KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Kıbrıs Türkü’nün Yeni Yol Haritası Ne Olmalı?

Kıbrıs Türkü’nün Yeni Yol Haritası Ne Olmalı?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 15 dk okuma süresi
307 0

‘’Kıbrıs meselesinin’’ halli için yarım asırdır süre gelen müzakereler çerçevesinde İsviçre’nin Crasn Montana bölgesinde yürütülen görüşmeler, yine Rum tarafının masayı terk etmesi üzerine son buldu. Konferans boyunca tarafları anlaştırmak için mesai harcayan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres konferansın başarısız olduğunu kamuoyuna duyuran isim oldu. Mustafa Akıncı’nın KKTC Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, tekrar başlayan müzakereleri yürütmekle görevli olan BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Temsilcisi olan Espen Barth Eide’nin de görevini bırakacak olması, uzun süre yeni bir müzakerenin olmayacağı anlamını taşıyor. Rum tarafında Şubat ayında gerçekleşecek olan seçimlerin sonucunda yeni bir müzakere sürecinin başlayıp başlamayacağı ise şimdiden merak konusu. Diğer taraftan Rum tarafının bu ay içinde Doğu Akdeniz sınırları içerisinde gerçekleştireceği sondaj çalışmasına da Türk tarafı ve Türkiye’nin vereceği cevap hayati önem taşıyor. Kısacası müzakere masasından adaya dönen Türk tarafını Rumların yeni oyunları bekliyor!
Kıbrıs ‘’Meselesi’’
Kıbrıs Türkü için, Kıbrıs meselesi; Gasp edilen haklarını Rumlardan geri almanın mücadelesidir. EOKA başta olmak üzere, ‘’devlet’’ destekli çeşitli terör örgütleri tarafından katledilen Kıbrıs Türklerinin hesabı henüz sorulmuş değildir. Adada ikinci sınıf insan muamelesi yapılmak istenilen, (geçmişte yapılan) bilinçli ve sistematik bir şekilde soykırıma tabi tutulan, yaşadıkları yerleşim yerlerini terk etmek zorunda kalan Kıbrıs Türkü’dür. Türkiye’nin barışçıl müdahalesi olmasa, Kıbrıs adasında yaşama hakkı tanınmayan ve bugünde Rumlar tarafından adada istenmeyen tek unsur yine Kıbrıs Türkü’dür. Rumlar, hiçbir zaman eşit statüde bir devletin varlığından yana olmadıkları gibi, yönetim ve egemenliğin kendilerinde olduğu bir Kıbrıs’ta azınlık olarak dahi Türkleri istememektedirler. Bugün itibari ile, adanın kuzeyinde varlığını sürdüren Türklerin yaşamış oldukları toprağın bir kısmının kendilerine tazminat olarak verilmesini istemekte, olası bir ‘’çözüm’’ durumunda ise güneye yerleşecek her Türk için, Türklerin yaşamış olduğu kuzeye üç Rum’un yerleşmesini dayatmaktadır. Bu dayatma, şüphesiz ki adanın demografik yapısının çok kısa sürede Rumların lehine dönmesine ve Türklerin azınlık olma sürecinin hızlandırılmasına zemin hazırlama gayesi ile istenmektedir. Bugüne kadar ki müzakerelerde Rum tarafının ortaya koymuş olduğu ve kabul edilmeyeceğini kendilerinin de bildiği bütün talepler, bir sonraki müzakere masasında kazanılmış hak olarak sayılmaktadır. Türk tarafı ise her seferinde verdiği tavizlere bir yenisini ekleyerek art niyet içerisinde görüşmeleri yürüten Rum tarafının işini kolaylaştırmaktadır
Altı Başlık Altında Dayatılanlar
Akıncı’nın göreve gelmesi ile birlikte tekrar başlayan müzakere süreci, altı temel başlık altında şekillenmişti. Bu başlıklar Ekonomi, Avrupa Birliği, Mülkiyet, Yönetim-Yetki Paylaşımı, Toprak, Güvenlik-Garantiler şeklinde kamuoyuna duyuruldu. Mayıs 2015’den beri aralıklarla devam eden müzakere sürecini başlıklar halinde incelemenin daha yararlı ve anlaşılır olabileceği kanaatiyle geride kalan iki yıllık dönemi maddeler halinde ele alacağım.
1. Avrupa Birliği (AB)
Türkiye, 1952 yılında NATO ittifakına dahil olarak Batı bloğu ile olan entegrasyonu kağıda dökmüş ve bu bloğun en önemli müttefiklerinden biri olarak kabul edilmiştir. Bilhassa soğuk savaş döneminde bu müttefikliğin önemi iki taraf içinde bugünkünden daha ayrı bir mana taşımaktadır.
1963 yılında Avrupa Enerji Topluluğu adını taşıyan ve bugünkü AB’nin temellerinin atıldığı toplulukla ortaklık anlaşması imzalayan Türkiye, AB’ye resmen üyelik başvurusunu da 1987 yılında tamamlamıştır. Türkiye’nin Avrupa ile olan yarım asırlık macerası daha uzunca yıllar devam edecek türdendir. Türkiye her seferinde AB uyum yasaları çerçevesinde bir takım adımlar atmakta ise de, bu adımların nihayetinde AB’ye tam üyelik gibi bir durumun söz konusu olması ihtimal dahilinde değildir. Türkiye ve AB ilişkileri senelerdir sürünceme halinde iken, Türkiye’nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, (GKRY) AB üyeliğine bir nefeste alınıvermiştir; üstelik adanın tamamını temsilen. AB’nin almış olduğu bu siyasi karar Kıbrıs Türkü’nün adadaki varlığını adeta görmezden gelip, tek egemen gücün GKRY olduğunu ilan etmesinden başka bir şey değildir. Bir tarafta adeta azınlık muamelesi yapılan Türkler, diğer tarafta ise Kıbrıs’ın bütününü temsil ettiğine inanan ve inandırılan GKRY mevcuttur. Bu kokuşmuş ve art niyetli anlayışla adada Türk ve Rum ortaklığında bir devletin kurulma ihtimali, kurulsa bile uzun soluklu bir ömrü olması mümkün gözükmemektedir.
2. Ekonomi
Kıbrıs adası, Akdeniz’in en büyük üçüncü adası konumundadır. KKTC bugün itibarıyle ada sahillerinin yarısına sahip durumdadır. KKTC, hali hazırda 100’e yakın ülke ile dolaylı yoldan ticari ilişkilerini yürütmektedir. Turizm ve ülkedeki üniversitelerin ekonomiye sağlamış olduğu katkıda önemlidir. Kişi başı gayrı safi milli hasılası 15 bin dolar civarında bulunmaktadır. Rumların yaşamış olduğu Güney’e baktığımızda ise, AB üyesi olmasına rağmen kişi başına düşen milli gelirin 17 bin dolar olduğunu görmekteyiz. GKRY ekonomisine sadece Rusya’nın 30 milyar doların üzerinde bir mevduat ile destek verdiği dünya kamuoyunun malumudur. AB üyesi olan bir Orta Doğu ‘’ülkesine’’ Rusya’nın bu kadar açık şekilde destek vermesinin en önemli sebebi GKRY’nin hakimiyetinde bulunan üsleri elinde bulundurmaktır. Ayrıca Gazprom ve Lukail gibi Rus menşeli enerji şirketlerinin de önümüzdeki dönemde GKRY’nin Akdeniz’de başlatmayı planladığı sondaj çalışmalarında yer alması sürpriz olmayacaktır. AB ise GKRY’ni sürekli olarak çeşitli hibe programları ile desteklemektedir. İki taraf içinde adanın en önemli meselesi olan içme suyunun Türkiye tarafından KKTC’ne ulaştırılması da hayli önem arz etmektedir. KKTC Başbakanı Hüseyin Özürgün bu suyu Rumlarla paylaşmak istediklerini, ama olumsuz bir cevap aldıklarını söylemiştir. Gerçekleşmesini ihtimal dışı bulduğumuz ortak bir devletin ekonomisini Rumlar değil, Türkler ayakta tutmaya muktedirdir. GKRY üslerini kullanamayacak duruma gelen Rusya’nın herhangi bir ekonomik destekte bulunacağını düşünmekte gerçekle bağdaşmayacaktır.
3. Mülkiyet
İki halkın ortak iradesi ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin Rumlar tarafından yıkılmasının ardından ortaya çıkan mülkiyet konusu hala varlığını koruyor. Türkiye’nin 1974 yılında adaya yapmış olduğu barışçıl müdahalenin hemen ardından kurulan Kuzey Kıbrıs Federe Devleti, güneyde taşınmazı bulunan vatandaşlarına güneye giden Rumların taşınmazlarını tahsis etti. Rumların ifadesiyle kuzeyde 46 bin taşınmazları kalırken, Kıbrıslı Türklerin de güneyde 15 bin taşınmazı bulunuyor. Bugün ise, Rum yönetimi bütün taşınmazların kendisine iade edilmesi, isteyen Rumların gelip kuzeye yerleşmelerini talep ediyor. Adanın nüfusunun dört Rum’a bir Türk şeklinde sabitlenmesi de yine Cenevre’de masaya getirdikleri maddelerden. Bununla da sınırlı kalmayıp olası bir ‘’çözümde’’ Türkiye’den adaya serbest giriş çıkışların olamayacağı ve Türkiye’den gelen Türklerin adaya yerleşim haklarının da bulunamayacağı ifade ediliyor. Yunanistan vatandaşlarının ise hem mülk edinme hem de adaya serbest giriş çıkış haklarının devamı isteniyor. İlave olarak Türk tarafından daha fazla toprak talebinde bulunan Rumların geçinmeye gönüllerinin olmadığı açık ve net bir şekilde ortadır. Kıbrıs Türkü, yüzünü kızartacak hiçbir suç işlemediği gibi, sadece vatanını savunmak durumunda kalmış ve nefsi müdafaa hakkını kullanmıştır. Rum tarafının tazminat adı altında herhangi bir toprak talebinin olması asla söz konusu değildir.
4. Toprak
Cenevre’de gerçekleştirilen müzakereler esnasında KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın KKTC topraklarını %36 dan %29 a düşürmeyi kabul ettiği haritayı BM heyetine sunması uzun süren tartışmalara yol açmıştı. KKTC topraklarının %20 oranında azalması anlamına gelecek olan bu haritayı BM heyetine sunmanın hiçbir izahı yoktur. Adada ortak bir devlet olsun ya da olmasın Türk topraklarının bu derece küçülmesi söz konusu olmamalıdır.
5. Yönetim ve Güç Paylaşımı
Olası bir ortak devletin kurulması durumunda Türk tarafının iki temel talebi vardır. Kurulacak devletin siyasi yapısında eşitlik ve dönüşümlü başkanlık. Rum tarafı ise bu iki talebi de şiddetle reddetmektedir. Rum lider Anastasiadis; ‘’Azınlığın çoğunlukla eşitlenmesi kabul edilemez’’ diyerek daha işin en başında Kıbrıs Türkü’ne kurulacak devletin ortağı değil de, bir azınlık muamelesinde bulunmaktadır. Bu ifadeler Rum tarafının niyetinin ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
6. Güvenlik ve Garanti
Rum tarafı Yönetim ve Yetki Paylaşımında esneklik gösterebileceklerinin sinyalini veriyor. Bunun tek yolunun ise Türk tarafının Güvenlik ve Garanti başlığında atacağı adımlara bağlı olduğunu ifade ederek, adada tek bir Türk askerinin kalmamasını ve Türkiye’nin Garantörlük hakkından vazgeçmesini istiyorlar. Türkiye’nin asker sayısını %80 oranında düşürme teklifini de kabul etmeyen Rum tarafı adada tek bir Mehmetçik istemiyor. Zürih ve Londra anlaşmaları ile adanın tamamı için kazanmış olduğumuz Garantörlük hakkımızdan da vazgeçmemizi de değişen ve gelişen dünya şartlarına bağlayarak laf kalabalığı yapmaya devam ediyorlar. Bildiğiniz üzere, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için Rusya-İran-Türkiye garantör olmuş durumdadırlar. Görüldüğü gibi 21. Yüzyıl şartlarında da garantörlük hala geçerliliğini sürdürmektedir. Hele Kıbrıs’ta Türkiye’nin bu hakkından vazgeçip, adadaki askeri varlığını sonlandırması ENOSİS budalalarının iştahını kabartıp, EOKA’yı hortlatarak Kıbrıs’ı Türk mezarlığına çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Kıbrıs Türk’ü Kendi Kaderini Tayin Etmelidir
Bugün yarın derken yarım asrın geride bırakıldığı müzakere masalarından Kıbrıs Türkü’nün lehine bir karar çıkmayacağı aşikârdır. Eşit statü ve yetkilerle kurulsa dahi bu devletin uzun süre yaşayamayacağı da ortadadır. Rumların ve Yunanistan’ın kafalarındaki nihai çözümlerinin ‘’Türksüz bir Kıbrıs’’ olduğunu söylemeye gerek dahi yoktur. Böyle bir tabloda, birleşik Kıbrıs’tan, çözümden, kalıcı barıştan bahsedilerek geçirilen her dakika ziyan olmaktadır. Kıbrıs Türkü ve Türkiye, Kıbrıs davasının tek haklı tarafıdır. Uluslararası arenada Rumların adanın tek sahibi olarak kabul edilmesine sert şekilde karşı çıkılmalıdır. Adadaki Türk varlığı bir azınlık, Türk Cumhuriyeti ise bir derebeylik değildir. Önümüzdeki yeni dönemde müzakere fasılları bir daha gündeme gelmemeli, KKTC’nin ekonomik refahını arttırmak çeşitli eylem planları hazırlanmalıdır. Tüm dünya nezdinde Kıbrıs’ın tek sahibiymiş gibi hareket eden ve kendisine ‘’Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’’ adını veren Rum kesimine ve Rumların destekçilerine cevaben; KKTC’nin adı KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ olarak değiştirilmelidir. Türkiye; Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin siyasi entegrasyonu için canla başla çalışmalı, bağımsız devlet olarak dünyaca kabul görmesini sağlayacak adımları ivedilikle atmalıdır. Kıbrıs Türkü’nün geleceğe güvenle bakması, adadaki sulh ortamının devamı ve meselenin kalıcı olarak çözüme kavuşması için Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasından başka bir seçenek yoktur.
Osman KEPENEK
Akademik Araştırma Enstitüsü Başkanı
Eskişehir Yenigün Gazetesi Köşe Yazarı
osmankepenek26@gmail.com
0553-437-70-43

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir