KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Kafkaslardan Fars Körfezine Türkiye İran rekabeti!

Kafkaslardan Fars Körfezine Türkiye İran rekabeti!

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 15 dk okuma süresi
367 0

ömür
Rusya, İran ve Türkiye’nin çatışma riskinin yüksek olduğu bölge Kafkaslar. Şii İran Sünni Türkiye, ortak paydaları İslam olmasına rağmen etnik milliyetçilik ve mezhepçilik olgusuyla yüzleşiyor. Her iki ülkenin Kafkaslardaki en güçlü rakipleri Rusya’ya karşı ittifak halinde olamaması, Rusya’nın Kafkaslarda Ermenistan ve diğer etnik Kafkas halkları üzerinden etkin politika izlemesine imkân veriyor. Kadim Fars milliyetçiliği Kafkasya’yı Fars kültür havzasının uzantısı gördüğünden bu bölgedeki diğer milliyetçi akımlara müsamahası yok.
Kafkaslarda Ermenistan hamisi biri Ortodoks Rusya diğeri Müslüman İran, yani iki güç odağı mevcut. Tavriz’den Tahran’a uzanan yol üzerinde bulunan Türkmençay Köyü’nde 10 Şubat 1828 tarihinde imzalanan barış anlaşmasından sonra Rusya ve İran arasındaki ciddi bir savaş olmamasının en çok Ermenilerin işine yaradığı söylenebilir. 120 binin üzerinde Ermeni’nin, İran ve Osmanlı Devletinden Doğu Ermenistan’a göçüyle bölge dengesinde demografik ve jeopolitik ölçekli değişim yaşanınca, Ermenilerin Transkafkasya’daki rolleri, Rus emperyalizminin lehine denge değiştiren bir işlev üstlendi. Anadolu ihtilaline kuşkuyla bakan Sovyet Rusya’sı Doğu Ermenistan’ı, Ermeni milletinin toplanıp var olacağı sağlam ve emin askeri bir merkeze dönüştürdü.
Rusya ile İran arasındaki Türkmençay anlaşması uyarınca İran egemenliğinde kalan Ermenilere, Ermenistan’a göçüp yerleşme izni verilince, 19.yüzyılın başlarına kadar Kafkasya bölgesinde Ermenilerin yaşadıkları yerleri elinde bulunduran ve kendi içinde de binlerce Ermeni’nin yaşadığı İran’dan, Ermeni Devletinin topraklarında yaşamak isteyen binlerce İran Ermenisi göç etti/ettirildi. İran’dan Ermenistan’a göç eden Ermeniler, daha önce yaşadıkları toprakları ele geçirilmesi gereken vatan toprağı kabul ettiler. İran’ın bu Ermeni Megalo İdeasından haberi olmaması mümkün değil. Ermenistan bağımsızlığını ilan ettikten sonra İran ile yakınlaşarak jeopolitik konumundan kaynaklanan sorunlarını çözme amaçlı İran ile Gürcistan ve Azerbaycan’dan daha yakından ilişkiler kurdu ve geliştirdi.
Bu diyalogun canlı tutulmasında Ermenistan’daki İran kökenli Ermeniler ve İran’da halen yaşayan Ermeniler görev aldı. İran; İslam Devriminden sonra sözde ön plana çıkardığı ümmet bilincini bir kenara bırakarak, Kafkaslarda ulusal çıkarları doğrultusunda Ermenistan ve Rusya’ya yaklaşma siyasetini benimsedi. Tahran ve Erivan arasında bugüne kadar 30’un üzerinde anlaşma imzalandı. İran Ermenistan’a elektrik, doğal gaz ve petrol temin ediyor ve yeni karayolları yapıyor. Bununla kalsa iyi. İran sözde Ermeni Soykırımı’nı Fransa’dan bile önce tanımakla kalmayıp, en büyük kentlerinden İsfahan’daki Ermeni Vank Kilisesi’nde bünyesinde “Ermeni Soykırım” müzesi kurulmasına izin verdi. İran’da her yıl 24 Nisan’da Ermeniler Türkiye aleyhine sözde “Soykırım” yürüyüşleri gerçekleştiriyor.
1982’de Lübnan`ın Başkenti Beyrut`ta İsrail`e karşı savaşan Ermeni terör örgütü ASALA`nın liderlerinden ve Ermeniler tarafından kahraman olarak bilinen Monte Melkonyan ve bir İran Ermenisiydi. 1981 Eylül’ünde dört ASALA teröristiyle birlikte Paris’te Türk konsolosluğunu işgal eylemini gerçekleştiren Melkonyan, 12 Haziran Merzuli Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan Silahlı Kuvvetlerinin desteğindeki Ermeni güçlerin komutanıydı ve çok cinayetler işlemişti. Sonunda Azerbaycanlı asker İbad Hüseyinov tarafından başı kesilerek öldürüldü. Bu Ermeni’nin başsız bedeni Ermenistan`da gömüldü.
İran’ın Kafkasya’ya bakış açısında stratejik düşünce etkin olduğundan bu havza ile ilişkileri “güvenlik” algısı üzerinden gerçekleşiyor. Bu korkunun temelinde Rusların yayılmacı politikaları mevcut. CIA patentli Yeşil Kuşak projesinin İran devletin kurumsal hafızasında Komünizm ihracı tehlikesine dair hayli izler bıraktığı kesin. Bu nedenle İran Kafkasya’yı, “ihtilalci komünist ideolojilerin” giriş güzergâhı gördü ve güvenlik algısını bu korkuyla temellendirdi. Sovyetlerin dağılması dahi İran’ın güvenlik odaklı Kafkasya algılamasında bir değişikliğe yol açmamıştır.
Sovyetlerin dağılması ve ihtilalci Komünist hareketlerin tehlike modundan çıkmasıyla İran; daha farklı bir düşman tehlikesinin varlığına kendisini inandırdı. Bu çerçevede İran’ın Kafkasya bağlamında algıladığı tehditlerin başında Orta Asya-Kafkasya’daki Türk varlığı, özellikle Azerbaycan Cumhuriyeti’nin mevcudiyeti geliyor. İran’ın Kafkasya jeopolitiği açısından dikkat çekici bir diğer nokta, İran’ın tüm bölgesel işbirliği örgütlerinde rol alma isteğidir. Sünni Müslüman Türkiye’nin Kafkas jeopolitiğine nüfuz edebilme yeteneğinin tarihi, kültürel ve ekonomik ilişkilerle sürdürülebilirliği, İran yönetiminin neredeyse korkulu rüyası. İran’ın, Türkiye’nin Kafkasya’da çok etkin olmasını istemediği ortada.
Bir başka Kafkas ülkesi Gürcistan’ın önemine değinmek gerekirse, zengin enerji kaynaklarına sahip olan Orta Asya’yla arasında bir geçiş noktası olması Türkiye’nin bu ülkeyle ilişkilerini geliştirmesinde önemli etken. Bölgesel çapta Ermenistan ve İran’ın işbirliği, tıpkı Azerbaycan örneğinde olduğu gibi Gürcistan için potansiyel güvenlik tehdidine dönüşebilir. Ermenistan ve İran’ın Rusya ile ilişkileri, Tiflis yönetiminin endişelerini tetiklediğinden, Türkiye ve Türkiye’nin üyesi olduğu NATO’yla yakınlaşmayı ulusal çıkarlarına uygun buluyor.
Çünkü Ermenistan, Rusya’nın en yakın müttefiki olarak her zaman Gürcistan için tehlike kaynağıdır. Gürcistan yönetimi; Moskova’nın Ermenistan topraklarındaki askeri üsleri ve burada konuşlandırdığı askeri birliklerini, her zaman kendine yöneltilmiş bir tehdit kabul etti. Bu tehlikenin bertaraf edilmesinde Türkiye’nin de yönlendirmesiyle ABD’ye yanaştı, ABD’nin bölgedeki ana ortağı oldu. Doğal olarak Tiflis-Tahran ilişkileri bu nedenle sorunlu süreçte.
Rusya-İran ve İran-Türkiye ilişkileri, Sovyet dönemi ve sonrasında farklılık gösterebildi. İran Komünizm tehlikesi nedeniyle Rusya ile ilişkilerinde mesafeli durmayı tercih etti. Bolşevik devrimi sonrasında Komünist örgütlenmelerle İran Sovyetleştirilmeye çalışılmışsa da kısmi başarının ötesine geçilememiştir. İran’da Komünist hareketin yüzyılı aşan bir geçmişi var. İranlı sosyalistler, Transkafkasya’da örgütlü Bolşeviklerin katkısı ile İran’da Cengelî hareketini kapsayan ve Mustafa Suphi’nin de katıldığı Bakû Kurultayı’ndan İran Gilan Cumhuriyeti’ne uzanan bir halkçılık geleneğini oluşturur. Bolşevik devrimin ardından Rusya ve Azerbaycan’a yakın bir ülke olarak İran; Marksist ve sosyal-demokrat politik yeraltı etkinliklerinin başlıca merkezlerinden birine dönüştü.
İran Komünist Partisi; İranlı Komünistlerin birinci kongresinin sonucunda, Haziran 1920’de Gilan vilayetindeki Bandar-e Anzali’de kuruldu ve İran Anayasal Devriminin liderlerinden Haydar Tariverdiyev ismiyle bilinen Haydar Han Emmioğlu, Komünist Partinin genel sekreterliğine getirildi. Aynı tarihlerde Takizade, Devletâbâdî ve Musavat gibi bağımsızlıkçı aydınların fikirlerden etkilenen Mirza Küçük Han’da; Anayasal Devrimin diğer bir lideri ve aynı zamanda devrimci Jangali “Cengelî”, (ormancılar, ormanda saklananlar anlamında) hareketinin liderlerinden birisi olarak, Sovyet Kızıl Ordusunun yardımıyla Gilan Sovyet Cumhuriyeti’ni kurdu. Anti-emperyalist bir cephe olarak beliren Cengelî hareketi, Kafkas Bolşeviklerinden Rus karşıtı mollalara (Ahund) kadar uzanan farklı zümre ve kesimlerin politik ve toplumsal bileşkesidir.
Cengelî hareketinin temel başkaldırı manifestosu, yabancı güçleri vatan topraklarından çıkarmak, emniyet ve güvenin tesisi, adaletsizliği ortadan kaldırmak, şahsi menfaat ve istibdat ile mücadele şeklinde özetlenebilir. Ömer Naci’nin yönlendirmesiyle Teşkilat-ı Mahsusa İttihad-ı İslam politikası gereği, Cengelî hareketiyle temasa geçmiş bazı askeri malzemelerin intikalini gerçekleştirmiştir. Cengelî hareketinin Teşkilatı Mahsusa destekli ve o dönemde İran sarayı üzerinde etkili İngilizlere karşı olduğu belirtilir. Cengelî hareketini Almanlar ve Osmanlılar desteklemiştir. Tahran’daki Kaçar sarayı üzerinde hâkimiyeti olan İngilizler, Cengeli hareketine ajanlarıyla sızdılar, komplo planına göre hareket ederek hem yeni kurulan Gilan Sovyet Cumhuriyetinin hem de Komünist Partinin merkezi hükümet tarafından yok edilmesini sağladılar. Bkz. Ömür Çelikdönmez/ 08 Aralık 2015/Kafkassam.com/ Ruslar Irak’a giremez İran istemez!
Rusya ve İran; Kafkaslarda Türkiye olsa da olmasa da birbirlerinin rakibi. Çatışmaları kaçınılmaz. Su üstüne çıkmasa da, son süreçte İran-ABD yakınlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin Kaçar Hanedanıyla ilişkilerine çok benziyor. Kuvay-i Milliye Bolşevik işbirliğinin yeniden güncellenmesi, uçak krizinden sonra mümkün görünmese de bu işbirliği mutlaka gerçekleşmek zorunda. Öncelikle Rusya’nın Suriye’de Türkiye’nin çıkarları gözeten yeni politik söylemler ve işbirliği imkânları geliştirmesi gerekiyor. Rusya Suriye’de askeri ve ekonomik açıdan uzun süreli kalamaz. Neden mi?
Rusya, Suriye’deki operasyonlarına günde yaklaşık 4 milyon $ harcıyor. Fakat yüksek hava desteğine rağmen Suriye rejimi Suriye topraklarının %1,3’ünü geri alabildi. Rusya Suriye’de bugüne kadar 4500’den fazla hava saldırısı gerçekleştirdi. Her savaş uçağının Rusya’ya saat başı 12 bin dolar maliyeti oluyor, Suriye topraklarını vurmak için kullanılan füzelerin günlük maliyeti ise 750 bin dolar. Savaş gemileri günlük 220 bin dolara, askerlerin yeme, içme ve eğitim giderleri günlük 440 bin dolara, lojistik, mühendislik ve iletişim harcamaları ise günlük 200 bin dolara mal oluyor. Rusya’nın Suriye’de gerçekleştirdiği hava saldırıları sonucu 616’sı çocuk olmak üzere 3700’den fazla sivil hayatını kaybetti. Suriye rejim ordusu Rus müdahalesinin gerçekleştiği günden itibaren 1931 askerini kaybetti. Hizbullah ve benzer Şii milislerin kaybı ise 2076’yı buldu. Ruslarında askeri kayıpları ortaya çıkmaya başladı.
Rusya, Suriye’de askeri yığınağını artırıp hava saldırılarına başladığı 30 Eylül 2015’ten bu yana çatışmalarda 109 askerini kaybetti. Rus askerlerinin ölümü “devlet sırrı” olarak kabul edildiği için açıklanmıyor. Son olarak 2 Şubat 2016’da yoğun bombardıman altındaki Türkmen Dağı bölgesinde, rejim ve Rus generallerin gizli toplantısına muhalifler saldırdı. Muhaliflerin iddiasına göre, saldırıda aralarında generallerin de olduğu 15 üst düzey subay öldürüldü.
Muhaliflerin saldırısında biri korgeneral 4 Rus subay, 5 tuğgeneral seviyesinde Suriyeli subay olmak üzere toplam 15 asker öldürüldü. Saldırıda hayatını kaybeden Rus generallerden birinin, Türkmendağı’ndaki saldırıları koordine eden ve ön adı “Yuri” olan bir korgeneral olduğu anlaşıldı. Diğer 3 Rus generalinin ise tuğgeneral rütbesinde olduğu tespit edildi. Baas rejimine destek veren İran’ın, Nişabur kenti İmam Rıza 1.Tugay komutanı olan General Muhsin Kacariyan’ın Suriye’deki çatışmalarda ölmesiyle Suriye’de kaybettiği general sayısı 9’a çıktı.
Türkiye, Suriye politikasında ABD’nin desteğini alamıyor ABD’ye destek vermiyor. Rusya ve İran’ın ise bu konudaki tavrı belli. Türkiye’nin yanında kala kala Suuri Arabistan ve Katar kalıyor. Katar deyip geçmeyin, Katar Türkiye’nin okyanuslara açılan kapısı. Önümüzdeki günlerde Türkiye-İran rekabeti bölgesel sınırların ötesine Fars bölgesine taşınıyor. Ankara Katar’da hava kuvvetleri ve donanması için çok fonksiyonlu askeri üssün yapımını gerçekleştiriyor. Böylece, Fars körfezi kıyısındaki küçük Arap ülkesi Katar’da Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte, Türkiye’nin de askeri üssü olacak. İngiltere’nin ve ABD’nin Bahreyn’de, Fransa’nın ise BAE’de askeri üsleri bulunuyor. Katar’daki askeri üs, Türkiye silahlı kuvvetlerinin Kızıldeniz’de, Kuzey Afrika’da ve ayrıca Fars körfezinin özünde mümkün askeri operasyonlar hayata geçirmesine imkân sağlayacak. İran kaynaklarına göre Türkiye’nin Fars körfezinde konuşlanması ve körfezdeki güvenlik sorunlarının çözümüne katılması, ABD ve NATO ile anlaşmasının sonucunda mümkün olmuştur.
Ömür Çelikdönmez
Twitter:@oc32oc39
omurcelikdonmez@hotmail.com

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir