KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Avrupa’nın Mayın projesi Türkiye’yi bölüyor!

Avrupa’nın Mayın projesi Türkiye’yi bölüyor!

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 13 dk okuma süresi
1044 0

Türkiye uzun zamandır uluslararası sözleşmelerle emperyalist bir provokasyonun kıskacında. Diriliş Ertuğrul, Payitaht gibi dizilerin rehavetine kapılıp ta sakın Türkiye’yi dev aynasında görmeyin. Suriye savaşı öncesinde Suriye sınırımızın mayınlardan temizlenmesi için “Ottawa Sözleşmesi” ekseninde uluslararası bir kampanya başlatıldı, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardaki yükümlülükleri hatırlatıldı. Ottawa Sözleşmesi; “Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme”dir. 4 Aralık 1997 tarihinde Ottawa’da (Kanada) imzaya açıldı, 1 Mart 1999’da yürürlüğe girdi. Türkiye Sözleşmeye 2003 yılında taraf oldu ve 1 Mart 2004’de yürürlüğe girdi. Ottava Sözleşmesinin yürürlüğe girmesinde, hükümet dışı kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri önemli rol oynadı.1992’de Avrupa ve Amerika’da birkaç sivil toplum kuruluşunun başlattığı bir kampanya, 1997’de Ottowa Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesiyle sonuçlandı. Türkiye’ye yapılan baskıları anlamak mümkün değildi çünkü Türkiye mayın üreticisi ülkeler arasında bulunmuyordu. Belçika, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Macaristan, İtalya ve İngiltere mayın ticaretini yasakladılar. Küba, Amerika Birleşik Devletleri ABD), Rusya, Mısır, İran, Irak, Burma, Çin, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Kore Cumhuriyeti, Pakistan, Singapur ve Vietnam mayın üreticisi ülkeler arasında yer alıyor.

Mayın temizliği kampanyası Avrupa odaklı. Projenin başındaki isim Uluslararası Kara Mayınlarını Temizleme Kampanyası’nın girişimiyle oluşturulan Cenevre Çağrısı kurucularından, Cenevre Çağrısı İcra Kurulu Başkanlığı yapmış Elizabeth Reusse – Decrey, Altı çocuklu bir anne. Çocuklarının bir kaçı evlatlık. Avrupa’daki Kürt Enstitüleri ile koordineli çalışan, Türkiye sınırlarının kevgire dönmesinin arkasındaki karanlık isim, işte bu kadın. Yıllarca burnumuzun dibinde yardım gönüllüsü veya STK gönüllüsü kisvesinde faaliyet gösterdiği, Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle Saddam rejimi döneminde görüşmeler yaptığı hatta yolunun Kandile düştüğü istihbarat raporlarında mevcut. (Bkz. http://wikipeacewomen.org/wpworg/en/?page_id=1829 ) Elisabeth Reusse-Decrey; 16 Ekim 1953 İsviçre, Cenevre Kantonu doğumlu. Anadili Fransızca. Fransa ekolünden. İsviçre Sosyalist Parti üyesi ve yöneticisi. Asıl mesleği fizyoterapist. Uluslararası İnsan hakları örgütlerinde çalışıyor. İşkence karşıtı kampanyaların vazgeçilmez aranılan ismi. En popüler olduğu alan, Kara mayınlarına karşı uluslararası eylemleri koordine etmesi. İsviçre Parlamentosu Başkanlığı var. Ayrıca bu faaliyetlerinden dolayı 2005’te Nobel Barış Ödülüne aday gösterilmiş. (Bkz. http://www.toxipedia.org/display/wanmec/Elisabeth+Reusse-Decrey )

Uluslararası Kara Mayınlarını Temizleme Kampanyasının, kuruluş amacındaki sözde insani içeriğine rağmen, Avrupa Birliği’nin emperyalist amaçlarına hizmet ettiği söylenebilir. Türkiye’nin PKK ve IŞİD terörü karşısında içine düştüğü durumun en büyük sebeplerinden birisi, sınırlarının mayınlardan arındırılmasıyla sınırlarının, terör gruplarının denetimsiz geçişlerinin önlenememesidir. Hatırlayacak olursanız Avrupa ve Amerika basınında, Türkiye’nin sınırlarından terörist grupların geçişlerine göz yumduğu haberleri yapılmış, akılları sıra Türkiye’yi Uluslararası kamuoyunda terör işbirlikçisi göstermek istemişlerdi. 2010 yılında Türkiye’de toprağa döşeli, 977 bin 407 mayın mevcuttu. Aynı yıl konuyla ilgili başlatılan kampanyalarda farkındalık oluşturmak için bazı STK’lar ön plana çıkarıldı. Yapılan basın açıklamalarında Türkiye stoklarındaki mayınların imha işlemini de tamamlamadığı için sözleşmenin bu maddesini de ihlal etmeye devam ettiği gündeme taşındı. Türkiye’nin acilen Doğu sınırlarındaki mayınları ne zaman temizleyeceğini ve özellikle olayların yaşandığı iç bölgelerdeki mayınların ne zaman, nasıl temizleneceğine ilişkin bir takvim ve program açıklaması için kamuoyu baskısı oluşturuldu. (Bkz. http://www.dha.com.tr/kara-mayinlari-dunya-ve-turkiye-raporu_236601.html )

Hudutların Kanunu filmini hatırlıyor musunuz? Başrollerinde Yılmaz Güney ve Pervin Par’ın oynadığı yönetmenliğini Ö. Lütfü Akad’ın yaptığı 1966 yapımı Türk filmde, sınırda kaçakçılık yapan iki eşkıyanın ölümüne mücadelesi anlatılır. Bir başka film 1999 yapımı, başrolde Kemal Sunal’ın oynadığı, Türk sinema filmi Propaganda. Oldukça hümanist mesajlar veren bu ikinci filmin bilinçaltı yönlendirme radarına yakalanana kesim, NeoOsmanlıcı muhafazakâr çevrelerdi. Çünkü filmde 1923 sonrası sınırların ayırdığı aynı dili konuşan insanların dramı anlatılıyordu. İşte özellikle Sol kesimin feodaliteye başkaldırı romantizmi ile İslamcıların daha doğrusu Neo Osmanlıcıların ümmetçiliği cilalanarak, sınırların mayınlardan arındırılması gerçekleştirildi. Şimdi anlıyorum ki hiçbir şey tesadüf ve hiçte görüldüğü kadar masum değil. AB ve ABD’nin ısrarcı olduğu Suriye sınırındaki Mayınların temizleneceği alan, 510 kilometre kare ve 1954 yılında kaçakçılık ve usulsüz sınır ihlallerini engellemek için döşenmiş mayınlar burada gömülü. Türkiye baskıları göğüsleyemedi. İşin ilginci Avrupa orijinli kampanyayı ABD devralmıştı. Türkiye’nin mayın derdi Avrupalılardan sonra Amerikalı sığır çobanlarını da germişti. Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesi ve organik tarıma açılması konusunda Milli Savunma Bakanlığı’nın başlattığı ihale süreci sessiz sedasız ilerledi. 6 Şubat 2012’de Bakanlık ihaleye teklif veren 50’ye yakın şirket ve ortaklığı ön elemeden geçirerek 20’ye indirdi. Finale kalanlar arasında çok çarpıcı isimler vardı.

Tepe/Nurol ortaklığı, Cengiz İnşaat, Kolin İnşaat, Güneş İnşaat, Öztaş ve Onca, Hema Grubu, IBA İnşaat gibi önemli şirketlerin yanı sıra Türk Polis Vakfı da Mayın temizleme ihalesinde yabancı ortağıyla son 20’ye kalan firmalar arasındaydı. Süreç, Washington merkezli Sidar Global Advisors isimli danışmanlık şirketince takip edildi, raporlaştırıldı. Suriye sınırında mayından temizlenen bölge 360 milyon metrekarelik dev bir alan. Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak illerine yayılan Suriye sınırındaki Mayınlı arazilerin temizlendikten sonra tarıma yılda en az 20 milyon dolarlık gelir getirebileceği belirtiliyordu. (Bkz. 02 Mart 2012 Cuma/ http://www.dunyabulteni.net/haberler/199988/turkiye-mayin-isini-sessiz-sedasiz-halletti )
Türkiye Suriye sınırında 1955-65 ve 1993-97 yılları arasında bölgeye döşenen, NATO menşeli ve ABD’den getirilen anti tank (AT) ve anti personel (AP) mayınlarının temizlenmesi projesi NATO İkmal ve Bakım Teşkilatı tarafından projenin bitimine kadar adım adım denetlendi.

Mayınların temizlenmesi gündeme getirildiğinde Suriye iç savaşı başlamamıştı ve IŞİD terör örgütünün esamisi okunmuyordu. Türkiye için son derece stratejik bir alan olmasına rağmen, Suriye yönetimi ile yürütülen ikili görüşmelerle, dostluk ve ticari anlaşmalarla mayınlı alanların gereksizliği milletin ve devletin kolektif bilinçaltına işlendi. Bu bölgenin PKK’nın en önemli geçiş alanı ve aynı zamanda PKK’nın en güçlü insan kaynaklarına sahip bölge olduğu göz ardı edildi. Hatta Türk kamuoyunu ikna etmek için, PKK’nın silah bırakacağı propagandasına hız verildi. Türkiye’nin emperyalizm destekli etnik bölücülüğe karşı en çok egemen olması gereken bölge, mayınlı alanların temizlenmesiyle adeta güvenlik önlemlerinden arındırıldı, çırıl çıplak bırakıldı. Tüm bunları bize altında imzamız olan Ottowa Sözleşmesi gereğince yaptırdılar. Sonrasında Türkiye sınır güvenliğini sağlayamaz duruma düşürüldü. Irak ve Suriye’de hazırlanan bombalar Türkiye’nin can evinde patlamaya başladı.

Güneydoğu sınırımızı patlattıkları yetmemiş olmalı ki yeni hedef bölge Doğu Anadolu sınırımız. Lakin akıllanmadığımız ortada. Çünkü doğu sınırımızı da kendi ellerimizle Avrupa Birliği ile işbirliği yaparak, terör örgütlerinin ellerini kollarını sallaya sallaya geçebildikleri kalbur kasnak statüye kavuşturuyoruz. ‘Hudut namustur.’ diyorduk, askeri personeli eğitirken bu sözü beyinlerine kazıyorduk. Bu namusumuzu kendi ellerimizle kirleteceğimiz kimin aklına gelirdi? Avrupa Birliği ile Türkiye’nin eş finansman sağladığı, BM Kalkınma Programı (UNDP) işbirliğinde yürütülen ‘Türkiye’nin Doğu sınırlarında mayınların temizlenmesi ve sınır denetim kapasitesini arttırarak sosyo-ekonomik gelişimin sağlanması’ projesi, Ağrı Dağı eteklerinde başladı. Projeye göre, 2 yıl içinde Ermenistan, İran, Azerbaycan sınırındaki mayınlar temizlenecek. Mayın temizleme işini Güney Afrika ülkesinden bir firma yürütecek. Firma yetkililerin verdiği bilgiye göre, Iğdır’da 2 yıl sürecek olan projede, 15 milyon metrekarelik Ermenistan, Azerbaycan ve İran sınırında 222 bin mayının bulunduğu 511 mayınlı alanın temizlenmesi hedefleniyor. Mayınların önce yeri tarayıcılar ve köpeklerle belirleniyor, ardından titiz bir şekilde temizleniyor. Çıkarılan mayınların kontrolü zırhlı araçlarla yapılıyor. (Bkz. http://www.hurriyet.com.tr/dogu-sinirinda-ab-destekli-mayin-temizligi-40417109 )

Demek yakın bir zamanda Doğu Anadolu sınırlarımızda büyük bir mülteci akını yaşanacak. Ağrı, Iğdır, Van illerimizin bulunduğu sınırlardan ülkemize mülteci geçişlerinin yaşanması kuvvetle muhtemel. Geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak; İran tarafından Türkiye’ye geçmeye hazır 3 milyondan fazla mülteci olduğu bilgisini vermişti. Ancak bu mültecilerin büyük bir çoğunluğu, İran vatandaşı değil. Daha Çok Afganlı mültecilerden oluşuyor. Veysi Kaynak’ın açıklamasına göre Türkiye’ye doğru göçlerine İran devleti yardımcı oluyor veya yumuyor. Sadece 2016 yılında Iğdır ve Ağrı illerinden izinsiz geçiş yapmak isteyen tam 30 bin mülteciye işlem yapılmış. (http://www.ahaber.com.tr/gundem/2017/03/26/veysi-kaynak-irandan-3-milyon-multeci-turkiyeye-gelebilir) ABD’nin olası İran harekâtından sonra bu sayının artması ve Türkiye’nin İran sınırından büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalması işten bile değil. Güneydoğu sınırlarımızda gerçekleştirilen mayın temizliğinden sonra Türkiye sınırlarının terörist gruplarca nasıl kirletildiğini hep birlikte yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Benim anlayamadığım neden ikincisine müsaade ediliyor? Ne Diyordu İsmet Özel; “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” sağır kesilinen dünya neresi, bilen var mı?

Ömür Çelikdönmez
Twitter:@oc32oc39
omurcelikdonmez@hotmail.com

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir