KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. İslamofobi Avrupa’ya uygun İslam arayışında!

İslamofobi Avrupa’ya uygun İslam arayışında!

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 13 dk okuma süresi
367 0

Hristiyanların İslam’ı tanımaları ve Müslümanları sınıflandırmaları, Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) sınırlarına dayanan ve imparatorluk sınırlarına fetih seferleri düzenleyen İslam ordularıyla karşılaşmalarına uzanıyor. Bu çerçevede Hz. Peygamberinin Bizans İmparatoru Heraklius’a yazdığı İslam’a davet mektubu, bu karşılaşmanın veya tanışıklığın ilk evresini oluşturur. İstanbul’u kuşatan İslam ordularının yol açtığı korku, Doğu Roma’dan Batı Roma’ya tevarüs ettiğinde ilk dönem şark (Orient) araştırmaları dinler arası diyaloğun değil savaşın gerekçelerini sunar. Bitmez tükenmez kinle her seferinde İslam dünyasına çullanan Haçlı ordularının bilinçaltında işte bu saikler mevcut.

Katolik Avrupa’nın, Ortodoks Rusya’nın ve Protestan kiliselerin arşivleri; Müslümanların yaşadıkları coğrafyayı, kültürleri, anlaşmazlıkları anlatan yüzbinlerce cilt seyahatname, araştırma kitapları ve raporlarla dolu. Maalesef aynı şey İslam dünyası için söylenemez. Çünkü İslam dünyasındaki hastalıklı ruh hali Avrupa’yı anlamaya değil Avrupa’ya teslim olmaya kurgulu. Avrupa ve ABD ve Rusya biz Müslümanları bizlerden daha iyi tanıyor. O nedenle her türlü siyasi ve askeri ve ekonomik operasyonları rahatlıkla yapabiliyorlar. Sömürgeci gelenekleri emperyalist amaçlarını gerçekleştirmede gerekli açılımı onlara sağlıyor. Daha da önemlisi Müslümanların zihin dünyasında oluşturdukları kalıplarla bilgi ve etik değerleri de şekillendirmekte üstlerine yok. İslam dünyasında Müslümanları kendi bakış açılarına göre sınıflandırıyorlar ve ne yazık ki biz Müslümanlarda kendimizi bu tasnife göre tanımlamaktan geri kalmıyoruz.

Oryantalist araştırmalara göre Müslümanlar dört temel gruba ayrılıyor: Birinci grup Fundamentalistler; demokratik değerleri ve çağdaş Batı kültürünü reddediyorlar. Aşırı uç noktadaki İslam hukukunu ve değerlerini uygulayabilecekleri otoriter ve baskıcı bir devlet istiyorlar. Bu amaca ulaşmak için yenilikleri ve modern teknolojiyi kullanmak istiyorlar. İkinci grup Gelenekçiler; muhafazakâr bir toplum arzusundalar. Modernizm, yenilik ve değişim hakkında şüpheleri var. Üçüncü grup Modernistler; İslam dünyasının global modernizmin bir parçası olmasını istiyorlar. İslam’ı yeniçağa ayak uyduracak biçimde modernize etmek amacındalar. Dördüncü grup Laikler; İslam’ı Batı dünyasındaki kilise-devlet mantığıyla kabul ediyorlar ve dini özel-kişisel alanla ilişkilendiriyorlar. Bu sınıflandırmayı yapan üst akıl, kategorize ettiği Müslümanları etkisizleştirmede veya kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmede ya da kullanmada hiç şüphesiz ki çok başarılı.

Kim ne derse desin Avrupa’da Turcophobia ve İslamofobi birlikte düşünülüyor. Türk düşmanlığı, Türk karşıtlığı ya da Türk fobisi, Anti-Turkism ya da Turcophobia, Türklere, Türk kültürüne, Osmanlı İmparatorluğu’na, Türkiye’ye ve Türk halklarına karşı olan düşmanlık olarak tanımlanır. Türk düşmanlığı her zaman sadece Türk halklarına karşı değil, Balkan Müslümanlarına, özellikle Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar ve Torbeşlere de yönelir. Turcophobia ve İslamofobi; Avrupa ve ABD’de aşırı sağ grupların ideolojisini oluşturur. İslamofobi, “İslam korkusu” demektir. Müslümanlara ve İslam dinine karşı sürdürüle gelen ön yargı ve ayrımcılıktan kaynaklanır. Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamındadır.

Büyük çoğunluğu Hristiyan olan Avrupa ülkelerinde İslâm dini ve Müslümanlığa bakış son yıllarda çok olumlu değil. El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin ABD ve Avrupa’da gerçekleştirdiği saldırılar İslam ve Müslümanlarla ilgili olumsuz algının güçlenmesine neden. 1997 yılından bugüne bu algıyı tarif etmek için kullanılan “İslamofobi”, 2015 yılında Fransa’da gerçekleştirilen terör saldırılarıyla birlikte kontrol edilemez bir hızla çoğaldı. Mülteci krizi ve Fransa’daki saldırılar ile birlikte İslâm karşıtlığı Avrupa’da giderek yayılıyor. En sık görülen olaylar ise camilerin önüne domuz kafası bırakma ve başörtülü kadınlara yönelik sözlü ve fiziksel taciz. Müslümanların kendilerine zarar vermesinden korkan ve İslam korkusu ile saldırganlaşan Avrupalıların bu korkuyla mağdur ettikleri Müslümanların haddi hesabı yok!

Avrupa bu korkusuyla İslamofobi ile baş etmenin yolunu arıyor. Bu yol arayışı, cezai yaptırımlar, yasaklar ve Fransa’da yaşayan Müslümanların din algısına müdahaleye kadar varıyor. Geçtiğimiz Temmuz ayı sonunda bir papazın terör saldırısında öldürülmesi sonrası Katolik dünyasını kucaklayıcı bir politika izleyen Fransa, hem hükümet hem de muhalefetiyle Hristiyan dini kurumlarla daha yakın bir ilişki kurma çabasında. Bu yakın ilişkinin Müslümanlara yansıması yasaklarla gerçekleşiyor. Laikliğin dünya çapında en katı savunucusu olan Fransa’da İslam’a yönelik yaptırımlar “reform” çağrıları ve tesettür mayo yasağı üzerinden devam ederken Hristiyanlık, siyasiler ve kamuoyu nezdinde giderek daha fazla vurgulanıyor.

Müslümanların bilinçaltı fotoğrafını çekmek isteyen Fransa çoktan kollarını sıvadı ve stardı verdi. Kamusal konularla ilgili araştırmalarıyla ön plana çıkan Fransız düşünce kuruluşu Montaigne Enstitüsü öncülüğünde gerçekleştirilen araştırma, Müslümanlarla ilgili birçok çarpıcı gerçeği trajikomik bir şekilde gözler önüne serdi. Fransa’da yapılan bu araştırma ülkedeki Müslümanların yüzde 28’ini “radikal” gösteriyor. Araştırma sonuçları, son yıllarda Fransız iç siyasetinin önemli gündem maddelerinden biri haline gelen başörtüsü konusunda çarpıcı bir gerçeği ortaya koyması bakımından da önemli.

Buna göre, Fransa’daki Müslüman kadınların yüzde 65’i başörtüsü kullanmadığını ya da hiç kullanmadığını söylüyor. Buna karşılık, yüzde 28’lik bir oran “peçeli çarşaf ve şeriat yanlısı” olduğunu ifade ediyor. Araştırma, ülkedeki 2 bin 500 camiye gidenlerin sayısının da tahmin edilen boyutta olmadığını gösteriyor. Kendisini Müslüman olarak tanımlayanların yüzde 30’u hiç camiye gitmediğini, bir o kadarı da sadece bayramdan bayrama camiye gittiğini söylüyor. Fransa’daki Müslümanlar “helal et” tüketimini de Müslüman kimliğinin vazgeçilmez parçası olarak görüyor.

Müslümanların yüzde 70’i “her zaman”, yüzde 22’si de “kimi zaman” helal et satın aldığını söylüyor. Yüzde 6’sı ise bu soruya “hiçbir zaman” yanıtını veriyor. Araştırmaya göre Fransa Müslümanlarının yüzde 40’ı, helal et tüketimini “İslam’ın 5 şartından biri” sanıyor. Araştırma raporunda yer alan Müslümanların yüzde 28’inin “Fransız Cumhuriyeti değerlerinden tamamen kopuk” ifadesi ülkenin siyasi polemiği. Amaç birazda Müslümanları anlamaktan ziyade ülkedeki İslam karşıtlığını körükleme olduğundan, yangına körükle giden Aşırı sağcı Milli Cephe (FN) partisinin yetkilileri, “Bu kadar Müslüman değerlerimize karşıyken bizden hâlâ beraber yaşamamız isteniyor” mesajlarıyla tepki vermekte gecikmedi.

İktidardaki Sosyalist Parti’nin Meclis grup başkanı Bruno Le Roux’da yüzde 28 oranını “kaygı verici” bulduğunu söyledi. Ana muhalefetteki “Les Républicains” (Cumhuriyetçiler) partisinin cumhurbaşkanı aday adaylarından Alain Juppé “İslam dininin katılaşması karşısında kuvvetli bir devlet ve Fransa İslamı’nın inşasına Müslümanların sessiz çoğunluğunun katılımını sağlamak gerektiği” görüşünü dile getirdi. Fransa İslam Dini Konseyi başkanı Anouar Kbibech ise yüzde 28 rakamı için “kesinlikle gerçeği yansıtmıyor” ifadesini kullandı. Araştırma sonuçlarından anlaşılan o ki Müslümanların çoğunluğu Fransız vatandaşı olsa da Fransız siyasetiyle yakından ilgilenmedikleri.

Araştırma 2012 yılındaki son cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda sandık başına giden Müslüman seçmen oranının sadece yüzde 33 olduğunu gösteriyor. Montaigne Enstitüsü elde ettiği verilerden hareketle, “Fransa İslamı” oluşturulması ve Müslümanların Fransız toplumuna daha kolay entegrasyonu için bir dizi öneride bulundu. Bu öneriler arasında, Müslümanların ibadet mekânlarının finansmanı için helal ürünlere vergi uygulanması, kurban kesenlerin maaşa bağlanması, Yahudilerde olduğu gibi Müslümanlar için bir “Fransa Büyük İmamı” seçilmesi, Fransa’da imam yetiştirilmesi için ilahiyat fakülteleri açılması da yer alıyor. Araştırma, bugüne kadar Fransa’da Müslümanlar hakkında gerçekleştirilen en kapsamlı etüd olması bakımından önem taşıyor. (Bkz. http://www.dw.com/tr/fransa-m%C3%BCsl%C3%BCmanlar%C4%B1na-gelecek-ar%C4%B1yor/a-19561985 )

İslamofobi söz konusu olduğunda diğer Avrupa ülkelerinde de değişen bir yok. Örneğin Almanya’da; İslam, mülteciler ve yabancı karşıtı açıklamalarıyla dikkat çeken sağcı ve popülist Almanya için Alternatif (AfD) Partisi son olarak Berlin eyaletinde de meclise girmeyi başardı. AfD, 2013’te Euro Bölgesi’ndeki kurtarma paketlerine tepki amacıyla kurulmuştu. 2014’de Avrupa Parlamentosu’na iki milletvekili gönderdi. Aynı yıl Almanya’da eyalet meclislerinde de temsil edilmeye başlandı. Parti, kendilerini Avrupa’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar Hareketi (Pegida) olarak tanımlayan oluşumla dayanışmaya girmekten çekinmedi. AfD mülteci krizi sırasında Almanya’da mültecilere yönelik ‘hoşgeldin kültürüne’ karşı çıktı. Başbakan Merkel’in izlediği mülteci politikasını sert bir biçimde eleştirdi. Kamuoyunda destek buldu. Önce Euro karşıtı söylemiyle ortaya çıkan aşırı sağcı İslamofobik AfD, taban desteğini artırdıkça kamuoyunda İslam, mülteciler, güvenlik gibi kamuoyunun gündeminde olan konulara yöneliyor ve bu görüşlerini sakınmadan dillendiriyor. (Bkz. http://www.bbc.com/turkce/37408589 – http://www.amerikaninsesi.com/a/berlinde-sag-populist-partinin-zaferi/3515085.html )
Durum bu! Suç nedir, suçlu kimdir, cezası nedir? İşin kolayı tabi ki var. Bu aymazlığı veya içine düştüğümüz acziyeti emperyalist Avrupalılara, Siyonistlere, Mason localarına ve hatta Komünistlere fatura edebiliriz. Batılı değerlere ve batı medeniyetine Richard Crossman’dan esinlenip ‘Aldatan put’ muamelesi çekerek biraz olsun rahatlayabiliriz. Hatta Şeyhül Ekber Muhyiddin’i Arabî’nin ‘Şeytanın Hileleri’ni öne sürerek şeytani bir komplodan söz edebiliriz. Öyle ya bu batılılar bu kefere, çeşitli hile ve desiselerle bizleri kandırıyor. Lakin kazın ayağı hiçte öyle değil. Kimse kusura bakmasın. Suçlu biziz! Malik Bin Nebi derki; İslam dünyasının hareketlerini frenleyen, tekâmülünü etkisiz hale getiren, neticede kargaşa, zaaf ve karışıklık eken sebepler, iç faktörlerdir. Bunların da sömürgeleştirilmeye müsait olma keyfiyetinden kaynaklandığı görülmüştür. Sömürülmekten kurtulmak için gereken esas mesele sömürülebilir olmaktan kurtulmaktır. Vesselam…
​Ömür Çelikdönmez
Twitter:@oc32oc39
omurcelikdonmez@hotmail.com

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir