikdönmez
Twitter:@oc32oc39

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir