KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. ABD-İran İşbirliği ya da ‘Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak’…

ABD-İran İşbirliği ya da ‘Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak’…

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 7 dk okuma süresi
335 0

ABD-İran İşbirliği ya da ‘Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak’…

Yaklaşık olarak bir hafta kadar önce Fars Haber Ajansı’na dayandırılan bir haber eminim bir çoğunuzun dikkatini çekmiştir. Gündemin çok hızlı şekilde değiştiği bir ortamda bu haber de diğerleri gibi göründü ve bir anda kayboldu. Oysa söz konusu haber bir kaç açıdan önem taşımaktaydı. Özellikle de İran İslam İnkılabı Rehberi’nin Yüksek Danışmanı ve askeri alandaki yardımcısı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi’nin yaptığı açıklaması sonrası.

Fars Haber Ajansı menşeli olay, İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi’nin açıklamasıydı. Tahran’da İslami Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde düzenlenen bir programda konuşan Caferi, 5 ülkede İran’la ortak hedeflere sahip 200 bine yakın silahlı gencin hazır olduğunu ve bölgede yaşananların Mehdi’nin gelişine zemin hazırladığını söyledi

Devrim Muhafızları Komutanı Caferi aynen şöyle diyordu: “İslam Devrimi’nin (İran Devrimi) yüksek hedeflerine ulaşmak için kendimizden geçmeliyiz. Ve Allah’ın bize verdiği yetenekler doğrultusunda cihat ruhuyla İslam Devrimi için kendi rolümüzü ifa etmeliyiz. Bölgede son yıllarda DAEŞ (IŞİD) ve tekfir gruplarının ortaya çıkması ve yaşanan olaylar, bunların hepsi zuhur (Mehdi’nin gelişi) şartlarını hazırlamaktadır. Bakınız bunun olumlu sonucu, yaklaşık 200 bin silahlı gencin Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan ve Yemen’de hazır olmalarıdır.”

200 bin gencin silahlanmasını/silahlandırılmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendiren ve sürecin son savaşa, bir diğer tabirle Kıyamet Savaşı’na (Melhame-i Kübra ya da Armageddon savaşı) doğru koşar adım gittiğinin altını çizen Caferi’nin bu açıklaması, açıkçası süreçte çok daha farklı bir boyuta ve geleceğe işaret ediyor. En azından günümüzde yaşanan savaşların adını koyuyor.

 

İran Dış Politikasında Söylem-Eylem Tutarsızlığı

Bunun dışında Tümgeneral Safevi, Amerika’nın bölgedeki siyasetlerinin ana hedefinin İslam ülkelerinin altyapılarını yok etmek olduğunu da belirtiyor ve Amerika’nın terörist IŞİD örgütü aleyhinde sözde bir mücadele koalisyonu oluşturduğunu ve bu koalisyonun da asıl hedefinin bölgede İslami direnişe darbe indirmek olduğunun da altını çiziyor.

Peki, bu noktada sormak lazım: Safevi’nin bu söyledikleri, İran’ın sön dönem bölge politikaları ve İslam dünyası ile olan ilişkileriyle ne kadar örtüşüyor? Daha da önemlisi, ABD ile başlattığı yeni süreç, yukarıdaki söylemlerle ne kadar tutarlı görünüyor? ABD’deki muhafazakâr düşüncenin farklı bir versiyonuna sahip olan İran’ın izlediği mevcut politika bölgeye ne kadar huzur, barış ve istikrar getirir? Bu politika daha çok kimlere hizmet ediyor? Örneğin, Mehdi’nin gelişine zemin hazırlamak için bırakın diğer dört ülkeyi, Pakistan’daki gençlerin silahlanmasını/silahlandırılmasını bir başarı ve “olumlu bir sonuç” olarak değerlendirmeyi nasıl karşılamak gerekiyor?

 

“Tanrı’yı Kıyamete Zorlayan” Muhafazakâr Yönetimler…

Biri Müslüman, biri Hıristiyan ve bir diğeri de Yahudi olan her üç ülkenin kullandığı yöntem, araç ve söylemlerdeki benzerlikler oldukça dikkat çekici. (Burada, ABD-İsrail ya da Hıristiyan-Yahudi birlikteliğini esas alan Evanjelikler tek bir grup olarak da adlandırılabilir.)

Caferi’nin söz konusu açıklaması bizleri 11 Eylül 2001’den bu yana “Haçlı Seferleri”ni başlatan, terörü bir gerekçe olarak gösterip İslam dünyasını kan gölüne çeviren Batı’ya karşı bölgede savaş veren ülkenin sadece İran olduğu şeklinde bir sonuca da götürüyor. Bu iddiayı bir adım daha öteye taşıyan ise dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in Yüksek Danışmanı ve askeri alandaki yardımcısı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi.

Sepah News’de yer alan habere göre bölgedeki bazı ülkelerin ABD ve İsrail ile işbirliğine temas eden Safevi; “…Arabistan’ın mali desteği ve Ürdün ile Türkiye’nin teröristlere desteklerinin, İslam ülkelerinin parçalanması yönünde düşmanların siyasetleri çerçevesinde Suriye’de buhranın daha da şiddetlenmesinin nedenidir” diyor ve ekliyor: “Irak, Suriye ve Yemen’de vekâlet savaşlarının çıkarılması Amerika’nın bölge Müslümanları aleyhindeki bir diğer stratejisidir.”

 

Dini Kılıflı Jeopolitik Savaşlar mı?

 

Açıklama, son savaşın sınırlarını Amik Ovası ve Megido Dağı’nın ötesindeki gençleri de içine alması açısından dikkat çekici, özellikle de Afganistan ve Pakistan boyutuyla. Anlaşıldığı kadarıyla İran bu savaşın cephesini daha da genişletmeye çalışıyor. Bu beş ülkeden dördünün 2003’ten bu yana İran’ın “Direnç Cephesi” olarak adlandırdığı bölgedeki mücadele alanının aktif birer parçası/cephesi olması bu açıdan önemli. Buna, Türkiye’nin bölgedeki en güçlü müttefiki Pakistan’ın da dâhil edilmiş olması ise, fazlasıyla dikkat çekici.

Bu husus, İran’ın bölgede Suudi etkinliğini kırma kadar, Güney Asya’ya doğru yeni nüfuz alanı elde etme girişiminin bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. Caferi’nin açıklaması, bu bağlamda İran’ın, Suriye ve Irak’ta elde ettiği deneyimi diğer bölge ülkelerine yayma düşüncesi ve bu konuda bir alt yapı hazırlığı olarak da kabul edilebilir.

Dolayısıyla ortada Mehdi’nin gelişine zemin hazırlamanın ötesinde çok daha farklı bir durum var. Mesele teolojiden ziyade, daha çok jeopolitik ve stratejik gibi görünüyor. Aynen ABD’li Neoconların yaptığı gibi.

11 Eylül 2001 sonrası Ortadoğu ağırlıklı bölgede nüfuz alanını genişleten, gücünü açık bir şekilde arttıran ve bu bağlamda sahada mücadele eden iki ülke var: ABD ve İran. İsrail ise daha sessiz ve derinden giden üçüncü bir ülke olarak kabul edilebilir.

Mehmet Seyfettin Erol

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir