KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Kalkışmanın dış politikaya yansımaları

Kalkışmanın dış politikaya yansımaları

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 7 dk okuma süresi
367 0

Kalkışmanın dış politikaya yansımaları

Sami Kohen
Sami Kohen

Darbe girişiminin ilk saatlerinden beri, bütün dünyanın dikkatleri Türkiye üzerinde odaklanıyor.
Kuşkusuz bu olağanüstü ilginin nedeni, yakın veya uzak, çoğu ülkenin Türkiye’ye verdiği büyük önemdir.

Pek çok ülke liderinin beyanlarının ve yabancı medyanın değerlendirmelerinin gösterdiği gibi, darbe girişiminin başarısızlığa uğraması ve demokratik düzenin ayakta kalması olumlu karşılanmış ve destek görmüştür.
Tersi olsaydı…
Bunun önemini anlamak için, olayın tersini düşünmek gerek. Eğer bu darbe başarılı olsaydı ve Türkiye askeri bir rejim altına girseydi, bunun dış tepkileri çok olumsuz olacak, Türkiye ağır dış baskılar altında kalacak, uluslararası platformda yalnızlığa sürüklenecekti…
Türkiye’de bu kez darbenin fiyaskoyla sonuçlanmasının ve demokratik düzenin devam etmesinin bu olumlu yansımalarına karşın, dış dünyanın bu olayın izdüşümlerini bir miktar kaygıyla izlediği de bir gerçek. Maalesef bu olay, Türkiye’nin son yıllarda zaman zaman darbelere sahne olduğunu hatırlattığı gibi, şimdi de yeni bir istikrarsızlık ve belirsizlik dönemine girdiği izlenimi vermiş durumda. Dışarıdaki bu imaj, Türkiye’nin kalkışmanın sebep olduğu hasarı onarıp süratle kendisini toparlamasıyla düzelecektir…
Yeni sorunlar
Olayın dış politikayı da etkileyecek bazı yönleri şimdiden kendilerini belli ediyor. Bunların başında kalkışmayla ilişkilendirilen şahısların Türkiye’ye iadesi konusu geliyor.
Yunanistan’a kaçan 8 darbecinin Türkiye’ye teslim edilmesiyle ilgili.
Yunanistan Başbakanı Çipras’ın yardımcı olma sözüne rağmen, hemen başlatılan hukuki prosedürün ne kadar süreceği ve nasıl sonuçlanacağı belli değil. Ama sonuçta Atina’nın Türkiye’nin bu talebini yerine getirmesi olasılığı yüksek sayılıyor.
ABD ile Fethullah Gülen konusundaki uyuşmazlık uzunca bir süredir devam ediyor. Son olarak Dışişleri Bakanı Kerry, iade talebinin karşılanması için, Gülen’in bu darbe teşebbüsündeki rolünü kanıtlayan delillerin verilmesini istedi. Türk hükümeti ise, paralel yapının giriştiği kalkışmanın yeterli bir kanıt olduğunu söylüyor ve ABD’ye “Dost isen bu isteğimizi yerine getirmelisin” mesajını veriyor…
Bu konu önümüzdeki günlerde ve haftalarda Türk-Amerikan ilişkilerinde ciddi bir pürüz olacağa benziyor. Aslında son dönemde bu ilişkilere gölge düşüren PYD/YPG uyuşmazlığı devam ediyor. Türkiye’de son zamanlarda ABD’ye karşı güvensizliğin arttığı, hatta darbe teşebbüsünden sonra bu olayın arkasında Washington’un bulunduğu iddiasının bazı yetkililer tarafından da dile getirildiği görülüyor.
Başarısız darbe girişimini izleyen gelişmeler, dış politika alanında özellikle Batı ile ilişkilerde sıkıntılı bir döneme girilebileceğini gösteriyor.

Batılı müttefikler dahil, uluslararası camia 15 Temmuz kalkışmasına karşı seçilmiş yönetimden ve demokrasiden yana net bir tavır sergilemiştir. Türkiye de bu gördüğü sempati ve destekten memnun olmuş, cesaret almıştır.

Ancak darbenin akamete uğramasından hemen sonra hükümetin aldığı veya almayı planladığı bazı tedbirler, Batı’nın eleştirilerine veya uyarılarına konu olmaya başlamıştır.

İlk eleştiriler

Amerikan ve Avrupalı yetkililerin beyanlarına ve analistlerin yorumlarına bakınca, bu tepkilerin şu üç noktada toplandığını görüyoruz.

Birincisi, darbe fiyaskosundan hemen sonra girişilen “toplu gözaltı” operasyonlarıdır. Çok sayıda asker ve sivil zanlının “paralel terör örgütü” mensubu veya yanlısı olduğu iddiasıyla yakalanması, Batı’da büyük ilgi ve de kaygı yaratmış görünüyor.

Bu ilgiyi yabancı basındaki manşetlerde görüyoruz. Kaygıları ise, ABD Dışişleri Bakanı ve AB’nin dışişlerinden sorumlu komiseri başta olmak üzere, birçok yetkilinin beyanlarından izliyoruz. Bu konuda Türkiye’ye verilmek istenen mesaj, tutuklama ve yargı sürecinde çok dikkatli olmak ve bir “hukuk devleti” olarak “fazla ileriye gitmemek” gerektiğidir…

Bu tür demeçler, Ankara’da tepki yaratmış durumda. Başbakan Yıldırım dünkü konuşmasında Türkiye’nin bu tür laflardan hiç hoşlanmadığını açıkça söyledi…

İkinci hassas konu, idam cezasının yeniden getirilebileceğiyle ilgili. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CNN’e söyledikleri, kendisinin ve hükümetin bu yönde bir karar alınmasından yana olduğu şeklinde yorumlanıyor.

Ayrışmaya doğru…

Bu konuda AB’den ve çeşitli Avrupa kurumlarından şimdiden tepkiler yükseliyor. Böyle bir adımın Türkiye’nin kabul ettiği AB müktesebatının ve uluslararası anlaşmaların ihlali sayılacaktır.

Türk kamuoyunun bu konudaki eğilimine ve hassasiyetine göre alınacak bir kararın, Türkiye ile Avrupa’yı karşı karşıya getireceği açık…

Üçüncü uyuşmazlık konusu, Fethullah Gülen’in iadesi talebiyle ilgili. Dün de belirttiğimiz gibi, bu mesele ilişkilerde yeni bir kriz yaratacak gibi görünüyor. Darbe girişiminden sonra gelinen noktada bu işin daha fazla sürüncemede kalması imkânsız.

Özetle, yukarıda saydığımız üç konu Türkiye ile Batılı dostları arasında bir ayrışma işaretini veriyor.

Böyle bir ortamda, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Erdoğan’ı telefonla arayıp Türkiye’ye desteğini ifade etmesi ve önümüzdeki ay için onunla randevulaşması, anlamlı bir gelişmedir… Belli ki Moskova bu kritik aşamada Türkiye’nin Batı ile olan sıkıntılarını fırsat bilerek, Ankara’yı kendi yönüne çekmek istiyor.
Sami Kohen

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir