KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Kut-ül Amâre Unutulmadı, UNUTTURULDU!

Kut-ül Amâre Unutulmadı, UNUTTURULDU!

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 9 dk okuma süresi
314 0

Kut-ül Amâre Unutulmadı, UNUTTURULDU!

Hem de öyle bir unutturuldu ki, bırakın bunun ne olduğunu, nerede olduğunu, adını bile doğru dürüst yazamıyor ve telaffuz edemiyoruz. Zannedersiniz ki, unutturulmaya çalışan “şey”, kendi tarihimiz açısından bir “yüz karası”, “büyük bir utanç”, hazmedilmesi zor bir yenilgi. Ya da daha hafif bir ifadeyle, bir başkasının bizim üzerimizdeki zaferlerle dolu tarihinin bizler açısından kabullenilmek istenilmeyen bir parçası.

Oysa durum tam tersi ve bundan dolayı da tamamen ibretlik bir olay. Sadece bizim açımızdan değil, tüm insanlık açısından. Öyle ki; bir zafer, sonradan sonraya ancak bu kadar bir hezimete dönüştürülebilir! İnsan; kendi tarihine, coğrafyasına, ecdadına, diline bu kadar yabancılaş(tırıl)abilir, bihaber olabilir!

O yüzden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İngiliz, belki Kut’ül Amâre’de bir savaşı kaybetti. Ama sonrasında öyle bir siyaset izledi ki, bu zaferin kahramanları ile torunlarının arasına tarihsel hafızanın silinmesi gibi bir zafere(!) imza attı(rdı). Uğruna kan akıtılan, şehit olunan bu topraklar ile eksik Misak-ı Milli sınırları içerisine hapsedilmiş imparatorluk bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti arasına çok büyük bir set çekti, aralarında uçurumlar oluşturdu.

Dolayısıyla, bundan sonra yazılacak tarihte Kut’ül Amâre maddesi için şöyle bir not düşülmeli: Tarihine sahip çıkmayan, onu reddeden, görmezden gelen torunun, ecdadının kemiklerini sızlattığı bir zafer!v

Kut’ül Amâre Neresi? Orada Ne Oldu?

Kut’ül Amâre, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde, Dicle Nehri kıyısında Şattülarap kanalı ile birleşen Basra Körfezi’nin 350 km kuzeyinde, Bağdat’ın 170 km güneyinde bulunan, 6 bin 500 civarında nüfusa sahip olan küçük bir kasabaydı.

Bağdat’a ilerlemeye çalışırken kendisinin yaklaşık üçte biri oranında bir sayıya sahip olan Osmanlı ordusuna 22-23 Kasım 1915’te Selman-ı Pak Muharebesi’nde yenilen İngiliz 6. Poona Tümeni (Hint Tümeni) Komutanı Tümgeneral Townshend eğer 3 Aralık’ta Kunt Kalesi’ne sığınmasaydı, belki de bu kasaba hiçbir şekilde tarihteki yerini alamayacaktı. Halil Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun ısrarlı takibi ve sonrasında Kunt Kalesi’ni 5 Aralık 1915 kuşatmasıyla başlayan ve 29 Nisan 1916 tarihine kadar süren bu muharebe, beklediği yardım gelmeyeceğini anlayan General Townshend teslim olmasıyla Türk tarihine büyük bir zafer olarak yazılır.

Zafer, kamuoyuna aynen şu sözlerle müjdelenir: “Takriben beş aydan beri kahraman kıtaatımızın tazyiki altında Kut’ül Amare’de mahsur kalan İngiliz ordusu nihayet orduyu hümayunun kuvve-i kahresine teslim-i silaha mecbur olmuştur.” Nitekim Osmanlı ordusunun 10 bin şehit ve yaralısına karşılık İngiliz kaybı muazzamdır. Bizzat Halil Paşa’nın ilan ettiği üzere; 13 general, 481 subay ve 13.300 İngiliz askeri Osmanlı kuvvetlerine teslim olmuştur. Bunun dışında teslim alınan General Townshend’i ve ordusunu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30 bin zayiat vererek geri dönmüşlerdir.

Dolayısıyla, Kut’ül Amâre, Birinci Dünya Savaşı’nda son imparatorluğumuzun Çanakkale Zaferi sonrası ikinci büyük zaferidir. Hem de öyle bir zaferdir ki, İngiliz imparatorluk egosu çok büyük bir darbe almış ve bundan ötürü on yıllarca tarihsel hafızasının unutamadığı bir kâbus olmuştur.

İngiliz, Kut’ül Amâre’yi Niçin Unutmadı?

Nasıl unutmasın? Çanakkale sonrası ikinci büyük darbeyi Kut’ta alan İngiliz imparatorluğunun her şeyden önce kendi kamuoyunda ve sömürgelerindeki prestiji ciddi bir şekilde sarsılmıştı. Oysa İngilizler Müslümanlar üzerinde meydana getireceği etki açısından iki önemli şehri ele geçirerek savaşı, en azından Osmanlı cephesini bitirmek istiyorlardı.

Bunlardan birincisi İstanbul idi. Bunun için Çanakkale’yi geçmeye çalışıyorlardı. İkincisi ise, Bağdat’tı. Bu şehrin ele geçirilmesiyle birlikte hem Osmanlı İmparatorluğu içindeki Müslümanlar hem de kendi sömürgelerindekiler üzerinde ciddi bir psikolojik üstünlük elde etmeyi hesaplıyorlardı. Ama olmadı. Biri denizin dibini, diğeri ise Arap çöllerinin derinliklerini boyladı. Bundan dolayı, Kut’ül Amâre, Çanakkale’nin ikiz kardeşidir.

Fakat Kut’ül Amâre zaferinin İngilizler açısından en büyük sonucu, Osmanlı Ortadoğusu’nu diğer devletler ile paylaşmak zorunda kalışı olmuştur. İngiltere, savaşın başındaki “İngiliz Ortadoğu’sunu” istediği gibi inşa edememiştir. Nitekim savaşın aleyhine seyretmeye başladığını gören İngiltere, diğer müttefikleri ile bir paylaşım anlaşmasına giderken, ABD’ye de bir öneri götürmüştür. Dolayısıyla Kut’ül Amâre’de kaybeden İngiltere Fransa ve Rusya ile Sykes-Picot-Sazanov anlaşmasına imza atmak zorunda kalmıştır.

Diğer taraftan, Kut’ül Amâre hiçbir zaman için İngiltere’nin peşini bırakmamıştır. Nitekim Sykes-Picot’ya imza atan İngiltere ve Fransa, gerek Çanakkale, gerek Kut’ül Amâre, gerekse de Milli Mücadele’de elde edilen zaferlerin bir sonucu olarak Sykes-Picot’yu tam anlamıyla gerçekleştirememişlerdir. Çünkü Anadolu’yu, Anadolu’daki o güçlü ruhu yerinden söküp atamamışlardır. Nitekim şimdilerde eski coğrafyasına tekrar dönüşte olan bu ruh ile emperyalizm bir kez daha karşı karşıya. Bölgeyi ya biz yeniden dizayn edecek ve buraya özlenen barışı getireceğiz, ya da onlar kan akıtmaya devam edecekler!

“Şimdi ya Kut’ül-Amâre kazanacak, ya Sykes-Picot kazanacak”

Sayın Başbakan: “Şimdi ya Kut’ül-Amâre kazanacak, ya Sykes-Picot kazanacak” diyor. Başbakan Davutoğlu’nun bu sözü son dönemde yaşanan mücadeleyi çok net bir şekilde özetliyor. Fakat başta hitap ettiği çevre ve hatta yanındakilerin önemli bir kısmı olmak üzere acaba kaç kişi bırakın Sykes-Picot’yu, Kut’ül Amâre’yi biliyor? Sykes-Picot ve Kut’ül Amâre’yi bilmeyenlerin bu ikisi arasında bir mukayese yapıp, Başbakan Davutoğlu’nun bu mesajını değerlendirebilmesi, anlayabilmesi ne kadar mümkün? Elbette mümkün değil. Kitap ortasından okunduğu için hep böyle oluyor.

Ayrıca, Kut’ül Amâre, bize unutturulan, unutturulmaya çalışılan diğer zaferlerimizden sadece birisi. Örneğin, Milli Mücadele’nin son cephesi olan Elcezire’de, 31 Ağustos 1922’de yine İngiliz emperyal güçlerine karşı Türklerin, Kürtlerin ve Arapların kazandığı Derbent Zaferi’ni acaba kaç kişi biliyordur? Kut’ül Amâre’yi, Derbent ruhunu bilmeden, emperyalizme karşı bu coğrafya nasıl ortak bir mücadele verecek?

Onun için tarihimizi yeniden yazmak gerekiyor. Tarihimizle, ecdadımızla, coğrafyamızla, daha doğrusu kendimizle barışmanın yolu Kut’ül Amâre’den geçiyor. Bunun için de, İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere-ABD ikilisi ile yeni bir başlangıç adına kutlamalarına son verilen bu büyük zaferin kutlamalarına tekrar kaldığı yerden, “Yeni Ortadoğu-Yeni Türkiye” sürecinde başlatılması gerekiyor. Aksi takdirde, zaferlerine sahip çıkamayan bir milletin, devletin, coğrafyasına ve tarihsel misyonuna sahip çıkması sadece bir ham hayal olur!

Mehmet Seyfettin Erol

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir