KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Hendekten Üniversitelere Uzanan Terör Ve İç Savaş Tuzağı

Hendekten Üniversitelere Uzanan Terör Ve İç Savaş Tuzağı

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 7 dk okuma süresi
303 0

2016, başta Türkiye ve yakın çevresi olmak üzere önemli gelişmelere, kırılmalara gebe. Terörün ülke içerisinde bir anda çok boyutlu bir şekilde tırmanışa geçirilmesinin altında da bu yatıyor. Öyle ki, çevremizdeki terör ağırlıklı gündemi bile artık konuşamaz hale geldik. Gelinen aşamada terör ağırlıklı iç gündem, dış gündemin fersah fersah önüne geçmiş durumda.

Bu durum, kaçınılmaz olarak güvenlikçi yaklaşımları da bir adım ön plana çıkartmış bulunuyor. Bu ise, “Büyük Türkiye” hedefine yönelik en büyük tuzaklardan biri demek! Fakat bu tehdidin halen görülememiş olması, bana göre daha büyük bir tehdit. Bundan dolayı Türkiye’nin bir an önce gaflet uykusundan uyanması ve gerçeklerle çok acil bir şekilde yüzleşmesi gerekiyor.

Türkiye burada iki türlü tehdit ile karşı karşıya. Birincisi terörün doğrudan yol açtığı sonuçlar, ikincisi ise dolaylı bir şekilde yol açabileceği sonuçlar. Orta-uzun vadede yol açabileceği sonuçları itibarıyla bu ikinci tehdit boyutu daha önemli.

Doğrudan tehdide yönelik olarak ülkenin kendi içinde bir araya gelip, kenetlenmesi daha kolay. Nitekim bugüne kadar bu yöntemle istenen bir sonuç elde edilemedi. Halkın sağduyusu bu oyunu bozdu. Ülkede bir iç savaşın çıkartılamamış olmasının en büyük nedeni de bu. İslam kardeşliği ve birlikteliği bugüne kadarki en önemli sigortalarımız arasında idi. Fakat bu durum şimdilerde büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya!

Bu noktada, birinci yöntem her ne kadar istenilen radikal sonucu bölücü taraf açısından vermese de, ikinci yöntemin önünü açmış olması itibarıyla aslında üzerine düşeni büyük ölçüde yerine getirmiş durumda.

Özellikle de, sorunun yerel-bölgesel boyuttan ülke çapına taşınması sonucu burada göz ardı edilmemesi gereken bir yere sahip. Hendeklerle ve kaleşnikoflarla başlayan teröre entelektüel (aydın demek istemiyorum) ve akademik kisve giydirilmesi bu açıdan önemli. (Tabi burada işin medya kısmını “taşıyıcı” boyutuyla da göz ardı etmemek gerekiyor.) Bu yöntemle sorun çok daha geniş kitlelere mal edilmeye çalışılmakta ve kamuoyu kendi içinde kamplaştırılmak suretiyle, ülkede “duygusal kutuplaşma”nın önü açılmaktadır.

 

Terörün uluslararasılaştılması

Daha önceki yazılarımızda da dikkati çektik. Yerelden bölgesel, bölgeselden küresele doğru iç terörün uluslararasılaştırılması söz konusu diye. Daha önce terör örgütü ve onun siyasi uzantıları üzerinden dış destek arayışında belli başlı bazı başkentlerde yürütülen bu çağrıların, kendilerini “akademisyen”, “entelektüel” olarak nitelendiren kesimlerce dillendiriliyor olması ve bu kesimlerin Türkiye’yi bir manda yapmaya yönelik üçüncü taraflara yaptıkları “müdahil olun” çağrıları işte bu açıdan önemli.

Dolayısıyla Türkiye uluslararası bir terör türbülansına sokulmak isteniliyor. Bu gerçekleştirilirken, birinci yöntem ile ikincisi arasında bir eşgüdümün varlığı da dikkatlerden kaçmıyor. Bu noktada, hendekler ve kaleşnikoflarla, “akademisyenler”- “entelektüeller” ve kalemler arasındaki organize işbirliği dikkatlerden kaçmamalı. Yani, birinci yöntemden vazgeçilmediği gibi, ikincinin bu yöntemi daha güçlü kılmaya yönelik bir misyon/rol üstlendiği görülmekte.

Her devlet gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de refleksini ortaya koymaktadır. Burada birinci ve ikinci yöntem-araçlar arasındaki ilişkinin deşifre edilmesi ve kesilmesi oldukça önemlidir. Diğer taraftan, bu bağlantının kesilmesi kadar, böylesi bir işbirliğine yönelik algı operasyonunu da engellemeye yönelik tedbirlerin alınılması kaçınılmaz bir hal almıştır. Teröristlerle olduğu kadar, terörizmle mücadele işte bu açıdan önemlidir. Çok boyutlu bir mücadele kaçınılmaz bir hal almıştır. Tuzak ancak böyle bozulabilir!

 

Duygusal kutuplaşma

 

“Duygusal kutuplaşma” ise, bir “iç savaş” açısından en önemli kırılma noktasıdır. Bu kopuş gerçekleştiği takdirde bir daha kitleleri bir araya getirebilmek hiç de kolay olmayacaktır. Dolayısıyla, ikinci yöntem, birinci yöntemin gerçekleştiremediği bir iç savaş olasılığını günümüzde daha güçlü bir noktaya taşıma gayreti içerisindedir.

Burada, son dönemde basında “masumane” bir şekilde sıkça dillendirilmeye başlanan “duygusal kopuş” söylemi bu açıdan oldukça önemli. Çok kimse farkında değil ama bu “söylem” bir mayından farksız. Çünkü kullanıldıkça, bu “söylem” güçlenecek ve bir meşruiyet gerekçesi olarak yarın bir gün Türkiye’nin önüne konulacak.

Süreç bir süre sonra bu mayınla döşenen alana doğru savrulmaya başlandığında, o “duygusal kopuşun” aslında “ülkeden kopuş” ile eş değer olduğu görülecek. O yüzden, bu ve benzer söylemlerin mümkün mertebe kullanılmamasında fayda var.

Birinci yöntem, bir anlamda daha çok ülkenin kendi iç meselesi olarak ön plana çıkarken; ikincisi, sorunun uluslararasılaştırılması ile eşdeğerdir. Bu da, sorunda Türkiye’nin inisiyatif kaybı demektir. Artık sorunun iki tarafı kalmadığı için, bir inisiyatif kaybı söz konusu olacaktır.

Bugün Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da vb. yerlerde yaşanan sorunun temelinde de bu inisiyatif kaybı yatmaktadır. Taraflar inisiyatifi bölgesel-uluslararası üçüncü taraflara kaptırdıkları için, artık isteseler de kendileri, kendi sorunlarını çözememektedir. Çünkü, bu kabiliyetlerini kaybetmişlerdir.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir