KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. İran’da olan ne? Kürtler yeniden savaşa mı başladı?

İran’da olan ne? Kürtler yeniden savaşa mı başladı?

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 18 dk okuma süresi
368 0

İran’da olan ne? Kürtler yeniden savaşa mı başladı?

Mustafa Hicri
Mustafa Hicri

Geçtiğimiz ayın sonlarına doğru İran Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-İran) peşmergeleri ile İran İslam Cumhuriyeti pastarları arasında yaşanan çatışmalarla birlikte geniş bir kesim yüzünü bir kez daha İran’a ve İran Kürdistanı’na, yani Doğu Kürdistan’a döndü. Tabi işin daha ne olduğunu anlamadan konuşan, yazan çokça kaleme rastladık. Hatta, Türk basınındaki bazı aklı evveller yaşanan çatışmaları, “Barzani’nin peşmergeleri İran askerlerini öldürdü” başlığıyla duyurdu. Bunları önemsemek gerekmiyor. Nihayetinde bu yaklaşım masaüstü haberciliğin yansımaları ve kolay geçmeyecek bir hastalığın belirtileri.

Bunların yanı sıra üzerinde durulması gereken iddialar da var. Örneğin bir söylenti, çatışmaları esasen Suudi Arabistan’ın istediği yönünde… Bu iddiayı dillendirenler bununla da yetinmeyip Suudi Arabistan’ın çatışmaları finanse ettiği ve daha da ötesi PDK-İran’ı İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı paralı asker gibi kullandığı yönünde. Benzer bir iddiayı, Mesud Barzani’nin liderliğini yaptığı Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-Irak) üzerinden dillendirenler de var. Bu ikinci iddiayı dillendirenler, İran üzerindeki ambargonun kalkmasından sonra Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ile Goran Hareketi’nin Kerkük petrollerini İran üzerinden dünya pazarlarına aktarmak için çalışma başlattığını, Barzani’nin de bunu engellemek için PDK-İran’ı silah kullanmaya zorladığını yazıyorlar.

Önce unutanlara hatırlatmak gerek.

Kürtlerin ilk modern parti örgütlenmesi olan PDK-İran, Mahabad Kürdistanı Cumhuriyeti’nin ilk ve son cumhurbaşkanı Kadı Muhammed tarafından 1945 yılında kuruldu. Bu parti Komeleyi Jiyaneweyî Kurd’un, yani Kürt Diriliş Topluluğunun devamıdır. İlk lideri Kadı Muhammed 31 Mart 1947’de Çarçıra Meydanı’nda İran rejimi tarafından asılarak idam edildi. İran İslam Devrimi sırasında partinin lideri olan ve 1983’e kadar ilk devlet konseyinde Kürtleri temsilen yer alan Dr. Abdurahman Kasımlo, yine rejim tarafından 1989 yılında Viyana’da İran’ın eski cumhurbaşkanlarından Ahmedi Necad’ın organize ettiği bir suikast ile katledildi. Dr. Kasımlo’dan sonraki lider Dr. Said Şerefkendi ise 19992 yılında Berlin’de bir restaurantta uğradığı silahlı saldırı sonrasında bir grup arkadaşı ile birlikte katledildi. Her iki saldırının da İran rejiminin ajanları tarafından organize edildiği bugün birçok yönüyle delillendirilmiş olmasına rağmen, Avrupa’nın aymazlığı nedeniyle katiller bir türlü yargılanamadı. Avrupa, İran ile ilişkilerini iki değerli insanın Avrupa’nın göbeğinde katledilmesine tercih etti.

Son silahlı çatışmaya gelince; bu konu ile ilgili de bazı hatırlatmalar yapmak gerek.

PDK-İran, rejime karşı silahlı mücadeleyi 1994 yılında durdurdu. Silahlı mücadele durdurulduktan sonra Kandil’de olan ana karargâh, Süleymaniye ile Erbil kentleri arasındaki Koysancak kentinde, düz ovanın ortasına kurulu eski bir askeri kışlaya taşındı.

Silahlı mücadeleyi bırakmak da, Kandil’i boşaltıp ana karargâhını düz ovadaki bir askeri kışlaya taşımak da PDK-İran’ın tercihi değildi. PDK-İran, sadece Güney Kürdistan hükümeti istediği için bunu yaptı. Ayrıca başka bir seçeneği de yoktu.

İran İslam Cumhuriyeti 1992’den sonra neredeyse her gün PDK-İran’ın Kandil’deki karargâhını bombaladı. Uzun menzilli füzelerle yapılan saldırılar peşmergelere ciddi bir zarar vermezken, bölgedeki sivil yerleşim yerlerini ciddi biçimde tehdit ediyordu. Bu saldırılarda birçok sivil de yaşamını yitirmişti. PDK-İran’ın geniş bir coğrafyaya yayın yapan, etkin bir işlev gören radyosu da Kandil’deydi. Saldırılardan en çok radyo etkileniyordu. PDK-İran ilk olarak radyosunu Kandil’den çıkardı. 94 yılının ortalarında ise ana karargâhını taşıdı.

Başka bir seçeneği yoktu dedik. Çünkü Kandil’den taşınmanın bir nedeni de PDK-İran’ın silahlı mücadele içinde yer alan peşmergelerin her birinin bir aile düzeni de vardı. PDK-İran peşmergelerinin ailelerinin, ana, baba, eş ve çocuklarının kaldığı tümü sivil yerleşim yeri olan köyler de İran’ın saldırılarından nasibini alıyordu. Ayrıca Kandil’i terk etmemeleri durumunda bu ailelerin tümünün köylerden toplanıp BM inisiyatifine terk edileceği ve belki de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin denetimindeki bölgelerden çıkarılarak Saddam’ın insafına terk edilebileceği yönünde iddialar da vardı. Nihayetinde aynı dönemde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin denetimindeki Şeyhan kasabasına yakın Etruş yaylasında olan Uludere göçmenleri, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin PKK ile ilişkilerinin bozulmasından sonra Saddam’ın denetiminde olan Erbil’e 80 km mesafedeki Mahmur’a taşınmak zorunda kaldı. PDK-İran böylesi bir tablo ile karşılaşmak istemedi. PDK-İran politbürosu, o dönem yaptığı açıklamada Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin zarar görmemesi için Kandil’i boşaltıp silahlı mücadeleyi durduracaklarını açıkladı. Ancak daha önce Dokan’a taşınan radyo henüz yayınlarını Kürdistan bölgesinden sürdürüyordu. İran, radyonun tamamen susturulmasını istiyordu. PDK-İran bunu reddedince, radyonun merkezini zorunlu olarak o dönem Saddam’ın denetiminde olan Kerkük kentine taşıdı. Koysancak’taki ana karargâh ile PDK-İran peşmergelerinin ailelerinin kaldığı köyler ise silahlı mücadeleye başlanmaması şartı ile yerlerinde kaldı.

PDK-İran bu tutumunu 2014 yılına kadar sürdürdü. Doğu Kürdistan’a silahlı güç göndermedi.

Bu dönem yaşanan çatışmaları yorumlamak için PDK-İran’ın Genel Sekreteri Mustafa Hicri’nin görüşlerine yer vermekte yarar var.

PDK-İran’ın hâlâ görev başında olan Genel Sekreteri Mustafa Hicri, 2014 yılı Newroz’unda yaptığı bir açıklama ile peşmergelerin yeniden silahlı olarak Doğu Kürdistan’a gönderileceğini ve bu peşmergelerin silahlı propaganda faaliyetinde bulunacağını açıkladı. Mustafa Hicri, 2014 yılındaki açıklamasında peşmergelere yönelik bir saldırı olmadıkça, güçlerinin hiçbir şekilde askeri eylem yapmayacağı; karakollara, köylere veya devlet dairelerine yönelmeyeceği teminatını vermişti. Hicri, en hassas oldukları konunun ise sınır boylarındaki İran rejimine ait yerleşkeler olduğunu belirtmişti. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin zor durumda kalmaması için özellikle sınır bölgelerinde görünmez olacaklarını, eylem yapmayacaklarını da söz konusu açıklamada açıkça söylemişti.

PDK İran’ın lideri Mustafa Hicri, 22 Haziran’da yaşanan çatışmadan sonra Kürdistan 24 televizyonuna verdiği Soranca mülakatta konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu: “Geçtiğimiz son iki yılda yaptığımız hazırlıklar silahlı mücadele hazırlığı değildi. Doğrusu bu hazırlıklardan amacımız kadrolarımız ile halkımızı buluşturmak, propaganda faaliyetlerinde bulunmak ve yolla halkımızla daha da yakınlaşmak amacındaydık.”

Kürdistan’a gönderilen güçlerin silahlı olmasını ise Hicri şöyle açıklıyordu: “İran rejiminin özelliklerini biliyoruz. Onların acımasız davranışları nedeniyle peşmergelerimizi siyasi faaliyetleri yürütmeleri için silahlı olarak göndermek zorundaydık. Bunu yaparken de İran İslam Cumhuriyeti’nin herhangi bir askeri veya siyasi kurumuna saldırı düzenlenmemesi talimatımız vardı. Peşmergelerimiz bu karara her zaman uydu.” Hicri son çatışmanın da İran rejiminin peşmergelere saldırısı sonrasında gerçekleştiğini belirterek sözlerini şöyle tamamlıyor: “Peşmergelerimiz İran İslam Cumhuriyeti’nin ağır saldırıları sonrasında doğal olarak kendilerini savunmak zorunda kalmışlardır.” Mustafa Hicri, 2014 yılından günümüze kadar herhangi bir çatışmanın yaşanmamasını ise kendi hassasiyetlerinin ürünü olarak değerlendiriyor.

Niçin böyle bir kararın alındığını da açıklıyor Mustafa Hicri: “Bölge de, dünya da bir kriz içinde, İran rejimi de bu krizin bir parçası. Ancak İran bu krizi gizliyor. İran’ın sorun yaşamadığını, güvenli olduğunu, Kürtlerin de İran İslam Cumhuriyeti’nden memnun olduğunu söylüyor. Kürtlerin rejime karşı bir hak talebinde bulunmaması iddiasını da bu gerekçeye bağlıyor. Oysa biliyoruz ki İran, Avrupa devletleri ve ABD ile ambargonun kısmen kalkmasını sağlayan anlaşmaya rağmen hâlâ ciddi bir kriz içindedir. İnsan haklarını ayaklar altına alıyor. Rüşvet ve yolsuzluk İran’da alabildiğine yaygın. İşleyen bir hukuk sistemi yok. İdamlar tüm gücüyle sürüyor. İran halkının, özellikle de Kürtlerin çok iyi tanıdıkları İran rejimine karşı tepkili oldukları da çok açık. Tüm bu nedenlerle bize yönelik de bir basınç vardı. İran Kürdistanı halkı bu tepkiler karşısında kendilerine destek vermemizi ve yaşananları halka anlatmamızı, bunun için İran Kürdistanı’nda peşmerge güçleri marifetiyle faaliyette bulunmamızı istiyorlardı. Biz yıllarca sorunların barışçıl çözümü için çaba harcadık, uluslararası ilişkileri zorladık. Ancak İran İslam Cumhuriyeti hiçbir talebimize olumlu yanıt vermedi; aksine reddetti, baskıları artırdı.”

İran Kürdistanı’na 2014 yılında gönderdikleri silahlı gücün şimdilerde saldırıya uğramaları karşısında kendilerini savunduklarını açıklayan Hicri, farklı kesimlerin PDK-İran’a ilişkin desteğine yönelik iddiaları da şöyle yanıtlıyor: “Böyle bir mücadele destek olmadan yürütülemez. Ancak şunu da biliyoruz, biz kendimizi ayakta tutacak koşulları oluşturmasak, kimseden yardım alamayız. Şimdiye kadar bize kimse tek bir destek vermedi. Mevcut durumda tek desteğimiz halkımızdır.” Suudi Arabistan iddialarını, PDK-Irak’ın ve Barzani’nin adı kullanılarak yürütülen spekülasyonları ciddiye almadıklarını söyleyen Mustafa Hicri, ABD’nin durumuna yönelik olarak ise “ABD son yaşanan gelişmelere dönük bile henüz bir tek açıklama yapmış değil. ABD’nin bölgedeki öncülüğü DAİŞ ve şu anda biz dahil İran’daki hiçbir muhalif kesimi görmüyor, görmezden geliyor” diyor. Hicri, “İran İslam Cumhuriyeti’nin yönetimi devraldığı günden beri bu tür suçlamalar yapılıyor. İran’a karşı mücadele eden her kesimi ABD, İsrail veya Suudi Arabistan yanlısı gösteriyorlar. Biz bunu reddediyoruz.” sözleriyle iddialara yönelik görüşlerini dillendiriyor.

İran’ın bölgedeki nüfuz mücadelesini de değerlendiren Mustafa Hicri, sözü geçen söyleşide İran’ın DAİŞ’e karşı ciddi bir savaş vermediğini de ifade ediyor. “İran bu konuda yalan söylüyor. Aksine DAİŞ’e destek veriyor. Başından beri biliniyor ki DAİŞ daha El-Kaide adıyla Suriye’de iken İran rejiminden destek aldı. Çünkü DAİŞ’in varlığı İran’ın bölgedeki nüfuzunun güçlenmesine neden oldu ve o bu nedenle DAİŞ’i kullanmaktan çekinmedi. Öte yandan Irak ve Suriye başta olmak üzere bölge devletlerinin karışması için de DAİŞ’i değerlendirdi.”

Bölgeden gelen haberler, peşmergeye yönelik desteğin sanıldığı gibi zayıf olmadığı yönünde. Eğer öyle olmasaydı, 2014’ten beri bölgede silahlı propaganda faaliyetleri yürüten peşmerge birçok kez pastarların tuzağına düşer, belki de ciddi kayıplar verirdi. Bu durumu kendilerinin de tespit ettiğini söyleyen Hicri, bu nedenle bölgeye peşmerge gücü göndermeyi durdurmayacaklarını belirtiyor.

Mustafa Hicri, İran muhalefetinin durumuna yönelik de şunları belirtiyor: “İran muhalefeti ve Kürtler arasında bir araya gelme ve güç birliği yapma çabaları var. Bu süreç işbirliğini hızlandırabilir. Ancak ne yazık ki İran muhalefeti dağınık… Bu önemli bir sorun. Halkın Mücahitleri var. Ayrıca bizim de içinde yer aldığımız Arap, Beluç ve Türkmenlerin oluşturduğu Federal İran Ulusal Kongresi var. Bu bir cephe çalışması… Bir yanıyla da bu işbirliğini güçlendirmek, cepheyi büyütmek istiyoruz.”

Merak edilen bir başka nokta da İran ile bir çözüm süreci yaşanıp yaşanmayacağına, daha doğrusu, İran ile Kürtler veya diğer muhalifler arasında bir masa kurulup kurulmayacağına dönük. PDK-İran lideri böyle bir olasılığın mümkün olmadığını belirtiyor. Onlar, İran rejiminin ancak bir halk hareketi ile devrilebileceğine inanıyor. Bu konuda dedikleri de şöyle: “Görüşmeler, bilindik bir deneyimi ikinci kez tekrar etmektir. 1983’lere kadar birlikteliğimiz vardı. Ancak rejimin ayakları yere basınca saldırdılar. 8 yıllık savaştan sonra liderimiz Kasımlo, görüşmeler için yeniden adım atmak istedi. Sonra açığa çıktı ki onların derdi Kasımlo’yu yok etmekmiş. Bu da bize gösteriyor ki diyalog ile İran yönetimiyle çözülecek sorun yoktur.” İran’ın hiçbir şekilde hakları tanıma yanlısı olmadığını belirten Hicri, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Öyle ki İranlı Fars muhalifler, diğer mücadele eden halkların temsilcileri, hatta devrimin Şii liderlerinin bile bir kısmı şu an cezaevlerinde. Şii liderler esasen İran İslam Rejiminin dostu olup sonradan reform isteyenlerdi. Ayetullah Muntezeri, Humeyni’nin yardımcısıydı. Ayetullah Karubi, İran İslam Şurası başkanıydı. Mir Hüseyin Musevi, İran Başbakanı’ydı. Bunların bir tek eleştirileri ile başlarına gelmedik şey kalmadı. Kendi içlerindeki reformist muhalefeti bile kabul etmeyenler Kürtleri nasıl kabul eder?”

PDK-İran liderinin söyledikleri bunlar. Ayrıca bölgede bir tek PDK-İran peşmergelerinin çatışmadığını da biliyoruz. PKK lideri Abdullah Öcalan’ı önder olarak tanıyan bir diğer Kürt partisi PJAK da bugünlerde pastarlar ile çatışma yaşayan örgütlerden. Yine Komala adlı örgütün de bölgeye silahlı güç gönderme konusunda hazırlıkları var. PDK-İran ile bu örgütler arasında direkt veya dolaylı görüşmeler yaşandığına dair bilgiler de geliyor.

Tüm yaşananlardan görünen o, İran Kürtleri de, İranlı diğer muhalif yapılanmalar da önümüzdeki günlerde giderek daha fazla gündeme gelecekler. Çünkü onlar baskıcı İran rejimine karşı direnmek zorunda; direnmek de nihayetinde ses çıkmasını beraberinde getirecek.

KAYNAK: HABERDAR / FEHİM IŞIK

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir