KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Lozan Antlaşması yarım mutluluktur

Lozan Antlaşması yarım mutluluktur

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
348 0

Son günlerin ses getiren tartışması Lozan Antlaşması’nın Türk toplumu için zafer mi yoksa hezimet mi olduğuydu. Antlaşmanın öncesi ve sonrasını yakın tarih alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Mustafa Budak’a sorduk. Budak, “Lozan Antlaşması yarım mutluluktur” diyor. Tarihi olaylardan yapılan çıkarımlar geleceğe atılan adımları belirler. Savaşlardaki galibiyet kadar antlaşmalardaki üstünlük de farklı açılardan değerlendirmeye tabidir. Bu olaylardan biri de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında imzalanan Lozan Barış Antlaşması. Bu antlaşma sonrası hezimet mi yoksa zaferle mi masadan kalktığımız konusundaki yıllardır dile getirilen tartışmalar son günlerde yine gündeme geldi. Lozan’ı, yakın tarih çalışmaları ve “İdealden Gerçeğe – Misakı Milli’den Lozan’a Türk Dış Politikası” ile tanıdığımız İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Budak’a sorduk. Tarihi olayları dönemine göre değerlendirmek gerektiğini ifade eden Budak ile öncesi ve sonrasıyla Lozan’ı konuştuk.
Anadolu Lozan Barış Antlaşması’ndan önce ne durumdaydı?
Her şeyden önce ülkemiz, 1911’den beri savaş halindeydi. Özellikle Çanakkale Savaşı ülkenin beşeri sermayesini tüketti. Birçok okul mezun veremedi. Bunun ekonomik olarak da sonuçları ortaya çıktı. Ülke, büyük fotoğraf içinde İngiltere’nin, ufak çapta ise Yunan’la verilen askeri mücadelede büyük başarı kazanmış, saltanatı kaldırılmış haldeydi.
YAHYA KEMAL DE VARDI
Halk ne durumdaydı peki?
Savaştan bıkmış bir toplum vardı. Mustafa Kemal Amasya’dayken bir köylüye İzmir’in işgal edildiğini söyler ve ne düşündüğünü sorar. Adamın cevabı o günlerde toplumda hakim olan psikolojiyi özetler niteliktedir: “Evimde, bakmakla yükümlü olduğum 8 çocuk ve 2 dul var. Düşman şu tarlanın başında görünene kadar kılımı kıpırdatmam.” Bu durum 1922’de de böyleyken Ankara Büyük Millet Meclisi’nin heyeti Lozan’a gitti.
Kimler vardı bu heyette?
Heyet Başkanı İsmet İnönü başta olmak üzere, Rıza Nur, Hasan Saka, Münir bey ve hatta Yahya Kemal de basın müşaviri olarak heyette yer almıştır.

EGE ADALARI 1912’DE BIRAKILDI
Neden İsmet İnönü seçildi sizce?
O dönemde Kazım Karabekir, Rauf bey, Yusuf Kemal Tengirşenk isimleri geçiyordu. İnönü, Lord Kinross’un “Atatürk” adlı eserinde de değindiği gibi kolay yönetilebilir, yönlendirilebilir bir kişilik olduğu için tercih edildi.
Biz hangi hedeflerle Lozan’a gittik?
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Misakı Milli adlı bir beyanname yayınlandı. Mustafa Kemal Nutuk’ta bu belgeyi, Milli mücadelenin amaçları olarak açıklamıştı. Metin, “Devlet ve toplumun yaşamak için yapabilecekleri”ni içeren kırmızı çizgilerden oluşuyordu. Batı’da Gümülcine’den başlamak üzere, Kuzeydoğu’da Poti, Güney’de de Suriye’deki İbni Hani Burnu’ndan İran sınırına uzanan net bir harita çizildi. Bu sınırları korumak istedik. Arapların determinasyon hakkı teslim edilecekti. Osmanlı İslam çoğunluğunun bölünmez bir bütün olduğu söyleniyor. 1919’daki Paris Barış Konferansı’nda sunulan metinde yer alan maddelerle aynıdır.
Bunun içinde 12 Ada yok diyorsunuz. Yani 12 Ada’yı Lozan’da kaybetmedik?
Ege Adaları’nı 1912’deki Uşi Antlaşması’nda 12 Ada Osmanlı’ya bırakılmıştı. Ancak biz olası bir Yunan işgalini önleyemeyeceğimiz için geçici olarak İtalyanlara bırakılmıştır. Bu aslında bir İngiliz planıdır. Bizim katılmadığımız Londra Elçiler Konferansında Batı Trakya ve adaların durumu hakkında notalar veriliyor. Daha sonra 1920’de Sevr Antlaşmasında karşımıza çıkıyor. Adalar konusundaki hükümler Sevr ve Lozan’da aynıdır.

İNGİLİZLER PETROL FRANSIZLAR PARA PEŞİNDE
Karşı devletlerin amacı neydi?
İngilizler açısından petrole ulaşımı sağlamak için Musul vilayetine sahip olmak. Fransızlar, Osmanlı borçlarıyla ilgileniyordu. Çünkü en çok borç Fransa’ya idi. Karşı devletlerin getirdiği mali kısıtlamalar vardı. Ayrıca Yunanistan’ın Batı Trakya üzerindeki düşünceleri. Azınlıklara olan ayrıcalık ve boğazların askerileşmesini sayabiliriz. Mustafa Kemal tarafından ehem-mühim ayrımı yapıldığına inanıyorum. Uluslar arası egemen unsurların müsaade ettiği hayat alanında bir siyasi varlık olarak ortaya çıkmayı hedeflemiştir. Batı’da Meriç’in ötesine geçemeyeceksin, Musul vilayetini alamayacaksın, Batum’u Sovyet’e gitmiş dokunamazsın… Bunun dışında kalan alan var olmamız için bırakılmış. İlk olarak sınırların temini ikinci olarak da bağımsızlık önünde engel teşkil ettiğini düşündüğü iktisadi ve mali ayrıcalıkların kaldırılmasını amaçlamıştır. Kapitülasyonları kaldırsak da gümrükler sorunu 1929 yılına kadar çözülememiştir.
Antlaşmanın 100 yıllık olduğu söyleniyor. Sizce böyle mi?
Bence tevatürdür. Hakiki olarak bir karşılığı yoktur. Buna gerek de yoktu zaten. Çünkü bölünmüş bir Osmanlı vardı, 1914’teki sınırlara zaten dönülemezdi.
BEŞERİ VE ASKERİ GÜÇ YOKTU
Peki eldekilere bakıldığında Lozan için ne söyleyebiliriz? Hezimet mi yoksa zafer mi?
Hezimet-zafer kıyasını doğru bulmuyorum. Tarih ilmindeki en önemli husus, olayları kendi şartları içinde incelemektir. Bir devletin milli siyaseti o devletin topyekün gücüyle paraleldir. 1921 yılındaki meclis tartışmalarına baktığımızda Mustafa Kemal kürsüye çıkarak “Misakı Milli’yi belirleyecek olan sizin iradeniz ve milletin gücüdür” der. Güç var mıydı? Bence yoktu. Beşeri, askeri, siyasi güçte eksiklik vardı. Adalar’ı almaya kalksak nasıl çıkacaktık? 60’larda çıkartma gemimiz olmadığı için Kıbrıs’a müdahale edemedik. 74’te ancak şartları düzeltebildik. Olayları normal zeminde, siyasetten âri şekilde değerlendirmek lazım. Bu tip olayları, kişileri zafer-hezimet, kahraman-hain olarak ayırmak gerçeği görmemizi engelliyor. Bana göre Lozan Antlaşması yarım mutluluktur.
Musul milli bir ukde olarak kaldı
Lozan’dan sonraki durum hakkında ne söylenebilir?
Sınırları belirlenmiş, iktisadi kayıplardan kurtarılmış, düşmanı Anadolu coğrafyasından kovulmuş bir yapı içinde tek bir şey kalıyordu: Kalan topraklar üzerinde cumhuriyetin ilanı ve topluma yeniden şekillendirmek. Devletten hareketle reel milleti muhayyel millete dönüştürme çabaları başlıyor. Reel millet dediğimiz varolan, milli mücadeleyi kazanan çoğunluğu Türkler, Kürtler, Çerkesler, Lazlar’dan oluşan kişiler. Muhayyel milletse Türk toplumunu Avrupai anlamda bir topluma döndürmeyi amaçlayan bir zihniyettir. Bunun dışında Musul, Batı Trakya bölgelerinin milli birer ukde olarak kaldığını görüyoruz.
Yenişafak

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir