KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Gramsciyan Kriz Yaklaşımı ve İran

Gramsciyan Kriz Yaklaşımı ve İran

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
306 0


Siyaset sosyolojisi alanında siyasal sistemlerin oluşum, kurumsallaşma ve kriz süreçlerine ilişkin pek çok farklı yaklaşım mevcuttur. Bu yaklaşımlar, siyasal sistemlerin oluşum ve kurumsallaşma süreçlerini farklı antropolojik, biyolojik veya sosyo-psikolojik kökenlere dayandırmakta, bu kökenlerden beslenen siyasal sistemlerin yaşadıkları kriz süreçlerini açıklamak için ise yine bu çerçevede farklı bakış açıları ve analiz biçimleri geliştirmektedirler. Gramsciyan yaklaşım, günümüzde Marksist siyaset teorileri içerisinde kabul edilen bir analiz biçimi olarak bu anlamda öne çıkan yaklaşımlardan bir tanesidir.
Antonio Gramsci tarafından geliştirilen siyaset sosyolojisi yaklaşımına göre siyaset olgusunun kökeni ekonomik ilişkiler temelinde bir belirlenime dayanmaktadır. Fakat klasik Marksist yaklaşımdan farklı olarak Gramsci, siyasal sistemlerin salt ekonomik ilişkiler temelinde açıklanamayacağını, siyasal sistemlerin oluşumu ve kurumsallaşmasında “üst yapı” unsurlarının (din, eğitim, kültür vb.) da hayati bir öneme ve işleve sahip olduğunu savunmuştur. Gramsci bu bağlamda siyasal sistemlerin, bireylerin söz konusu siyasal sistemi içselleştirmelerini sağlayan “rıza üretimi” ve bunun sonucunda siyasal sisteme hakim olan kesimin veya grubun elde ettiği bu etki gücü olan “hegemonya” sayesinde varlık gösterip süreklilik sağlayabildiklerini ifade etmektedir. Buna göre bir siyasal sistemde, toplumun sözkonusu siyasal sistemin meşruiyetine yönelik olumlu algısı ve tutumu üst yapı unsurları tarafından pekiştirilir, söz konusu üst yapı unsurlarının etkisini ve kapsamını genişletme işlevine sahip olan “organik aydın” (din adamları, eğitimciler, kanaat önderleri gibi toplum algısı üzerinde etkiye sahip olan kişi ve gruplar) vasıtasıyla sistemin sürekliliği ve yeniden üretimi sağlanır.
ORGANİK KRİZ-KONJONKTÜREL KRİZ
Gramsci, siyasal sistemlerin oluşum ve kurumsallaşma aşamalarına ilişkin olarak sunduğu bu perspektifin yanı sıra siyasal sistemlerin yaşadıkları krizleri de değerlendirmektedir. Bu noktada Gramsci, bir siyasal sistemde iki farklı biçimde ve nitelikte kriz yaşanabileceğini iddia etmektedir. Organik kriz ve konjonktürel kriz olarak belirlediği iki kategori özelinde siyasal sistem krizlerini değerlendiren Gramsci, organik krizin siyasal sistemi esas itibariyle ayakta tutan ve toplumun sisteme ilişkin meşruiyet algısını tesis eden üst yapı unsurlarının etkisizleşmesi ve işlevini kaybetmesiyle ortaya çıktığını, konjonktürel krizin ise sistem içi siyasal grup veya kurumlar arasında meydana gelen ve sisteme zarar vermeyen olaylar olduğunu açıklamaktadır. Bu bağlamda organik krizler siyasal sistemlerin iflası anlamını taşırken konjonktürel krizler sistemi yapısal olarak etkilemeyen ve hatta sistemi güçlendirebilen krizlerdir.
İRAN
Bugün itibariyle İran siyaset sosyoloji bağlamında ve Gramsciyan yaklaşım açısından değerlendirildiğinde pek çok önemli sonuçlar elde edilmektedir. Öncelikle İran siyasal sistemi rıza üretim alanı olarak dini esas alan bir niteliğe sahiptir. Bu sistem, velayeti fakih adı verilen ve Şii inancının prensiplerinden esinlenerek oluşturulmuş bir teoriye dayanmaktadır. Velayeti fakih teorisi ve sistemi bir hegemonik yapı olarak İran toplumunun dini, kültürel inanç, değer ve algıları üzerinde inşa edilmiş ve bu şekilde süreklilik göstermiştir. Siyasal sistemin meşruiyet algısını pekiştirme ve yeniden üretme işlevine sahip olan organik aydınlar İran örneğinde öncelikle din adamları, daha sonra eğitimciler ve kültürel faaliyet gerçekleştiren gruplar olarak gözlemlenmektedir.
İran siyasal sisteminde yaşanan krizler ise Gramsciyan perspektiften ele alındığında, İslam Devrimi’nin ardından yaşanan pek çok siyasal krizin ve gerilimin konjonktürel kriz niteliğine ve kimliğine uygun olan gelişmeler olduğu, bu krizlerin müesses sisteme zarar vermeyen ve hatta sistemi güçlendiren krizler olduğu görülmektedir. Bunlar arasında, etnik sorunları, karşı devrim girişimleri gibi olayları saymak mümkündür.
Diğer yandan, sistem içi bir gerilim olarak görülen fakat Ruhani’nin 2. İktidar döneminin başladığı Mayıs 2017’den itibaren nitelik değiştiren ve Aralık 2017’de başlayan kitlesel hareketler ve devamındaki gelişmeler ile tam bir organik kriz potansiyelini ortaya koyan reformist-muhafazakar gerilimi İran siyasal sisteminin önündeki başlıca sorundur. İran toplumu ve özellikle gençler, İran siyasal sistemini ayakta tutan, başta din olmak üzere üst yapı unsurlarına yönelik güvensizlik ve inançsızlık hissiyatına sahiptirler. Bu durum, İran siyasal sisteminin devamlılığını sağlaması için gerekli olan yeniden üretim imkanını ortadan kaldırmaktadır. Üst yapı unsurlarının güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitirmeye başlaması İran’da organik krizin ilk işaretlerini vermektedir. İran siyasal sistemin temsilcileri bu konuda bölünmüş bir yaklaşım tarzı ortaya koymakta, bir kesim yaşanan sorunların sistem kaynaklı olmadığı ve konjonktürel nitelikli olduğunu savunmakta buna karşın diğer bir kesim ise yaşanan sorunların tamamen sistemin mevcut talepleri karşılayamaması ve mevcut İran toplumuna uygun olmamasından kaynaklandığını dile getirmektedirler. Bu bağlamda, üst yapı unsurlarının toplum üzerindeki etkisini kaybettiği, rıza üretim mekanizmasının işlevsizleştiği bir ortamda İran siyasal sisteminin temsilcileri ve yetkililerinin bu süreci nasıl yönetecekleri İran’ın siyasal geleceğini belirleyecektir.

Çağatay BALCI/ Kafkassam İran Uzmanı

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir