KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Afrin Operasyonu ve Kürt Halkının Rotasına Dair Çağrışımlar

Afrin Operasyonu ve Kürt Halkının Rotasına Dair Çağrışımlar

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 21 dk okuma süresi
289 0

Afrin operasyonları sürerken önceki yazılarımda ifade ettiğim şekilde Avrupa medyasında Türkiye’nin PYD-YPG’nin adını kullanmak yerine, kasten, “Kürtleri vurduğu” şeklinde haberlerle tam da tahmin ettiğimiz propaganda yayınlarına başladı. Bunun bir sonraki adımı, büyük bir ihtimalle, Afrin şehrinin içine girilmesi halinde “sivil kayıpları” iddiaları üzerinden sürdürülecek. Halebin ayakta tek bir apartman ve ev ayakta kalamayacak şekilde yok edilmesinde insan haklarını ve uluslararası hukuku hatırlamayanlar, kendi yetiştirmelerine dokunulduğunda savaşı yaymak için sivil Kürt halkını kalkan yaparak kendi lehlerine çevirmeye çalışacaklar. Operasyonların sivil halka en ufak zarar gelmeden doğrudan örgüte karşı başarıyla sürdürüleceğine inancımız tam.

Afrin, PKK ile işbirliği halinde kurulmuş olan PYD ve onun silahlı uzantısı olan YPG adlı terör örgütünün eline birkaç yıl öncesinden geçmişti. Hâkimiyet kurdukları sahada, halkı baskı altına almak, korkutmak, yıldırmak ve sonuçta tabiiyet ilişkisi kurmak bilinen sıradan örgüt yöntemleridir. Onlar da aynı yöntemleri uyguladılar. Çocuklarını zorla silahaltına alan, vergi toplayan, tehdit eden, kendisi dışındaki bütün diğer Kürt gruplarını dış destekle yok eden bu örgütlü yapıya karşı bölgedeki Kürtler mesafeli durmaya çalışsa da yalnız kaldılar. YPG de, aynen Türkiye’de Kürtleri hiçbir zaman temsil edemeyecek olan ve halkın tehdit altında olmadığı normal şartlar altında mesafeli durdukları PKK gibi Kürt halkına uzak bir örgüt.

Suriye hükümeti savaşın başından beri Türkiye’ye karşı hazır bir kart olarak YPG’nin Kürt köylerinde hâkimiyet kurmasına göz yumdu. Kürt nüfusunun oldukça az olduğu ve tarihi olarak Kürtlerin yaşamadığı bazı bölgelerde bile Arap ve Türkmen köyleri boşaltılarak güçlerinden kat be kat daha fazla olan bir sahada bu hâkimiyet kurulmuş oldu. Suriye’nin müttefiki İran da, kendi içindeki uzun vadeli potansiyel benzer problemleri öngörerek bu konuda sessiz kaldı.

Yine öteden beri tekrarladığım görüşüm olarak Suriye’deki Kürt bölgesi üzerinde, Rusya ve ABD arasında muhtemelen zımni bir anlaşma vardı. Batı’da Afrin ve Fırat’ın doğusunda ise Kürtlerin asıl yaşadıkları bölge olan Haseke-Kamışlı yani “Cezire” denilen bölgeler, bu iki güç arasında zımni bir anlaşma ile paylaşılmış gibiydi. Kobani ise, DAEŞ adlı sözde Müslüman gerçekte terörist diğer bir taşeron örgüte karşı YPG’nin zafer sağlaması kazanılan bir saha olarak kullanıldı.

Türkiye’nin bugünkü müdahalesine gelince; Her şeyden önce, Türkiye’nin hemen yanı başında 40 yıldır Türkiye aleyhine kullanılan bir üst olan Afrin güzergâhını örgüt yuvası olmaktan çıkarmak egemen her devletin göstereceği ve uluslararası hukuka dayalı bir reflekstir. Operasyon, Kürtlere karşı değil, bölgede hâkimiyet kuran YPG’ye karşı yapılmaktadır. Aslında Kürt halkına karşı değil, Kürt halkına musallat olan, kendisini laik olarak tanımlayıp gerçekte ateist-Marksist arka planı olan; Kürt halkının genelinin değer ve kültüründen uzak PKK/PYD/ YPG ve benzeri örgütlere karşı yürütülmektedir.

Bölgede yaşayan herkesin, özellikle de Kürt halkının menfaatlerinin, 1100 yıldır yan yana yaşadıkları ve bundan sonra da yaşamaya devam edecekleri Türk, Arap ve Farslar’la bir olduğunu; adeta kaderlerinin ortak yazıldığının herkesçe görülmesi şart. Persler’in Medler’i sürgününden sonra Anadolu’ya yerleşen ve geçtiğimiz 1100 yıl boyunca aynı bölgede yan yana kardeşçe yaşayıp diğerlerine karşı bir arada hareket eden Türkmen, Kürt ve Araplar, Avrupa’da örgütlenen Haçlı seferlerini defalarca birlikte durdurdular. Tarihe iz bırakan Selahaddin’in ve Alpaslan’ın Anadolu’daki varlıkları, tarihi “Millet Esası“ üzerinden destanlar ortaya çıkarmıştı. Buradaki millet, aynı inanç ve kültürden gelen bütün insanları kapsadığından Türkmen, Arap ve Kürt fark etmiyordu. Anadolu Beylikler tarihini iyice okumak ve tarihi oryantalist veya romantik tarihten gerçek tarihe çevirmek ehli kalemin boynunun borcu.

Bunun da ötesinde, Anadolu’nun fethinde Alpaslan’ın Türkmen-Oğuz ordusuna 10 bin askerle İslam kardeşliği üzere başlayan Kürt aşiretlerinin desteği bugüne kadar devam ediyor. Sıbt İbnü’l-Cevzi’nin (Ö. 1256), Malazgirt savaşında Mervaniler’e bağlı Kürt aşiretlerinin Selçuklu ordusunda Alpaslan’ın yanında varlıklarını ortaya koyuyor. Türk ve Kürt yan yana savaşan kardeş Müslüman halklar olarak tarihe geçmişler. Osmanlı Devletinin yıkılma aşamasında Kafkas, Yemen, Balkan, Çanakkale ve Kıbrıs savaşına kadar bu beraberlik net bir şekilde devam etmiştir. Güneydoğu’da PKK terörüne karşı yüzlerce-binlerce Kürt kökenli kardeşimiz diğer bütün vatandaşlarla birlikte üzerine düşeni aynı hassasiyetle yapmıştır. Ülkemizde hala milyonlarca vatansever Kürt, her şeye ve bütün ayrıştırma gayretlerine rağmen ana gövdeyle yan yana duruyor.

Türk ve Kürt bütün taşeron örgütlerin iddialarının aksine düşman değil, kıyamete kadar birbirine kardeş ve dost kalacaktır. Nasıl mı?
Hemen her konuda olduğu gibi çözüme yönelik kalıcı ve geleceği inşa edecek cümleleri ısrarla söylemek, aktüel ezberin dışında kalıyor. Bu, insanların duymak istediklerini değil, zihinlerini yormalarını gerektiren farklı perspektiflerden bakmaya onları zorlamak gibi oldukça güç bir çabayı ve anlaşılamama gibi bir riski almayı gerektiriyor. Operasyonların sürdüğü şu sıralarda çoğunluğun cephe haberleri dışında konuyla ilgili farklı bir şeyler duymak istememesi belki de normal olanı. Fakat bu ortamlar, bazıları için normalin dışında düşünmenin kapılarını araladığından oldukça faydalı olabiliyor.

Ortadoğu haritasını dünyanın öbür ucundan oryantalist/akademisyen/politikacı rengârenk bölerken şüphesiz “sanat” yapmıyor. Haritaya bakarak birileri her bir renk tonundan “nasıl bir kavga çıkarırım”ın derdinde. Etnisite, mezhep, lehçe, diyalekt (şive) temelinde bütün farklılıkları iştahla derinleştiriliyor. Bunun nesnesi olan insanlar olanları fark edemiyor bile.

Anadolu’yu, Türkmen, Zaza, Kürt, Laz, Çerkes adlarıyla renklendirdikten sonra yine mezheplerine göre ayrıştıran haritalar internette dolaşıyor. Türkleri, Türkmen, Yörük, Tahtacı, Tatar, Karapapak, Karaçay vs. diyerek mikro-etnik seviyede, sonra da Alevi-Türk Türk, Sünni-Türk diyerek mezhep temelinde bölen haritalar hiçbir iyi niyet emaresi taşımıyor. Bunlar başlangıçta iyiniyetli akademik tespit çalışmalarıyken, Irak ve Suriye haritalarında olduğu gibi renklendirilmiş bölgeler, ince planlarla bölündüğünde gökkuşağının bütün renkleri giderek tek bir renge, kan rengine dönüyor. Çünkü, cehalet, az gelişmişlik, bilgi kirliliği, algı yönetimi ve dezenformasyon, kitleleri problemleri akılla çözme zahmeti yerine sopa ve bilek zoruyla çözmenin aldatıcı kolaylığına itiyor.

Ortadoğu’daki küresel patronaj, varlıklarını oluk oluk akan insan kanına borçlu. Dünyanın kadim şehirlerini barındıran en eski yerleşimlerine sahip Irak ve Suriye’de 20 milyon insanın asırlardır yaşadıkları evlerinden bir çırpıda sürgün edilmeleri hepimizi için ibretlik.

Küresel güçlerin Ortadoğu’daki etnik dizayn ve enerji politikalarının temel manivelaları, 500 yıldır yaşanmayan Şii-Sünni ihtilafının hortlatılması; etnik temele indirgenerek zoraki çıkartılan Türk, Kürt, Arap sürtüşmeleridir. Ortada akan kan Arap, Kürt, Türk, Şii veya Sünni her kimsede kıpkırmızı insan kanıdır.

Benzerliklerden çok farklılıklara bakarak ayrıştırmak, az gelişmiş toplumların tipik tavrıdır. Yüzlerce yıl mezhep savaşlarıyla birbiriyle savaşan Avrupa devletleri, Avrupa Birliği gibi büyük bir projede birbirine benzerlikleri ve ortak çıkarları üzerinden buluşmayı başarırken Doğunun geri kalmış halkları, en küçük ayrılıkların üzerine ayrıştırıcı büyük kimlikler ve kavgalar inşa etmenin cezbedici bir zehirli bal sunduğunun farkında değiller.

PKK’nın kanlı çıkışına kadar Anadolu’nun Türkmen, Kürt, Çerkez, Laz gibi alt kimlikleri hafif bir anlamda memleket ayrımı kadar insanların zihninde yer tutuyordu. Örgütlerin kan döküşüyle araya sokulan kan, devletlerin hazırlıksız ve stratejisiz adımlarıyla kronikleşen yaralara dönüştü ve kardeş halkların arası profesyonellerin tezgâhları ve amatörlerin hatalarıyla açılmaya devam etti.

Örgütler bir Kürt’ün Ermeni ve Fransız’la kardeş olduğunu; Zerdüşt’ün “ataları” olduğu propagandasını yaparken Fransa’da dil enstitülerinde Kürtçe’deki on asrın üzerinde varlığını sürdüren Arapça, Türkçe ve Farsçadan alınan ortak kelimeler ayıklanıyordu. Böylece coğrafyasına yabancılaşmış ve uzaklaşmış, Müslüman Kürt halkının kimliğine yabancı aşılama ve başka bir kültür enjekte ediliyordu.

Farklılıklar ve kimliklerin kavga sebebi olması, kavgaya yol açmasını sağlamak kolaydır. Ayrıştıran küçük farklıklardan çok benzerlikleri arayıp bulmak, omuz omuza beraberlikler ve kardeşlikler çıkarmak için emek ve gayret gerekir. Ama bu gayret Allah’ın bizi hem insan kardeşi, hem din kardeşi kılan açık buyruğunun gereğidir.

Yurtdışına çıkan her Türk vatandaşı, alt kimliği ne olursa olsun en fazla birbirlerine benzediklerini fark ederler. Açıkça iddia ediyorum ki, Kürt’ün en fazla benzediği Türk’tür. Türk’ten en fazla benzediği de Kürt’tür. Kültürden dış görünüme, mutfaktan adetlere kadar Batı Anadolu’nun herhangi bir köyü ile Kürtlerin yaşadığı diğer bir Anadolu köyü arasında dil dışında bana göre pek de bir fark yok.

Aynı bölgede Kürtleşen Türkmenler, az da olsa Türkleşen veya Araplaşan Kürtler olduğunu bilmeyen var mı? Karakoyunlu Türkmenlerinin iki aşireti olan Badılı (Beydilli) ve Şadılı (Şadelli) aşiretlerinin bir kısmı Türkçe, bir kısmı Kürtçe konuşuyor; aynı aşiretin yarısı Alevi, yarısı Sünni ve herkes birbirine ne kadar da benziyor. İnsanlar, kardeşlik hukuku içinde birbiriyle yan yana yaşarken tarihi sebeplerle birbirine normal olarak karışmışlar. Ortak aileler kurulmuş, iş ortaklıkları kurulmuş. Kardeş halklar her yerde yan yana yaşıyor. Bu beraberlik bozulduğunda, zarar görmeyen kimse kalmaz. Araçlar bozulduğunda nasıl fabrika ayarlarına dönmek en doğru çözümse, herkesin fabrika ayarlarına dönmesi de huzur için şart.

Cesaretle söylemeliyiz ki, Türk’e kardeş olmak yerine, Amerikalıya veya Rus’a “hazır kıta asker” olmayı tercih etmek makul bir Kürt için onur kırıcıdır. Aynı, cümleyi tersinden okuyarak benzerlerini Türk, Arap ve diğerleri için de kurabiliriz.
1988 yılında Ağrı-Tutak’ta geçirdiğim iki aylık süre zarfında, Ermenistan, Suriye, Irak ve İran’da “Türkçe ve Kürtçe” radyo yayınlarının rahatlıkla dinlenebilirken; Türkiye’de sadece Erzurum radyosunun dinlenebildiğini görmüştüm. Bu bile zihnen, psikolojik ve kültürel olarak bizi kendi coğrafyamızdan uzak tutmaya çalışan bir zihniyeti veya ona hizmet eden bir ihmali göstermiyor mu?

1940 tek parti döneminin Türkçe dışındaki bütün dilleri hiçbir alt yapı hazırlamadan ve gerekçe göstermeden yasaklamaya kalkışması aklın ve insan fıtratının tersine bir uygulama idi. Ve toplumda husumetler oluşturdu. Metriste devrimcilere, Mamak’ta ülkücülere, Diyarbakır Hapishanesi’nde Kürtlere yapılan gayri insani muamelelerin bugüne kadar gelen keskin fay hatları ve sonuçları var.

Bu coğrafyanın insanları, menfaatlerinin “yan yana, beraberce ve insanca yaşayabilmekte” olduğunun farkında olmalı. Doğu halkları için, birlikte yaşamanın kazandırdığı güç ve değer, sağladığı sinerji ve avantaj, tek başına ve yalıtılmış kalmalarına göre her zaman daha fazla oldu. Bugün için de böyle; yani fırsat elden kaçmış değil. Yeter ki bu halin idrakinde olunsun.

Bugün ülkemizde geçmişin hatalarını konuşmaya kalkarsak hiç bir sonuca varamayız, ama ortak geleceğimizi aklımızın, inancımızın, insanlığımızın gereği olarak yan yana, kardeşçe ve birlikte yaşama kültürüne uygun bir düzen kurmanın herkesin menfaatine olduğunu bilmeliyiz. Aynı şeyi, hemen yakın coğrafyadaki bütün topluluklar için de söyleyebiliriz.

İmparatorluk bakiyesi olan Türkiye, Irak ve Suriye’de etnik esasa göre değil, “millet sistemi”nin devamı olarak (Müslim-Gayrı Müslim) yapılandırılmış ve bir “milletin unsurları” olarak Türkmen, Arap ve Kürt unsurları bu devletlerin içinde hep var olmuştur. Bugünkü dağılımın ise bir kısmının şartlar gereği oluştuğunu, bir kısmının ise planlı ve kasten oluşturulduğunu düşünüyorum.

Bölgemizde “Ulusçuluk” akımının er-geç yaşanması kaçınılmazdı. Ne var ki dönemin “oyun kurucusu” İngiltere tarafından çizilen sınırlar etnik unsurları birbirinin içinde bırakarak 40-50 yıl sonrasının ihtilaflarını yedekte tuttu. Türkiye’de Stalinist örgüt PKK, bir Türk-Kürt kavgası çıkarmanın her yolunu denedi ama başaramadı. Kürtleri mağduriyetlere ve önyargılara mahkûm etti.

Kürtler, Türkiye’de olarak azınlık statüsünde değil, “Millet”in bir unsuru olarak kabul görmüş ve Lozan’daki “Müslüman ahalinin Türk” olduğu ifadesiyle teorik olarak birinci sınıf vatandaş görülmüştür ve milletin genelinin çektiği sıkıntı veya şiddet ne ise aynısını görmüş, ülkenin nimetlerinden de aynı şekilde faydalanmıştır.

PKK’ya kucak açıp büyüten Suriye, kendi içindeki Kürtlere bu hakları tanımadı ve onu sadece Türkiye’ye karşı bir araç olarak kullandı. Kürtlerin ve Türkmenlerin Suriye’de bırakın bir televizyon kanalına ve kültürel haklara sahip olmaları birçoğuna nüfus cüzdanı ve pasaport bile verilmez, siyasi görevlerde yer alamazlarken Türkiye’de en küçük memurluktan Cumhurbaşkanlığına kadar kimsenin etnik kimliğine bakılmadan; ülkenin her yerinde ticaretini rahatlıkla yapabilirken; hatta TV kanalından Üniversitelerde bölümlere kadar fırsat verilmişken, 50 binin üzerinde insanın kanının akmasındaki ilk tetikçiliği yapan ve kıvılcımı çakan terör örgütünün hala sempatizanlarının olması düşündürücüdür.

Türkiye, bu savaşa küresel bir saldırıdan kendisini korumak için giriştiğini ve savaşın Kürt halkına karşı değil, aynen DAEŞ’le savaşta olduğu gibi taşeron terörist gruplara karşı olduğunu; yabancı devletlerin bölgede çıkarları ve politik sebeplerle bulunduklarını; bölgedeki hiçbir halkın insan haklarını, çıkarlarını vs. umursamadıklarını bütün dünyaya anlatılabilmeli. Arakan’dan Bosna’ya, Doğu Türkistan’dan Afrika’nın içlerine kadar mazlumlara kucak açan bir milletle küresel egemenlerin dostluğu değişilebilir mi?

Bölgenin halkları Saddam’ın Halepçe’de kullandığı kimyasalın hangi ülkeler tarafından üretildiğini; savaşa sürüklenen ülkelerde milyarlarca dolarlık silah ve paralı asker sektörünün kimler tarafından yönetildiğini; taşeron örgütlerin nasıl ortaya çıkarıldığını; işleri bittiğinde kendi vatandaşları dışında nasıl ortada bırakıldıklarını ve nihayet ölenlerin birbirine kardeş-komşu halklar olduğunu ve bundan sonra da aynı coğrafyada yaşayacaklarını unutmamalılar.

Kürdü Irak’ta referandumla bölünmeye ikna etmeye çalışan eller, AB’de Katalan’ı “yasadışı” ilan ediyor, İskoçya’nın ayrılma taleplerini haksız buluyor. Valon-Flaman bölünmesini gidermenin her yolunu deniyorlar. Çünkü büyük plana göre, o taraflarda birleşmeler, bu taraflarda ise bölünerek küçülmeler olmalı. Bizim coğrafyamızda ise bölünüp ufalanmış görmek istiyorlar

Bu söylediklerimizi yoğun propaganda ve baskıya maruz kalan toplulukların kolaylıkla anlayabilmesini beklemiyoruz. Fakat bölgede diplomasinin yanında, uzun vadeli ticari, sosyo-ekonomik ve kültürel yatırım ve politikalar hala önemini koruyor. Manipülasyona dayalı fitnelerin üretildiği bu çağda, haklı bir karşı propaganda geliştirebilmek ve bölgenin zamanla normalleşmesini sağlayabilmek gerekiyor.

İnsanların, yaşadıkları hayattan, etnik kimlikleri ve inançlarından bağımsız ortak beklentileri vardır: “Güvenli, sağlıklı ve huzurlu bir ortamda kendisi ailesi ve sevdikleri ile birlikte yaşayabilmek” gibi. Bunun ötesinde kültürel haklarda dâhil her şey ikinci planda kalır. Hukuk ve adalet temelinde, vatandaşlık statüsünde herkes eşit olarak muamele görme hakkına sahiptir ve hukuk bize göre halkın hem kitle hem de fert (birey) olarak yan yana yaşayabilmesinin yegâne garantisidir. Adalet, hakkaniyet ve hukuk temelinde kalmaktan başka gerçekçi bir yol görünmüyor.
Yücel Oğurlu

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir